“Abi, ne geziyosun be!”
Bi de “Hayat sana güzel!”
Bu iki cümleyi o kadar çok duyuyorum ki etrafımda. Söyleyenlerin adını not etseydim, kitap olurdu vallahi.
Ama, öyle değil o!
Birincisi, gezmek dediğin ille çok parayla pulla yapılan bi iş değil. Çıkarsan dışarı, bi de biraz açarsan gözlerini, sen de gezmeye başlamış olursun. “Ama, abi biz de senin gittiğin yerlere gidiyoruz; senin gördüklerini görmüyoruz.”
Görmezsin tabii arkadaş! “Bakmak ile görmek başka şey” diye boşa dememiş büyükler.
Neyse, bu değil konumuz.
Geçen hafta yakın bir arkadaşımla şöyle bi hızlandırılmış Manisa turu yapalım dedik. Tabii, Manisa diye yola çıktık, ama Çiçekliköy’de ilk molayı verdik.
Bu hafta sizlere gezimizde uğradığımız üç mekândan söz edeceğim.
Ha, “Hayat sana güzel”cilere bi sözüm var. Arkadaş, hayat hepimize bi domates vermiş. Kimi ısırarak yer, kimi kesip yer. Ben biraz daha sabırlıyım. Önce domatesi soyuyorum. Sonra kesip tabağa yerleştiriyorum. Son olarak da soyduğum kabuğundan gül yapıp tabağıma iliştiriyorum. E haliyle güzel oluyor.
Bence üşenmeyin. Siz de gül yapın. Hayat size de güzel olsun...
İlk mola, Kozalak Kahvaltı Evi...
Manisa yolculuğumuzda ilk durak Kozalak Kahvaltı Evi. Aslında bilen bilir. Benim pek kahvaltıyla aram yoktur. Öyle uzun uzun kahvaltıcılardan hiç değilim. Domates, peynir, çay... Benim kahvaltım bu. Manisa yolculuğuna çıktığım arkadaşım da benim tam tersim. “Abi, üç öğün kahvaltı yerim ben” diyenlerden... Anlayacağınız daha yola çıktık, “Acıktım ben, bi yerde kahvaltı etsek” deyince, cevabım “Manisa’da çorba içeriz” oldu ama nafile...
Çiçekliköy’de Kozalak Kahvaltı Evi’nde aldık soluğu. Alelacele bi şeyler yiyip hemen yola çıkalım moduyla, köy içinde bulunan mekâna girdik.
Hani Rum evlerinin önü küçük olur, içeri girersiniz, arkada sizi koca bi bahçe karşılar ya! Aha, Kozalak Kahvaltı Evi aynen öyle. Önünde durunca pek bi şey anlamak mümkün değil, ama bir arka bahçesi var kiiii, insanın oturunca kalkası gelmiyor. Biz hafta içi ve erken saatte gittiğimizden kalabalık yoktu pek. Bu vesileyle içeriyi de gezme fırsatı bulduk. Sözde ben, “Hemen bi şiler atıştırıp kalkalım”cıydım ya... Kahvaltı bitiminde arkadaşım zor ayırdı beni bu şirin mekândan.
Neler yoktu ki masada. Börekler, ballar, reçeller, zeytinler, peynirler, mücver ve daha bi sürü kahvaltılık. Ceviz ağacının derin gölgesinde, kuş cıvıltıları, cırcır böceklerinin senfonisi eşliğinde şahane bir kahvaltı yaptık. Cevizin derin gölgesinde de, bu mevsimde suyu az da olsa derenin sesini dinledik.
Dedim ya, ben ki kahvaltıcı değilim, ama ara sıra artık buraya uğrayacağım.
Ha! Mücveri pek sevdim, haberiniz olsun…
0232 377 50 53
Manisa Çarşı’da Aşçı Ahmet’i pek severim...
Sözde kahvaltıyı iki lokma atıştırıp yapacaktık. E ben ne bileyim bu kadar güzel olduğunu gittiğimiz yerin, di mi? Kabul, benim yüzümden biraz geciktik ikinci gideceğimiz yere.
Arkadaşım soruyor, “Abi, Manisa Kebabı mı yiyeceğiz?”
Duymazdan geliyorum bu soruyu.
Tamam, Manisa’nın kebabına diyeceğim bi şey yok. Ama bu güzide şehrin başka lezzetleri de var. Onları da görmezden gelmemek lazım.
İşte, Aşçı Ahmet’in Yeri’ndeyiz.
Eskiden satıcılık yaptığım yıllardan tanırım Ahmet’i. Oğluyla birlikte yürütüyorlar işlerini. Manisa seyahatlerimin neredeyse tamamında burada yemek yerdim. Kapıdan girer girmez her zamanki gülümsemesiyle karşıladı usta bizi.
Bir iki sohbetten sonra kalan yemekleri saydı. Kalan diyorum, çünkü saat 12.00 gibi orda olursanız yemek çeşidi çok fazla oluyor. Biz 13.30 gibi anca gidebildiğimizden haliyle bi çok yemek bitmişti. Ama olsun yine de 5-6 çeşit şansımız vardı. Güleç tavrıyla, “Biraz tas kebabı, biraz da börülce yemeği veriyorum” dedi usta. Eee, ustanın sözünün üstüne söz olmaz bizde. Sanki o kahvaltıyı biz yapmamış gibi yumulduk tas kebabına. Börülce ise başka güzel olmuştu.
İnanın, tas kebabının suyuna bana bana yarım ekmek götürmüşüm. Allah’tan arkadaşım uyardı da banmayı kestim.
Şimdi sizlere şu da iyi, bu da iyi diye yazmayacağım. Tereddütsüz ne seviyorsanız ustaya güvenebilirsiniz.
Yalnız usta, tokuz diye tas kebabını yarım yedik. En kısa zamanda yarısını yemeye geleceğim haberin olsun...
Revna’da kuzu kafes...
Manisa yolculuğumuzda ilk durak Kozalak Kahvaltı Evi. Aslında bilen bilir. Benim pek kahvaltıyla aram yoktur. Öyle uzun uzun kahvaltıcılardan hiç değilim. Domates, peynir, çay... Benim kahvaltım bu. Manisa yolculuğuna çıktığım arkadaşım da benim tam tersim. “Abi, üç öğün kahvaltı yerim ben” diyenlerden... Anlayacağınız daha yola çıktık, “Acıktım ben, bi yerde kahvaltı etsek” deyince, cevabım “Manisa’da çorba içeriz” oldu ama nafile...
Çiçekliköy’de Kozalak Kahvaltı Evi’nde aldık soluğu. Alelacele bi şeyler yiyip hemen yola çıkalım moduyla, köy içinde bulunan mekâna girdik.
Hani Rum evlerinin önü küçük olur, içeri girersiniz, arkada sizi koca bi bahçe karşılar ya! Aha, Kozalak Kahvaltı Evi aynen öyle. Önünde durunca pek bi şey anlamak mümkün değil, ama bir arka bahçesi var kiiii, insanın oturunca kalkası gelmiyor. Biz hafta içi ve erken saatte gittiğimizden kalabalık yoktu pek. Bu vesileyle içeriyi de gezme fırsatı bulduk. Sözde ben, “Hemen bi şiler atıştırıp kalkalım”cıydım ya... Kahvaltı bitiminde arkadaşım zor ayırdı beni bu şirin mekândan.
Neler yoktu ki masada. Börekler, ballar, reçeller, zeytinler, peynirler, mücver ve daha bi sürü kahvaltılık. Ceviz ağacının derin gölgesinde, kuş cıvıltıları, cırcır böceklerinin senfonisi eşliğinde şahane bir kahvaltı yaptık. Cevizin derin gölgesinde de, bu mevsimde suyu az da olsa derenin sesini dinledik.
Dedim ya, ben ki kahvaltıcı değilim, ama ara sıra artık buraya uğrayacağım.
Ha! Mücveri pek sevdim, haberiniz olsun…
0232 377 50 53