Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Her şey, Rahim dostumun ‘Zeytinyağlıların Kraliçesi Huriye’den bir kuru köfte (anne köftesi) istemesi, Benan’ın “Hadi be Fedo, şu yiyip içtiğin yerlere bizi de götür” demesiyle başladı.

Lezzete yolculuk...

Rahim’in açlığına tahammül edilmez. Açken içinden kurt adam çıkıyor.

Böyle aç bi günde Huriye’den kuru köfte istedi. Naif kadın Huriye, daha biz dedikodusunu yapamadan kuru köfteleri yaptı.

Ne zamandı bilemedim, Mutfak Girit’te kalabalık bi masada toplandık.

Kuru köfteler ve zeytinyağlıları götürürken elbette muhabbetimiz sonraki yemekti.

Haberin Devamı

Benan, durup dururken “Hadi bi organizasyon yap be Fedo, gezdir bizi” dedi.

“Oluuur” deyiverdim. Kendimce bir rut çizdim hemen o akşam.

Birinci gün Edremit’te öğle yemeği, Adatepe Zeus Altarı’nda beyaz şarap eşliğinde kuru et, Çanakkale’de akşam yemeği...

İkinci gün kısa bi Çanakkale gezisi, Nusratlı’da minicik bi mola ve Ayvalık’ta akşam yemeği...

Kısaca, yemekten çatlamak üzere yapılan ve her dakikasında yemek olan bir yolculuk...

Sabahın kör saatinde, 07.30’dan itibaren şoförümüz tek tek topladı bizi. Topladı diyorum, minibüse binerken yarı uykuluyduk.

Sabah kahvaltımızı Eski Foça yol ayrımında bulunan bir kahvede yaptık.

Kahvaltı çok basitti!

Ayşegül biraz börek, Huriye yumurta, börek, zeytin, peynir ve Allah ne verdiyse getirmiş!

Ucundan ucundan yedik tabii hepsinden.

Tam kahvaltı bitti derken Benan’ın sesi yankılandı masada, “İbrahimciiim size incir, accık da üzüm getirmiş Kavacık’tan” dedi.

Biz kutuyu görünce gözüne far tutulmuş tavşan gibi kaldık tabii.

Yok yok, onları da yedik.

Kahvaltı masasının en şahane sürprizi, Huriye’nin güzel enerjiler yüklediği ve herkese ayrı ayrı, kendi elleriyle yaptığı boncuk bileklikler oldu. Ben ki yüzük takmam, ama o günden beri bu bilekliği takıyorum!

Yani anlayacağınız, hafif bi kahvaltıyla ve şahane bir enerjiyle çıktık yola.

Cumhuriyet Lokantası

Sanki az önceki kahvaltıyı biz yapmamışız gibi, daha Bergama civarına gelmeden acıktık iyi mi... Şaka bi yana, muhabbetin derinliğinden yolun uzunluğunu anlamadan saat 12.30 gibi vardık Edremit’e...

Haberin Devamı

Şehir merkezinde büyük çınara gelmeden hemen sağda, eski belediyenin altında Cumhuriyet Lokantası’na attık kendimizi.

Öncesinde bilgi verdiğimden Ali Amca (Ali Gökaslan) masamızı ayırmış. Gülen gözlerle karşıladı, hemen dükkâna buyur etti bizi. Daha hoş beş olamadan hepimiz önce gözümüz doysun diye midir nedir, yemek tezgâhına hücum ettik. Kimimiz tezgâh önünde, kimimiz masamızda verdik siparişlerimizi. Cumhuriyet Lokantası’nın tarihi, Cumhuriyetimizle bir. 1954 yılından beri de şimdiki yerinde hizmet veriyor. Ali Amca, 54 yıldır lokantanın başında. Duvarları Cumhuriyet, Atatürk ve şahitlik ettiği tarihlere ait fotoğraf ve belgelerle süslü.

Günde ortalama 40 çeşit yemek çıkıyor. Size şu veya bu yemeği tavsiye etmeyeceğim. Hepsi de ayrı güzel. Ama iki veya daha fazla kişi gidecekseniz lokantaya, bence hepiniz ayrı ayrı yemekler söyleyin, ki farklı şeyler tadın. Çünkü porsiyonlar büyük.

Ha bi de unutmadan, yemek tezgâhına bakarken aşçıya yemekleri sorun, sırasıyla o kırk yemeği öyle güzel söylüyor ki, şarkı gibi geliyor insana.

Haberin Devamı

Adatepe ve Zeus Altarı

Zaman kısıtlı. Yolumuz uzun. Adatepe, Çanakkale bizi bekler deyip muhabbeti derinleştirmeden koyuluyoruz yola...

Yıllar önce bir Nisan ayında gitmiştim Adatepe’ye. Hünnap Han’da kalmıştık. Hızlıca yağıp bitiveren bahar yağmurları, çimen kokuları kalmış hep aklımda. O zamandan beri şöyle bi geçerken de olsa uğrarım.

Bu sefer de arkadaşlarımla birlikte çıktık köye. Hızlı bir Adatepe turundan sonra asıl hedefimiz olan Zeus Altarı’na doğru yürüyüşe başladık.

Bana hep şuracıkta gibi gelen, ki Ayşegül’le Benan “Fedo uzak mı?” dediklerinde “Yahu hemen şurası” dediğim yol, itiraf ediyorum biraz uzakmış.

Ben hep son düzlüğü, gölgesinde yürüdüğüm çam ağaçlarını hatırlıyormuşum meğer.

Ve zorlu yürüyüşün sonu müthiş bir manzara... Burada yaşayanlar diyor ki, “Berrak bir havada Zeus Altarı’ndan ta İzmir’i bile görebilirsin...”

Biz o kadar zorlamadık kendimizi, gördüğümüz yetti. Bu şahane manzaranın keyfini birer kadeh beyaz şarapla taçlandırıp aracımıza döndük.

Çanakkale Yalova Restoran

Kaz Dağları’nı tırmanmaya başladık.

Ne zaman bu dağlara gelsem, tam tırmanmaya başladığımda aklıma hep Hakkâri-Van arasındaki 32 virajlar gelir. Tehlikeli oluşundan mı, yoksa manzarasını sevdiğimden mi bilmiyorum, yıllardır hiç değişmeden Kaz Dağları’na gelince aklıma ilk gelen 32 virajlar oluyor.

Neyse, Kaz Dağları’nın muhteşem havası, ayaklarımızın altına serilmiş yeşillikler, mavilikler eşliğinde Ezine’ye varıyoruz.

Minibüste yine ‘Acıktık’ homurtuları.

Bakmayın siz acıktık dediğime.

Aslında artık açlık değil derdimiz.

Günbatımı!

Evet, Çanakkale’de karşı kıyıya doğru, denizin kenarında yemek yerken seyretmeyi hayal ettiğimiz günbatımı bütün derdimiz.

Saat 18.00 gibi nihayet Çanakkale’ye geldik. Tam 19.00’da dostum Ruhşen’in terasta bizim için ayırdığı masaya oturduk. Terasa çıkarken, tur sebebimiz Yalova Restoran’ın meze dolabında oyalandık epeyce. Ahtapotlar, karidesler, istiridye, kum midyeleri, barbunlar, kolyozlar... Adlarını tek tek sayamadığım kendi ürünlerini ve hatta sadece kendilerinin yaptığı mezeleri konuştuk.

Huriye’yle birlikte onu da, bunu da, şunu da diye sipariş verirken yorulduk desem yeridir.

Muhteşem bir günbatımı eşliğinde şahane mezelerimiz masamızı şenlendirmeye başladı. Levrek karpaçio, asma yaprağında sardalya ve özel soslarıyla yaptıkları çim çim karides çok güzeldi, parmaklarımızı yalaya yalaya yedik. Kabak kızartma, tek kelimeyle muhteşemdi. Yalova Restoran’ın mezeleri, deyim yerindeyse bizim için defileye çıkmış gibiydi.

En kısa zamanda tekrar bir tur gelelim diye sözleşip bitirdik geceyi...

Ve güzel İzmir’e dönüş...

Sabah kahvaltısını erkenden halledip hızlandırılmış bir çarşı turu yaptık. Aynalı Çarşı’yı gezip Çanakkale’nin meşhur peynir tatlısını aldık. Öğlen, Şakir’in Yeri’nde biramızı içip hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk.

Minibüsün içindeki muhabbeti anlatamam, hakkaten anlatamam... Gülmekten karnımıza ağrılar girdi...

Yine Kazdağları’nda minik bir mola verdik. Belki de onlarca kez geçip gittiğimiz, yol üzerindeki Nusratlı köyüne girdik...

Köylü hanımların el emeği, göz nuruyla ürettiği elişlerinden, emektar ellerin yaptığı konserve ve reçellerden aldık.

Hızlıca sallandık yine aşağılara doğru...

Programımız, Ayvalık Tenekeciler Sokak’ta, Tik Mustafa’da yemek yemekti, ama Mustafa Bey’in bir yakınının sağlık sebebiyle bir dahaki sefere dedik ve yemeğimizi başka bir mekânda yedik.

Biraz Ayvalık’ın ara sokaklarında gezinip alışveriş yapalım, sahilde kahve derken zaman su gibi akıp geçti...

Yol boyunca yorgunluk suratımızdan akarken Menemen civarında yine acıktık tabii...

Şaka şaka, bir hafta yemek yememek üzere sözleştik, ama iki gün dayanabildik.

Bakalım bi dahaki yolculuk nereye olacak?

Ne dersiniz, neresi olsun?

Not: Instagram veya e-postayla önerilerinizi gönderebilirsiniz...