Geçen hafta Kıbrıstaydım. Aslında sizlere Kıbrıs’ı, Samarella’yı, Hellim’i, Fırın Kebabı’nı anlatacaktım. Ama masaya oturduğumda fikrim değişti.
Çarşamba günü yakın bir arkadaşımla ‘Güzel İzmir’in denizden biraz uzak mahallelerini gezmeye karar verdik. Tepecik’le başlayıp Toros’ta ara verdik gezimize. İşte bu geziden aklımda kalan bir kahvaltıcıdan sözedeceğim size. Konya Mandırası…
Körüklü makina
Ama kahvaltıcıyı anlatmadan önce Tepecik’le ilgili bir iki kelam etmek isterim. Son zamanlarda instagramda kimin yönettiğini bilmediğim, fakat İzmir hakkında çok enteresan hikayaler paylaşan bir sayfayı takip ediyorum. Benim de anılarımın olduğu Tepecik’i gezerken @izmirhatirasi sayfasının hatırlattıkları da, bu kadim şehre, İzmir’e bir kez daha sevdalanmama sebep oluyor.
Dün arkadaşımla Kapılar’dan Tepecik’e, Konya Mandırası’na giderken Yeşildere Köprüsü üzerinde gözümün önünden geçen bir film şeridi kahvaltı masasına başka duygularla taşıdı beni. 1987 yılıydı yanılmıyorsam.
Çorba yapmak, etin üzerine peynir dökmeye benzemez. Emek, fedakârlık gerektirir, sabır gerektirir çorba.
Bana göre ‘çorbacı’ unvanı öyle kolay elde edilmez...
Güzel ülkemiz, çorba konusunda gerçekten çok zengin bir kültüre sahip. Bunda da sanıyorum Anadolu’nun, Asya ile Avrupa arasında bir köprü oluşunun katkısı büyük.
İşte size bugün hayatının önemli bir bölümünü ‘çorbacı’ olarak geçirmiş ve hâlâ işinin başında bir ‘usta’dan, bir ‘şifacı’dan söz edeceğim.
Şifacı dediysem yanlış anlaşılmasın. Ustanın hakkıyla yaptığı çorbaların insana çok faydalı oluşundan dedim.
Kaç zamandır, gideceğim gideceğim deyip duruyordum Buca’daki Ethem Baba’nın Yeri’ne. Geçenlerde eşim ve oğlumu erken saatte havaalanına bırakmam, ille gitmek istediğim babayı ziyaretime vesile oldu.
Buca Cezaevi karşısındaki dükkândan içeri girdiğimde saat 07.30’du. Ethem Baba’dan önce kapının hemen girişinde, sağdaki tezgâh
Senelerdir Karagöl’e gideriz. Hangimiz uğradık bugüne kadar Yamanlar köyüne? Mesela, hangimiz biliyoruz buranın yerel domatesini? Hatta buralarda tarım yapıldığından kimin haberi var?
Belki de ilk kez duyuyorsunuz köyün adını di mi?
Geçen Pazar günü Karşıyaka Belediyesi ‘Yamanlar Köy Şenliği’ adı altında bir etkinlik düzenledi. O kadar çok gezmeme rağmen, ben de ilk defa gittim köye. Demek ki beni cezbedecek bir şey görmemiştim bugüne kadar. Ama varmış! Organizasyonda öğrendim.
Yamanlar’ın domatesi bu yöreye hasmış. İnce kabuklu, biraz şekilsiz, sulu ve şahane bir lezzeti olan, yerli tohum bir ürünmüş. Hatta Karşıyaka Belediyesi bu konuda bir çalışma başlatmış. En doğru tohumu elde edip Yamanlarlı üreticiyle paylaşacakmış. Sonra da bu lezzetli, yerli tohum domatesin yaygınlaşması için gerekeni yapacakmış.
Dedim ya, Karşıyaka Belediyesi’nin yaptığı şenlikle haberdar oldum bunlardan. Çok güzel bir organizasyon oldu. Köylüler ellerinden ne geliyorsa yapmışlar, ürettikleri ne varsa tezgâhlarına koymuşlar.
Geçen hafta pek hareketli geçti benim için. Bayramın 3. günü aniden Bulgaristan’a gitmeye karar verdim. Atladım otobüse, doğru Mastanlı’ya gittim. Çocukluk arkadaşım Sunay’la birlikte, sakin, sessiz ve leziz bi dört gün geçirdik. Kırcaali pazarını, Mastanlı’nın kafelerini, çevre restoranları gezdik. Bol bol köfte, kebapçe yedik. Süt dana, kuzu yedik. Yeşile doyduk, derelere doyduk. Bi sürü ‘keşke’yle başlayan cümle kurduk. “Keşke biz de doğamıza sahip çıksak, keşke bizim de yazları kurumayan derelerimiz olsa, keşke bizde de araçlar yayayı gördüğünde dursa, keşke esnaf daha kibar olsa...”
Tabii bunların hepsi ‘keşke’ dediğimiz yerde kaldı.
İşte dört gün bitti. Yeniden ‘anavatan’a dönüş zamanı. Bayram burada da o kadar yoğun ki, otobüs bileti bulamadık. Ama imdadımıza bir takipçim yetişti ve kendi aracıyla bizi İzmir’e kadar getirdi.
Gerçi yolculuğumuz pek planladığımız gibi geçmedi. Ama olsun, en azından lezzetliydi!
Mastanlı’dan
“Abi, ne geziyosun be!”
Bi de “Hayat sana güzel!”
Bu iki cümleyi o kadar çok duyuyorum ki etrafımda. Söyleyenlerin adını not etseydim, kitap olurdu vallahi.
Ama, öyle değil o!
Birincisi, gezmek dediğin ille çok parayla pulla yapılan bi iş değil. Çıkarsan dışarı, bi de biraz açarsan gözlerini, sen de gezmeye başlamış olursun. “Ama, abi biz de senin gittiğin yerlere gidiyoruz; senin gördüklerini görmüyoruz.”
Görmezsin tabii arkadaş! “Bakmak ile görmek başka şey” diye boşa dememiş büyükler.
Neyse, bu değil konumuz.
Seviyorum kardeşim ben Ege’yi!
Denizini, insanını, doğasını, seviyorum işte!
Her şeyine bayılıyorum buraların…
Çok kıymetli bir abimle uzun zamandır “Yol bizi nereye götürürse” diye bi seyahat yapmak istiyorduk. Kısmet geçtiğimiz haftaymış. Saat 10.00 gibi çıktık İzmir’den. Dedik ki; “Denizden bol bişey yok İzmir’de. Hadi bi şöyle Aydın havası alalım”. Tam Aydın’a geldik, bu seferde “Yyahu hadi bi Nazilli’ye gidelim. Bugün Perşembe. Köylü pazarı pek güzel olur” deyip sürdük Nazilli’ye arabayı.
Yanılmıyorsam en son iki yıl önce gitmiştim Nazilli Perşembe Pazarı’na. Nar ekşilerimi hep buradan alırım. Ve iddia ediyorum memleketimin en güzel ekşilerinden biri Nazilli’de yapılıyor. Eee boşuna dememişler “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar” diye buraların.
El yapımı gazoz
Dedim ya iki yıl olmuş Nazilli’ye gelmeyeli. Artık pazardan beklentimiz neyse, pek bi heyecanla daldık ara sokaklardan birinden pazaryerine.
Ne diyor şarkıda;
“Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.”
Sezen Aksu’nun bu güzel şarkısı eşliğinde çıktık yola, iki gün Uludağ’ı mesken tutmak için kendimize. Bursa’daki sevgili dostum Tolga Özpamuk (@pina_) Uludağ’da iki, İzmir Karagöl’de bir kamp olmak üzere toplam üçüncü kamp etkinliğini gerçekleştirdi bu yıl. Bizim de aile olarak tamamına katıldığımız ilk kamp oldu Uludağ’daki organizasyon.
30’dan 17 dereceye
İzmir’den iki araç, İstanbul’dan da bir araç olmak üzere toplam üç aile katıldık bu organizasyona. Arkadaşlarımızın işleri sebebiyle İzmir’den çıkışımız biraz gecikti. Ama olsun varsın, kampçılığın doğasında vazgeçmemek var neticede. Hava kararmadan vardık Bursa’ya. Sevgili Tolga’nın önderliğinde Bursa’dan da kampa katılan ailelerle Uludağ Milli Parkı girişinde buluştuk. Hava kararmadan çadırlarımızı kurmak üzere kamp alanımıza doğru tırmanmaya başladık. Sıcaklık, biz
Yemeğin birleştiriciliğine oldum olası inandım. Öyle ki, bir Balkanlı olarak çiğköfte yapmayı bile bu yüzden öğrendim.
Birçok güzel insanı sofralarda tanıdım. Hiç bilmediğim yörelere gittim yemek için ve şahane dostluklar edindim.
İşte bu dostlarımdan biri de Özgür Zümrüt. Namıdiğer, @bugünbiraradayız instagram hesabının sahibi.
Geçen günlerde Bursalı arkadaşı Cem Akça’yla yaptıkları sohbette akıllarına gelen enteresan bir işe kalkışmışlar...
Özgür (@bugünbiraradayız), lezzet duraklarının peşinde bir insan. Eh, Cem de ondan aşağı kalmaz. Hal böyle olunca, ortaya da güzel bir seyahat planı çıkmış. Yalnız bu iki isim seyahat etmeden bir seyahat planlamışlar.
Hesap başkasında!
Madem bugün bir aradayız, size bu güzel yolculuğu anlatmak istiyorum.