<#comment>#comment>Acaba futbol kültürel bir olay mıdır, yoksa yalnızca sportif bir karşılaşma mıdır? Onbinlerce insanın biraraya geldiği birçok toplantıda, gürültü - patırdı çıkmazken neden futbol karşılaşmalarında itişip kakışmalar oluyor? Her sınıf ve kültürel insanın bir araya geldiği futbol arenalarında niçin saldırganlıklar ön plana çıkmaktadır? Doğrusu incelenmeye değer. Zira bu karşılaşmalarda ayrıca renk, ırk ve din ayrımı bile yapılmaktadır.
Ne kadar kültürlü olsak da, yoksa içimizdeki şeytan futbol heyecanında ruhsal dengemizi mi bozuyor? Acaba futbol arenası kültür yapısını kökünden mi tahrip ediyor? Veya futbol arenası ruhsal yapısı bozuk olan kişileri mıknatıs gibi kendine mi çekiyor? Evet bu birkaç kültürsüz adam, kültürlüleri de mi etkiliyor? Birçok sual. Ve ne yazık ki, bu olayları devlet ve polis kuvveti ile bile önlemek mümkün olmuyor. Ve ne yazık ki, bu tehlikeli ve çığrından çıkan olaylar kültür yapısı daha yüksek ülkelerde bile görülüyor. En doğrusu bu olayları hiç ciddiye almamak ve haber yapmamaktır. Şöyle devam daha doğru olur; her toplumun az da olsa serserisi, geri zekalısı, terbiyesizi ve saldırganı vardır. Milletin bütünü ile bunları eş değerlendirmemek
<#comment>#comment>Son günlerdeki olaylara bakınca aklımıza çocukluğumuzda hindileri "kabaramazsın kel fatma" diye kızdırdığımız geldi. Hindiler de sinirlenip kabararak ortalıkta dolaşırlardı. Bir zamana kadar. Daha sonra yorulur ve eski hallerine dönerlerdi. Daha da kötü bir halde.
Günlük hayatımızda şişirilmeyi ve övülmeyi nedense sevip belli bir noktaya kadar hakikatleri unutuyoruz. Daha sonra üzülüp, duruyoruz. Politikada da ekonomide de, sporda da bu böyle. Halbuki şişmeden ve övünmeden evvel kendi değerlerimizi tartmalı ve nerede olduğumuzu bilmeliyiz. Yaşam bu; yenilgi de başarıda var içinde. Tarihe bakınız ne çok imparatorluklar ve imparatorlar var. Gelip geçmişler. Ayakta kalanlar sadece sistem yaratanlar; toplumsal sistem, çoğul sistem. Bu yüzden imparator yaratıp tapacağımıza, sistemleri işletmek gerek. Başarıları devamlı kılabilmek için.
<#comment>#comment>Spor yazarlarının çok sevdiği iki kelime var. Aynı cümle içinde kullanıldığı zaman hem şık, hem de etkili olan sıfatlar. Bilhassa futbolda...
Güçlü İngiltere veya güçlü Almanya zayıf rakipleri karşısında berabere kaldılar veya zayıf rakipleri karşısında terlediler, diyoruz. Ama artık iş öyle değil.
Andorra’nın coğrafyada nerede olduğunu veya nüfusunun kaç olduğunu söyleyin bakalım. Bu dağ köyü devlet, nüfusu 50 binden aşağı ama, güçlü Bulgaristan’a diş söktürmüş.
Görülüyor ki, küçük olsun, büyük olsun iyi bir onbiri bulan şah diyor. Yok öyle artık küçük, zayıf, güçlü, büyük demek... Dünya Kupası’nda devler, farelere dönmediler mi? Bütün mesele olmak veya olmamak. İşte futbolu bu yüzden seviyoruz...
<#comment>#comment>Sporun geleceği üniversitelerdedir. Farklı düşünürseniz bir milletin modern geleceği ise, sportif bir millet olabilmesinde yatmaktadır. Spor bir kültürdür. Ve bugün ekonomide, politikada ve kültürde söz sahibi ülkelere bakarsanız, buralarda sporun birinci planda geldiğini görürsünüz.
Bu hafta üniversiteleremiz arka arkaya açılmaktadırlar. Evvelki gün İstanbul Üniversitesi de, ders yılına girmiştir. Bu vesileyle bir akademisyenle üniversiteleri tartışırken, onun yüksek spor okullarını ikinci sınıf bir köşede işte öyle bir okul gibi göstermesi ve önemsememesi bizi şaşırtmış ve üzmüştü. Ama şaşırtmaması ve üzmemesi lazımdı. Çocuklarının okulda başarılı olması için her türlü imkanı zorlayan velilerin acaba yüzde kaçı bu sırada çocuklarının sağlığını ve spor yapmasını düşünmektedir ? Akademisyenlerimizin yüzde kaçı Avrupalı meslektaşları gibi tenis, golf veya herhangi bir sporu yapmaktadırlar ? Üniversitelere spor için ayrılan para bütçenin ne kadarıdır, vs, vs... Bu suallerle sizi üzmek ve sıkmak istemiyoruz. Ama şu unutulmamalıdır; spor üniversitelerin bir lüksü değil, ana eğitim dersidir.
<#comment>#comment>Bazı tabirler ve ünvanlar vardır ki, onları yerinde kullanmak karşınızdakine bir değer ve onur verir. Ama bu ünvanları anlamsız ve fuzuli yere kullanırsanız belli bir süre sonra bu değer yargılarında zedelenmeler olur ve kıymeti kalmaz.
Hele hele bu ünvanları kendiniz için bir ölçü olarak seçmişseniz, bu daha da yanlış bir davranış ve laubalilik olur.
Mesela "hocam" tabirini ele alalım.
Bu kelime bir şeyler öğreten, yol gösteren, öğreticiliği tartışılmaz bir kişinin ünvanıdır. Kolay kolay kazanılmaz. Hatta cami hocalığı bile, hakiki anlamında bir resmiyet taşıyan, öğretici bir ifade karşılığıdır. Ama siz şimdi kalkar, her yerde uluorta karşılıklı birbirinize her cümle başında "hocam" diye hitap ederseniz, bu bir gülünç durumu, hatta sıkıcılığı ortaya çıkarır.
Maalesef, son yıllarda bu ünvan televizyonlarda, radyolarda, sokakta birbirlerine nasıl hitap edeceğini bilmeyen kişilerin elinde, bir değer kaybına uğradığı görülüyor.
Hatta neredeyse hastanedeki hademeye bile "hocam" denilecek.
<#comment>#comment>Kişiliklerin ikiye bölünmesi, bugün böyle, yarın öyle davranmak şekli psikolojik açıdan tartışmaya değer.
Son günlerde ortalık ister politikada olsun, ister sporda bir gün evvel söylediğini, hatta akşam söylediğini, sabah unutup değiştirenlerle dolu.
Bu kişilikler yüzünden, toplumun ve spor dünyasının adeta hastalıklı adam gibi gerilip durduğu görülüyor.
Mesela her maçtan evvel konuşmak moda. Dünya’yı kendi yaratanlar tablada kül bırakmayanlar, kendine herkesten daha fazla paye çıkaranlar, mağlubiyetten sonra, cinayeti işleyen katili arıyorlar. Yöneticisi ayrı, teknik direktörü ayrı, kulüp sorumlusu ayrı konuşuyor.
Hepsi sanki gizli hafiye Nat Pinkerton.
Tabii her seferinde, katil bulunamadığı için, cinayet romanı da bitmiyor. Heyecan gelecek haftaki maça kalıyor.
<#comment>#comment>Terör kelimesinin Latince kökünden, bugüne kadar gelişmesi farklı olmuştur.
Başlangıçta sadece ortaya aniden çıkıp, korku yaratan, kişiyi ürküten olay anlamını taşıyordu. Sonraları; sosyal ve militer dengeleri sarsacak, kalleşçe ve sinsice yapılan hareketleri ifade eder olmuştur. Böylece bir anlamda kişisel ve toplumsal yetersizlik göstergesidir. Çünkü; kültürel yetersiz insan, davasında kendisini kabul ettirmek için, insancıl yolları değil, aşağılık duygusundan dolayı, saldırganlığı seçer. Bağırır, çığırır, kırar, döker...
Bir anlamda, bizce terör tabirini, politik ve sosyal anlamda farklı kullanmak gerekir. Bilhassa spor olaylarında. Mesela tribün terörü tabiri yerine, tribün terbiyesizliği sözcüğünü kullanmak daha uygun olur. Zira burada, herhangi bir neticeye gidecek, çirkin, gizli terör yerine, aşikar bir terbiyesizlik vardır.Bu terbiyesizlerin gayesi yoktur. Tek tek olduklarında korkak, suskun ve güvensizdirler. Hatta belki de taraftarı oldukları kulübün, tam anlamda aşığı da değillerdir.
Peki; bu terbiyesizliğe nasıl mani olunur?
Gayet kolay... Bunları yanyana getirmemekle. Bunlardan bahsetmemekle. Adam yerine koymamakla. Kırıp dökmedikleri
<#comment>#comment>Son yıllarda küçük küçük devletlerin, nüfusları çok büyük ülkelerin sporcularını birçok sahada yendikleri dikkati çekmektedir.
Tek tek incelendiğinde bu az nüfuslu ülke vatandaşlarının daha çok küçük yaşlardan başlayarak yaygın sportif faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Buna nazaran kalabalık nüfuslu ülkelerde ise ekonomik, politik, hatta dini sebeplerle sporun yaygınlaşamadığı tespit edilmektedir. Böyle olunca sporu yalnız prestij anlamında yapan bu ülkelerin ancak zaman zaman internasyonal alanda parlayıp söndükleri görülmektedir. Denilebilir ki, devlet desteği ile yapılan güdümlü sportif faaliyetlerin gösteriş dışında milli bir değeri olmamaktadır. Önemli olan sporun ülkece tabana yayılmasıdır. Ancak böyle olunca sürekli internasyonal başarılar beklenmektedir.