Can bu kardeşim, her şeyi istiyor.
Dün Macaristan’dan geldim. Bugün Adana’ya Lezzet Festivali’ne mi gitsem diye düşünüyorum.
Gurbet ellerde memleket yemeklerini özlemişken, önce Adana, sonra Gaziantep’te lezzetin dibine inerim diyorum.
Kafa bi yerde, kendim bi yerde düşüncelere dalmışken sevgili eşim Ebru’nun “Fedo şu pasaport meseleni halletmen lazım” sözüyle kendime geliyorum. Tam da hayaller Antep gerçekler Mavişehir durumu…
Fakaat yüce Rabbim gene dört ayak üzerine düşürüyor beni.
Buca’da teyzemi ziyarete giderken kendimi “27 Gaziantep Sofrası”nda buluyorum.
Aslında Karşıyaka Atakent’te ilk yerleri aklıma gelse, koşa koşa giderdim ama nasip Buca’daki şubelerineymiş.
Şahane kokuların geldiği mekana giriyorum. Epeyce zaman önce sahibi Metin Tokatlıoğlu ile sohbetimiz olduğundan girer girmez “Metin Bey” diyecek oluyorum, “hoş geldin Fedon” diye sesleniyor arkamdan.
Ayak üstü bir iki konuşmadan sonra kuytu bi yere oturuyoruz. Bu arada ben çaktırmadan Antep lahmacunumu söylüyorum.
“Ee hoş geldin, özel istediğin bişey var mı?” diyor Metin abim.
Biraz çekinerek “Valla abi bir haftadır Macaristan’dayım, lahmacuna hasret kaldım bi tanecik söyledim. Hem bana göre özellikle Antep yemekleri yapan bir restoran lahmacunun hakkını veriyorsa diğer yemeklerinde hakkını verir diye bir ön görüm var” deyiveriyorum.
Ukalalık mı ettim bilmem ama bana göre böyle.
Sohbet sürerken bi ara çorba lafı geçiyor.
“Siz çorba da yapıyor musunuz Metin abi?”
Kolumdan tuttuğu gibi beni mutfağa indiriyor. Kocaman bir kazanın kapağını kaldırıyor.
Diyor ki, “10 saat kendi halinde kaynar kelle paçamız, kendim yapıyorum, şimdi hemen denemeni istiyorum.”
Tekrar yerimize oturduğumuzda Antep işi bakır tabakta gelmiş bile çorbam. Şöyle bi bakıyorum, üzeri kaymaklanmış. Rahmetli annem derdi “çöcüüm yemek demlenip tabağa geldiğinde üzeri accık kaymaklandıysa bil ki olmuştur.”
Aah annem ah!
Kulağımda onun sözleri daldırıyorum kaşığı.
Şaşkınlık içerisinde “abi bayıldım çorbaya” sözleri dökülüyor ağzımdan.
Ayak paçayı ayrıca öneriyor ama masamız öyle dolu ki bi dahakine denemek üzere anlaşıyoruz Metin abimle.
Kuru dolma, içli köfte, lahmacun tadıyorum.
***
Sohbetimiz sürüyor.
- Ee abi sen aşçı değilsin, nerden girdin bu işe?
- Ben de senin gibi çalışma hayatım boyunca çok yer gezdim. Çok farklı yemekler yedim. Ve bi gün ben daha iyisini ve hakkıyla yaparım düşüncesiyle çıktım bu yolculuğa. E bi de Antepliyim tabi. Atadan, babadan bi melekemiz var bizimde.
Sohbet sürerken “Şu bizim fıstıklı kebabımızı da tatmanı istiyorum” diyor.
Onu da tadıyorum tatmasına ama, aklım kalıyor kebapta. Patlıcan söğürmenin üzerinde servis ediyorlar kebabı.
Kebap kokusuyla fıstık kokusu nasıl da yakışmış birbirine anlatamam.Bi yandan tam suyunda kebap lezzeti, bi yandan da kıtırkıtır olmuş fıstığın tadı.
Tek kelimeyle şahane...
“Tatlı?” diyecek oluyor Metin abim.
“Aman abim, tadımın ötesine geçtik. Onları da Karşıyaka’da yeriz” diyorum. Gerçi havuç dilimi tatlıyı gözüme kestirmiştim ama irademe sahip olup yemiyorum.
Beyran, ayak paça, kelle paça her gün var. Kebaplarını, tatlısını söylemiyorum bile. Tatlı Ante’ten, fıstıklar çocukluk arkadaşının bahçesinden geliyor.
“Tamam el melekemiz var, ustalarımız usta fakat malzeme kaliteli olmazsa yemeğin keyfi olmaz” diyor Metin abim.
Yalnız gittiğinizde tavsiyem sipariş verirken masadaki herkes ayrı ayrı şeyler söyleyin, ki hepsinden azar azar tadın. Yoksa benim gibi aklınızı “27 Gaziantep Sofrası”nda bırakırsınız.
Gaziantep’ten, İzmir’den sözediyoruz. Biraz siyaset biraz yemek derken “zıııır” telefonum çalıyor acı acı.
Ekrandaki isim teyzem!
“Fedo nerdesin oğlum hani bize geliyordun, lahanalı yahni yaptım seni bekliyoruz.”
Pek de severim iyi mi!
Neyse hızlıca vedalaşıp kalkıyorum masadan.
Kafam karışık ama midem huzur içinde koşa koşa gidiyorum teyzeme...
Lahanalı yahni mi?
Ooy oy! Sormayın gitsin, onu sonra anlatırım.
Otizmli çocuklardan Budapeşte’de müzik!
Geçen hafta Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, Türkiye’de kimselerin duymadığı bir Engelliler Festivali vardı.
İzmir’den bu festivale müthiş bir koro katıldı: “İzmir Otizm Orkestrası ve Korosu” (İZOT)
Tamamı otizmli çocuklardan kurulu bu koro tam 5 konser verdi. 4’ü Budapeşte’de, biri de Viyana’da.
O kadar yola yorgunluğa ve engellerine rağmen azimleri, söyledikleri şarkılar görülmeye değerdi.
Hele Macarca söyledikleri şarkılar dinleyicileri mest etti.
Kültür Bakanlığı ve İzmir’de bir firmanın desteğiyle hem Türkiye’mizi hem de “Güzel İzmir”imizi Macarlarla birlikte tüm katılımcılara tanıttılar.
Bunu da kısıtlı imkanlarla başardılar. Kendilerine daha fazla imkan tanınsa çok fazlasını yapabilirler.
Yürekleri doyuran şarkılarınıza, azminize hayranız.
Ülke dışında yarattığınız “farkındalığın” kendi ülkemizde, İzmir’imizde de fark edilmesini diliyorum.
Bravo çocuklar!