Sabah sıcak, öğlen sıcak, akşam yine sıcak! Ne yapacağımızı şaşırdık şu günlerde. Öyle ki, yolda bi varil su görsek içine gireceğiz!
Gidebilenler denize gidiyor. Gidemeyenlerse buldukları ilk gölgede “Oh be!” deme telaşında. Hoş bu ara denize gitmek ne kadar mantıklı o da tartışılır hani. Hele hele bilindik yerlerdeki plajlarda deyim yerindeyse iğne atsan yere düşmez!
Denize şöyle bi baktığınızda insan kafasından deniz görünmüyor... Yani başka bir şeyler yapmak, alternatif rotalara kaçmak lazım dedik ve soluğu İzmir Kemalpaşa Armutlu’da aldık.
Önce hedefimiz Çınardibi Köyü’ndeki evimiz. Aracımın ısı göstergesine bakıyorum; 39 derece ve yükseliyor. Armutlu çıkışından, Çınardibi yoluna girer girmez hem manzaramız hem de havanın ısısı değişiyor. Önce 3, 4 derece sonra 10 dereceye kadar çıkıyor değişim. Armutlu-Çınardibi arası 14 km. Aslında kısa bi yol ama biz köye gelene kadar bitmesin istiyoruz.
Duyduğuma göre dünyanın en güzel doğa yollarından biriymiş burası. Önce zeytin ağaçları ile başlıyor yol. Kıvrıla kıvrıla dağlara tırmanan bir dere boyunca Çınardibi Köyü’ne varıyor. Bi müddet sonra zeytin ağaçları yerini, çam, kavak, çınar ve kiraz ağaçlarına bırakıyor. Yeşilin, kahverenginin her tonunu görmek mümkün bu yolda.
Küçük molalar vererek köye varmak üzereyken acıkıyoruz. Sevgili eşim Ebru’ya “Çok aç değilseniz, alabalık yiyelim” diyorum. Köydeki evimize uğramadan Çınardibi’nin kuzeydoğusunda bulunan Osmanlar köyüne doğru sürüyoruz arabamızı.
Aklımızda alabalık, önümüzde dar ama bi o kadar güzel yol. Çam, kekik kokuları ve cırcır böceklerinin senfonisi eşliğinde ilerliyoruz. Osmanlar köyü inişinde önümüzde sepetli bir motosiklet beliriyor. İki genç delikanlı, üzerleri çıplak halde sohbet ede ede ilerliyor. Biraz ileride bize yol verirken “Denize mi gençler?” diye takılıyorum. “Yok abi aşağıda göl var oraya gidip serinleyeceğiz” diyorlar.
“Biz de gelelim mi” diyorum, “Hadi abi takip et” diyor sepetteki delikanlı. Bi beş dakika sonra varıyoruz. Dik bi yokuştan dikkatle iniyoruz ben, Ebru ve oğlum Efe. Biraz zorlanıyoruz inerken ama aşağıya indiğimizde gördüğümüz manzara harika. Yakın köylerinin gençleri hep birlikte küçük ama tertemiz akan suda serinliyor. Gençler, “Abi, abla hadi siz de girin su harika” deseler de mayomuz olmadığından giremiyoruz suya. “Adı ne buranın?” diye soruyorum sohbet ederken gençlere.
“Bizim burada Cavırın Ağılı derler abi” diyor delikanlının biri. Ve ekliyor “Az aşağıda bi yer daha var. Oraya gidiyoruz şimdi biz. İnmesi daha kolay, hadi siz de gelin”
Zor indiğimiz yokuşu yine zor çıkıyoruz. Biraz ilerideki gölete inmek nispeten daha kolay. Manzara, çocukların yüzdüğü gölet, göletin içindeki balıklar tek kelimeyle muhteşem!
Su tertemiz. O kadar ki, gençler bardaklarına doldurup içiyor. Biraz da burada zaman geçiriyoruz, sohbet ediyoruz gençlerle. Bize ikramlar yapıyorlar sağolsunlar. Sözde alabalık yemeye diye çıktığımız yolda gözümüz, gönlümüz o kadar doyuyor ki, açlığımızı unutuyoruz. Şu ara ormanlara girmek yasak. Biz, köylü gençlerin refakatiyle görebildik bu şahane yerleri ama inanın gittiğimiz yol da yeterdi bize. Hadi şimdi kalkın yerinizden ve bu rotayı takip edin. Alabalık mı? Yedik tabii ama onu haftaya anlatacağım. Hayatınız güzelliklerle dolsun.