Nazillili Karabıyık Amca şekerle sodadan yaptığı gazozunu anlatırken, “Cem Yılmaz’ın oynadığı ‘İftarlık Gazoz’ filminin arabasını benim arabayı görüp yaptılar” demişti. Geçen yıl vefat eden Karabıyık Amca’nın işini damadı sürdürüyorEskiden bi gazoz kültürü vardı memleketimin. Neredeyse her semtin gazozcusu vardı. Ya da bana öyle geliyordu. Bisküvi arasına sıkıştırılan gül lokumunun yanında ne de güzel giderdi. Sonra leblebi tozunun üzerine içip, bi de üstüne puflamak yok mu? Dün gibi aklımda hepsi de! Malum seviyorum gezmeyi. Hele pazar gezmeyi ayrı seviyorum. İşte bu gezilerden tanıdığım fakat son gittiğimde vefat haberini aldığım Nazillili gazozcu Karabıyık Amca’dan (Necati Kabakçı) söz edeceğim size.Başta anlattığım gibi gazoz ayrı bir tutku benim için.
O sebeple gittiğim her yerde ille yerel marka gazoz ararım. Bulursam da hem keyfini çıkara çıkara içerim hem de bir iki tane alır getiririm eve. Bunun için Ege’de zorlandığım pek söylenemez. Çünkü 60 civarında halen
Kaç zamandır yazayım diyorum burayı, ama nedense ille bi şey oluyor, başka bi yer önüne geçiyor, yazamıyordum. Vardır bi hayır diyordum hep. Ama bu sefer kimselere fırsat vermedim ve ilk gittiğimden beri aklımda kalan Halil Usta Cağ Kebap’a Çarşamba günü yeniden gittim ve yine hayran kaldım.
Usta’nın dükkânı Gaziemir’de. Valla tarif etmek isterdim ama biliyorsunuz bu konuda yeteneksizim. Siz iyisi mi açın haritaları, girin Halil Usta Cağ Kebap’ı telefonunuza, kapısına kadar götürsün.
Lezzeti sarsıcı!
Yazımın başında dediğim gibi, biz Halil (Cansu) Usta’ya gidelim dedikçe ille bir hadise oldu, gidemedik. Aslında bugün de gidemeyecektik, ama programımızı uzattık ve Halil Usta’da aldık soluğu. Ustanın mekânı, Gaziemir pazaryerinin yakınında; kendi halinde, gösterişsiz, tertemiz, pırıl pırıl bi dükkân.
Kendisi de dükkânın mütevazılığında; kibar, sessiz sakin biri. Ama cağ kebabı öyle değil! Onun lezzeti sarsıcı derecede güzel!
İçeri girerken karşılaştık ustayla, her zamanki sakinliğiyle hoş geldiniz deyip buyur etti
Ya, aslında ağzım çok laf yapıyor. Fakat, şöyle iki satır bi şey yazmaya başladığımda söze nerden başlayacağımı bilemiyorum.
Eh madem başladım, anlatayım o zaman. Şu bizim kereviz, namıdiğer @gezginkereviz (Deniz) öldürecek beni. Arkadaş, iki satır evde dinleneyim; accık televizyon izleyeyim, balkonda bi çay keyfi yapayım dediğim günün sabahı arıyor beni: Abi, hadi bi İzmir turu atalım.
Arkadaş! Bakalım benim böyle bi enerjim, bi isteğim var mı? Daha cevap veremeden, “Tamam o zaman şurda buluşalım” deyip bitiriyor konuyu. E malum ben de pek gezmeyi sevmediğimden, çok da itiraz edemiyorum.
Tam da anlattığım gibi bi gün yaşadım Çarşamba günü. “Hadi abi, Bornova’ya gidiyoruz.”
Kalktık gittik tabii...
Bornova eski çarşı, en favori yerlerimden benim. Sonra Bornova Anı Evi ve elbette Dramalılar Köşkü...
Birlikte elimizde telefonlar, fotoğraf çekmelere doyamadık. Elbette bu güzelliklerin yanında bizi çokça rahatsız eden, şu her gittiğim yerde göz kirliliği yaratan tabelalardan da şikâyet etmeyi ihmal etmedik. Söylemeden
Karşıyaka damadıyım ben. Sevgili eşim Ebru ile nişanlandığımız günden itibaren, rahmetli dedesi Hasan Kokuludağ’dan dinledim Karşıyaka’yı. Esnafının müşterisine, birbirine olan saygısından söz ederdi. En dikkatimi çeken şeylerden biri ise, eşinin dostunun oturduğu sokağın numarasını bilmesiydi. Yolda eski bir arkadaşına rastlasa muhabbete “1811 Sokak’taki Mustafa Bey, 6348’deki Avukat Ali Bey...” diye başlar, ayrılırken de fötr şapkasını hafifçe kaldırır, selamını verirdi... Hastaneye gitmeyi pek sevmezdi. Gergin giderdi Hasan Dede. Doktor, tahlilleri uygun bi dille anlatıp “Maşallah, turp gibisin Hasan Baba” deyince, muayenehaneden çıkınca, paf puf bi cigara içerdi. Sonra da bizi ya bi köfteciye ya da bi dönerciye götürürdü.
Hele köfteci, anamdan babamdan kalan güzel bi ritüel bugün hâlâ benim için.
Nerden çıktı şimdi bunlar diyorsunuz di mi? Demeyin!
Piyazı tırtıklamak
Ne yalan söyleyeyim, bunu ilk duyduğumda bıyık altı gülmüştüm. Fakat sonra biraz düşününce, bugün dünyada ve ükemizde bu ve benzeri o kadar çok gün var ki, kokoreç günü onların yanında ziyadesiyle çok daha anlamlı.
İşim gereği yemek mekânlarını çok geziyorum. Ve görüyorum ki, kokoreç mönülerde hak ettiği yeri alıyor.
İstanbul’da, Ankara’da kerli ferli restoranlar farklı kokoreç yorumlarını müşterilerine sunuyor. Kimileri hamburger bile yapıyor.
Gerçi ben kokoreçte ileri boyutta fanteziye giden yorumlara, uygulamalara karşıyım. Tıpkı lahmacuna Adana kebap sarıp üzerine ne idüğü belirsiz peynir akıtılmasına karşı olduğum gibi. Ama gene de kokorecin mönülere girmesi güzel.
Cihan Et'in kurucularından Cem Yaylacık'ı babası ceza olsun diye çiftlikte çalıştırırmış...Kaç zamandır gideceğim, kısmet olup bi gidememiştim Cihan Et’e.
Ve bu hafta iki ara bi dere zaman yaratıp gittim. Kıymetli bi arkadaşımla, onun söylemiyle Form Bornova’da buluştuk ve daha sonra hiç sağa sola bakmadan daldık Cihan Et’e. Aslında lezzetine aşinayım buranın. Yaptığımız bir kampta arkadaşlardan biri, buradan aldığı sosisi getirmişti. Ve hepimiz bayılmıştık sosise. O gün bugündür de bi türlü gelememiştim dükkâna. Ama olsun, ne demiş bi çilekeş insan; “Beklenen gün gelecekse eğer, çekilen çile kutsaldır.” İşte, çilenin bittiği gün!
Dükkândan içeri girer girmez minik bombelerini takmış garsonlar ve tablo gibi bir kasap reyonu karşılıyor sizi. Kasap reyonunun devamı açık mutfak! Yani seçtiğiniz eti kimin, nasıl, nerde pişirdiğini görüyorsunuz. İddialı ve güzel bi şey!
Şööyle alıcı gözüyle et reyonunu seyrediyorum. Arkadaşım hemen yanımda, “Hadi abi, çok acıktım” diye
Biz çocukken köyümüzde böyle kahvaltılar yoktu!
Tütün işçisiydi, üreticisiydi benim ailem.
Sabah çok erken kalkarlardı. Gün ağarmadan tarlaya gider, tütün kırarlardı. Eh işte, çocuk aklımızla biz de yardım ederdik.
Sabahları kahvaltı yapılırdı elbet.
Ani kararlar her daim eğlencelidir. Birlikte gezmekten, bi şeyler yapmaktan keyif aldığımız bir arkadaş gurubumuz var. Seviyoruz bir arada olmayı.
Bundan üç, dört ay önce bi rakı masasında sohbetin ortalarında kimin tarafından ortaya atıldığı belli olmayan bir Kıbrıs konusu açıldı. Herhalde 10 dakika sonra da uçak biletleri alınıp Kıbrıs’a gitme işi kesinleştirildi.
Ardından her birlikte olduğumuzda Kıbrıs dilimizden düşmedi.
Benim adaya ilk seyahatim. O nedenle gidenlerin anlattıkları ve okuduklarımdan başka bir bilgim, fikrim yok. Yani rehberimiz Özgür, daha önce adada yaşamış olan Deniz ne diyorsa biz inanacağız. Durumumuz bu!
Bavul kayboldu
Uzatmayayım öğlen saati İzmir Adnan Menderes havaalanındayız, bir saat sonra da Ercan Havaalanında. Yalnız beni havaalanında kötü bir sürprizin beklediğini bilmiyorum. Herkesin eşyası tam! Benim bavul kayıp. İlk şoku atlatır atlatmaz “Amaan boşver be, iki don bi gömlek di mi, bulunur nasıl olsa” deyip bizi bekleyen otobüsümüze atıyoruz kendimizi. Hava sıcak, nem yüksek, ama bizim gençliğimiz var, keyfimiz yerinde…
Fı