Bilen bilir, ben öyle kahvaltıcı bi insan değilimdir. Hele hele şu malum her yerde bulunan köy kahvaltıcısı hiç değilimdir.
Ukalalık olmasın ama o nedir yahu, cefakar köylü kahvaltısını 10 çeşit reçel, beş çeşit peynir, kırk çeşit ekmekle mi yapar.
Bi tarhana, biraz turşu veya biraz peynir, zeytinyağı, domates kahvaltı bitti.
Neyse lafı fazla uzatmayacağım. Sizlere sevdiğim kahvaltıyı anlatacağım. Uzun zamandır özellikle sabah saatinde gitmek istediğim bir yer vardı Kemeraltı’nda; Antalya Börekçisi... Methini çok önceden biliyorum ama nedense bi türlü gidip böreğinin tadına bakmak kısmet olmamıştı.
***
Evet, çok sık gidiyorum Kemeraltı’na fakat ben öğünü, öğün saatinde yaptığımdan bir türlü sabah kahvaltısına denk getirememiştim Antalya Börekçisi’ninin böreklerini. Halbuki kahvaltıya bayılan bir eşim var benim. Neredeyse üç öğünü kahvaltıyla geçirebilir. Sağolsun yine onun sayesinde gittim Kemeraltı Antalya Börekçisi’nin leziz böreklerini tatmaya.
Geçtiğimiz pazartesi sabahı oğlum Efe, sevgili eşim Ebru ile biraz erken uyandık. Sabah mahmurluğunu üzerimizden atmaya çalışırken Ebru’nun “hadi kahvaltıyı Kemeraltı’nda yapalım” önerisini ben, “olur, Antalya Börekçisine gidelim, hem de
Sevgili dostlarım, çok gezenti biri olarak Güzel İzmir’e dair bir iki tespitim var.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iki uygulamasını çok beğendiğimi ve bu uygulamaların artmasını ve daha da ileriye götürülmesini dilerim. Birincisi, Kordon’da hepimizin gözünün önünde duran, Alsancak Vapur İskelesi karşısındaki tuvalet. Bana göre gelişmiş şehirlerin en büyük ihtiyaçlarından biridir. Fakat tuvaleti oraya inşa etmekten çok, onu temiz tutmak çok çok daha ehvendir. Belediyenin yaptığı bu tuvalet, tamamen otomatik! İçeride işiniz bittiğinde kapı otomatik olarak kapanıp kendi kendini tamamen dezenfekte ediyor. Bildiğim kadarı ile halen iki adet otomatik tuvalet var İzmir’de. Biri Kordon’da, diğeri de Kent Ormanı Engelliler Parkı’nda.
İkinci güzel uygulama ise Grand Büfe’ler. Yenilenen sahil bandının muhtelif yerlerine yerleştirilen şık büfeler, günün keyfini çıkaran insanlara soğuk ve sıcak içeceklerle birlikte, minik minik atıştırmalıklarda sunuyor. Bir de Emniyet Müdürlüğü ile bir işbirliği yapıp, akşamları sahil bandında yaya yollarında, bisiklet yollarında tehlike saçan motorcular için önlem alınsa gerçekten her şey çok daha güzel olacak.
Bu hafta Edirne’den bi lezzet ‘Ciğerci Aydın’
Bu
Bu ara ne hikmetse, Aydın ve civarında dolanıyorum hep. Geçen hafta ‘Hacıoğulları Kebap’ yazmıştım. Aynı hafta, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun yöreye kazandırdığı Arapapıştı Kanyonu’ndaydım.
Dün de bir arkadaşımla ani bir kararla yine Aydın civarında aldık soluğu. Akşam ezan vaktine kadar işimizi bitirdik. İftarı Aydın’da farklı bir mekanda yapalım derken, arkadaşımın yemek yiyelim dediği restoran Ramazan münasebetiyle kapalıymış. Aklıma Kuşadası’nda yılların gazetecisi, bir dönem aynı kurumda çalıştığımız sevgili dostum Latif Sansür geldi. Saat biraz geç olmasına rağmen aradım.
Sağolsun bizi öyle bir yere yönlendirdi ki, yarım saatte yemeğimizi yer kalkarız derken saat 01.00’de anca ayrılabildik restorandan.
Merak ettiniz değil mi? Hemen söyleyeyim yerini.
Aydın Ortaklar’dan Kuşadası’na doğru gelirken sol tarafa Çamlık’a sapıp Kirazlı tabelasını takip edeceksiniz.
Yaklaşık 7-8 kilometre sonunda bu şahane, yeşil yol sizi “Köy Sofrası”na götürecek.
***
Açık konuşmak gerekirse, saatin geç olması sebebiyle bizimle pek ilgilenileceğini düşünmedim desem yalan olur.
Güzel şehir, bereketli şehir. Doğası, insanı, muhabbeti sıcak şehir. Gittiğinizde sizi gülümseten ve de ağzınızı tatlandıran şehir Aydın. Ne zaman yolum düşse bu duygularla gidiyorum bu dadından yinmez Ege şehrine. Her seyahatimde de işin dışında kalan zamanımda hem sokaklarında geziyorum hem de yeni lezzetler peşinde koşuyorum. Kaç yıl önceydi şimdi bilemeyeceğim Aydınlı gazeteci dostum Cem Ulucan’la birlikte gitmiştik ilk kez “Kebapçı Hacıoğulları”na.
Aydın’ı çok iyi bilemediğimden, yerini nokta atışı olarak tarif edemeyeceğim. Hükümet Bulvarı’nda bir ara sokakta buldum bu şahane ve tarih kokan mekanı. Dükkandan içeriye girdiğimde gördüklerim çok etkiledi beni.
Kupür 100 yıllık
Kapıdan girer girmez sol tarafta kebapların piştiği mangal ve tezgah var. Sadece tezgah 100 yıllık desem yeridir. Girişte sizi karşılayan tahta merdivenden yukarıya çıktığınızda gördükleriniz sizi sanki zamanda yolculuğa çıkarıyor. Bi kere aynı merdivenleri Menderes ailesinin, İnönü ve daha nice tarihi insanın çıktığını düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor.
1878 yılında şimdi bulunduğu yerde ve aynı binada kurulmuş Kebapçı Hacıoğulları.
Dile kolay tam tamına 140 yıldır kurulduğu yerde ağırlıyor konuklarını.
Geçen hafta, geçmişte Hürriyet Gazetesi’nde birlikte çalıştığım arkadaşım Öznur (Vardar) ile karşılaştım. Yıllar önce, benim yeme içme merakımı fark edip “Fedai Bey bunları biriktirin, yarın öbür gün tecrübelerinizi başka alanlarda kullanırsınız. Facebook, instagram hesabı açın, gezdiğiniz yerleri yazın” diyen kişidir Öznur. Açıkçası bir müddet pek oralı olmadım, ancak kendisinin ısrarıyla bir süre sonra facebook sayfası açtım ve “Fedo’nun Dükkanı” doğmuş oldu. Neyse, ayaküstü eski günlerden sözederken “Fedo gel bak seni bi yere götüreceğim, hem biraz atıştırırız hem de biraz dedikodu yaparız” dedi. E malum bizim sektör sever dedikoduyu
Alsancak’tan Lozan’a dedikodu dolu bir yürüyüşten sonra Lozan Taksi Durağının bitişiği köşede “Cafe L Sandwich” diye şirin bi mekana oturduk. Çok eskiden İzmir Atatürk Lisesi’ne doğru bakan daha küçük bi dükkanmış burası. Yıllar sonra yeniden ve hemen hemen aynı yerde tekrar başlamışlar işlerine.
Neyse Öznur’la yaptığımız kısa yolculuk yordu tabi ikimizi de. Şaka şaka şahane bi yürüyüştü ama yemek yemek için bahane bulmak gerektiğinden ikimiz de aynı duaya amin deyip yorulmayı bahane ettik.
Oturur oturmaz önümüze gelen mönüde gözüme ilk çarpan
Oldum olası severim eskileri, eskicileri, tarihi evleri. Tam bir “Bitpazarı” aşığıyım. Alsancak’ta dolanırken, tıpkı Kemeraltı’nda olduğu gibi başım yukarıda geziyorum hep. Cumbalı evlere bayılıyorum. Hele ki restore edilipte ve ben gibilerin girip çıkabileceği yerlere dönüşürse bi o kadar daha çok seviyorum bu evleri.
Böyle bi yerden sözetmek istiyorum size bugün. Alsancak Saint Joseph’in sokağında bir ev burası. Sevgili dostum Efe Akçakayalıoğlu yıllardır burada yaşıyor. Ve bi sabah burayı kafe yapmaya karar veriyor. Adını da çok sevdiği, şirin, minik köpekleri Çakıl ve Zeytin’in isimlerini koyuyor. Efe’de benim gibi eskiye, tarihe tanıklık etmiş, insanlara hizmet etmiş eşyalara meraklı. Çakıl Zeytin Cafe’den içeriye girer girmez, bunu hissediyorsunuz.
Ara sıra uğruyorum dostumun kafesine. Eskilerden laflıyoruz. Laflıyoruz değil de bildiğin gıybet yapıyoruz desek yeridir. Kafeye girer girmez tarihle burun buruna geliyorsunuz. Eski bavullar, televizyonlar, sehpalar, radyolar, Osmanlı fermanları, yok yok anlayacağınız.
Elbette kafeye adını veren Çakıl ve Zeytin de oradalar.
Geçen gün gittiğimde pek gıybet yapmadık. Daha burası kafe değilken girişte bulunan boru tipi sobanın
Geçen hafta bir Bulgaristan seyahatim oldu. 40 küsur yıl sonra eski köylülerimizle bir araya geldik. Bu birlikteliği sonraki yazılarımda anlatacağım.
Şimdi sizlere dönüş yolunda rasgeldiğim iki lezzet mekanından söz etmek istiyorum. Bulgaristan-İzmir arası yaklaşık 800 km.lik bir yol. Otobüsle bana çok uzun gelse de, özel otomobille olunca hiç uzunmuş gibi gelmiyor.
Neyse, sabah erken saatlerde memleketten (Bulgaristan) memlekete (Türkiye) başladı yolculuk. Sabah çorbamızı Kırcaali’de içtik. Güzel bir memleket işi işkembe çorbası içimizi ısıttı.
Çorbanın ardından babamla düştük yollara. Önce Bulgaristan’dan Yunanistan Gümülcine’ye, oradan da İpsala’ya dayandık saat 11.00 gibi. Sorunsuz Türkiye’ye geçer geçmez nedense birden benim karnım acıkıverdi.
Trakya işi köfte mi, Çanakkale’de balık mı yiyelim, diye düşünürken Milliyet İlan servisinden Cem dostumu aradım. Onun önerisiyle Keşan’dan yaklaşık 10 km. sonra sağ tarafta Kavaklık Restoran’a kırdık direksiyonumuzu.
Arabamızı park eder etmez derin bir gölgelik, müthiş bir serinlik karşılıyor bizi. Ağaçların arasına yerleştirilmiş masaya oturur oturmaz güler yüzlü bir garson geliyor siparişlerimizi olmaya. Ayak üstü memleket muhabbetinde
Geçen hafta Torbalı civarında Tekeli Köyü yakınlarında bi işim oldu. Arkadaşımla yine ayağı yere basmayan şeylerin peşinde koşuyorduk.
Akşamüzeri köy civarında dolanırken içim burkuldu. Yemek yiyecek bi yer ararken kendimizi İTOB Organize Sanayi Bölgesi’nde bulduk. Kapı görevlilerine “buralarda çorba içebileceğimiz neresi var” diye sorunca bizi “Beleriç Restaurant”a yönlendirdiler.
Kapının önüne vardığımızda çok şaşırdığımı söylemeliyim. Beklemediğim şıklıkta, acayip güzel bir mekan çıktı karşıma. Şık ve nazik bi hanımefendi karşıladı bizi. Şöyle bi etrafı gezindikten sonra dışarıya oturmaya karar verdik.
İyi ki öyle karar vermişiz. Aman Allahım o ne manzara!
Oturduğumuz yerden Tahtalı Barajı’na kadar her yer görünüyor. Barajı çevreleyen dağ olmasa deniz göreceğiz bulunduğumuz noktadan.
Aslında bi çorba ararken önümüze konan mönüden anlıyoruz ki cennete düşmüşüz. Tam yemekleri sipariş vermek üzereyiz bizi karşılayan hanımefendi yanında başka bir hanımefendiyle yanımıza gelip siparişlerimizi soruyor.
Sonra da hem kendini hem de restoranın şefi Yeliz Atilla’yı tanıtıyor bize. Ee böyle güzel, genç bi şefi bulmuşken yemek muhabbeti yapmadan olmaz deyip kendimi tanıtıyorum ve başlıyor