Ah Özgür ah!
Herşey senin yüzünden, herşey!
Yahu arkadaş, akşamın bi saati “Abi hadi yarın sabah Akhisar’a gidelim” söylenecek laf mı yahu? Gidelim tabi, gidelim de böyle plansız, programsız nereyi gezeceğiz, ne yapacağız? Onca lezzet mekanının hangi birine uğrayacağız di mi ya!
“Amaaan abi hayatın neresi planlı Allah aşkına? İnsanoğlu plan yaparmış, kader oturduğu yerden gülermiş. Unutma!”
İşte böyle gittik Akhisar’a @bugünbiraradayız (Özgür Zümrüt) ve @travelandgourmets (Kutlu Özemrak) ile birlikte. Sabah erken vardığımız Akhisar’ı akşam geç saate kadar tavaf ettik desem yeridir. Şimdi size olabildiğince kısa anlatmaya çalışacağım mini lezzet turumuzu. Sonraki günlerde ayrıca uzun uzun yazarım. Hep köftesini biliriz Akhisar’ın. Çorbacılarını, katmerini, dondurmasını, kokoreçini, şambalisini pek bilmeyiz. Zeytin diyarı olduğunu biliriz de, aklımızda nedense hep köfte olur.
Özcan Lokantası
Sabah olabildiğince erken vardık Akhisar’a. İlk durağımız Özcan Lokantası Şerif Özcan oldu. 1960 yılından beri işinin başında Şerif Amca. Harika kellepaça, ayak paça çorbası var. Her sabah saat 03.00’ten itibaren işinin başında. Oğluna el vermiş, onunla birlikte hazırlıyor çorbalarını ve diğer
Yolculuğumuza geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Gece karnımız tok, sırtımız pek bir uyku çektikten sonra kahvaltımızı Keşan’da Onur Çorba’da yapıyoruz. Kestirmeli birer kelle paça içiyoruz. Kısa bir Keşan turundan sonra geçen yıl gittiğim Pavli Panayırı dönüşünde, yağmurlu bir havada ayaküstü birer köfte yediğimiz ve tadı damağımızda kalan Köfteci Niyazi’ye doğru çeviriyoruz rotamızı. O gün arkadaşlarımla bizi Köfteci Niyazi’de kasanın başında karşılayan Niyazi’nin oğlu Özcan Atasayarlar, yine bıraktığımız yerde. Kasanın başında. Daha sokağın başında burnumuza gelen şahane köfte kokularının geldiği tezgâhın başındayız işte. Ve yine acayip samimi karşılıyor Özcan Abi bizi. Hemen köftelerimizi, salatamızı, cacığımızı gönderiyor masamıza. Uzun uzun konuşuyoruz köfteyi ve bu şahane lezzeti yaratan babasını. Kalkma zamanı geldiğinde geçen sefer olan şey yine oluyor. Özcan Abi tatlı diliyle, samimiyetiyle, o babacan tavrıyla yine hesap ödetmeden yolcu ediyor bizi.
Şimdi ver elini Edirne...
Edirne’ye Balıkçı Yasem
Edirne’ye her geldiğimde bi hüzün kaplar içimi. Bulgaristan’dan trenle gelişimiz gözümün önüne gelir. Sonra ta Osmanlı’dan kalma misafirhanelerde konuk edilişimiz.
Arkadaşlarımın hızlı karar vermelerini seviyorum!
Epeydir dost sohbetlerinde Bulgaristan’a gideceğimi dillendiriyorum. Bulgaristan’da yaşayan arkadaşlarım Ergün ve Sevgin köyümüzde her yıl köylülerimizi bir araya getirmek için kuzu çevirme partisi düzenliyor. Mayıs ayının ilk Cumartesi günü köyde olmam gerektiğini anlatıyorum. O kadar çok ve iştahlı anlatmış olmalıyım ki; önce Aykut, sonra da Mehmet (@gurmecanlar) “Biz de geliyoruz abi” dediler. Açıkçası, birine Karşıyaka’dan Torbalı’ya gidelim deseniz bu kadar hızlı karar veremez. Ama bizim gençler anında verdiler kararlarını.
1 Mayıs sabahı yola çıkarken Mehmet (@gurmecanlar), “Abi seyahatimizin adı Et Üzerine Bir Yolculuk olsun” dedi.
Olsun be dedik, olsun! Ve çıktık yola...
Maşallah, Aykut iyi araba kullanıyor. Sakin sakin, bizi hiç üzmeden, sarsmadan ilk durağımız olan Ayvalık Küçükköy’de veriyor ilk molayı. Burası bir Boşnak köyü. Eski adı Yeni Carohori. Gurmecanlar Mehmet’in önerisiyle kahvaltımızı Lalanın Börek Evi’nde Boşnak böreğiyle yapıyoruz. Gerçekten bu kadar yolu gittiğimize değiyor. Özellikle kıymalı böreği tavsiye ederim. Hızlıca, bu sakin, sessiz ve tarihi köyü gezip ikinci durağımız olan Çanakkale’ye doğru yola
Bu ara dönercilere taktım galiba. Ben farklı yer aradıkça karşıma sürekli onlar çıkıyor.
Daha iki gün önce gittiğim ve pek memnun kaldığım bi yerden söz edeceğim size: Dönerci Mehmet Usta (Doğan)...
Sevgili arkadaşım, dostum @bugünbiraradayız (Özgür Zümrüt); Mehmet Usta’yı öyle anlattı, öyle anlattı ki, gitmemek olmazdı. Yakın bir abimle buluştuk Karşıyaka’da. Oradan da otoban üzerinden ver elini Bayraklı...
Şu yeni yapılan Westpark Outlet’in hemen arkasındaki Cengizhan Mahallesi’nde aldık soluğu. Aslında zaman zaman gelip geçtiğim yerler buralar. Ama tam da ana caddede bu kalabalık mekânı nasıl atlamışım anlamadım.
Neyse, aracımızı uygun bir yere park ettik ve dükkâna geldik. Malum, havalar artık ısındı; dışarıda bir masada oturalım diye düşündük ama nafile, yer yok!
Hiç bozmasın...
İçimden “Güzel bi yere geldik galiba” diye geçirdim. Hızlıca karar verip dükkânın içine geçtik. Geçtik de, içeride de bir masa var. Girer girmez Mehmet Usta karşıladı bizi tonton tavrıyla. Bir hoşbeş konuşmasından sonra usta sipariş almak istedi ama birlikte gittiğim ağabeyim kararsızlar kralı olduğundan ve de kendisi ilmi siyaset uzmanı oluşundan, bizim sipariş vermemiz on dakikayı buldu. Ne mi
Et pişirmek sanattır! Kıvamında, doğru, dürüst satıcılıksa ayrı bir sanat. Hep söylerim, İzmir bir limandır. Çok insan gelir geçer bu şehirden. Çokkültürlüdür anlayacağınız. Gelen her kültür, her insan güzel şeyler bırakır burada. Geldikleri yörenin en şahane yemeklerini yaşadıkları bu güzel şehrin insanlarıyla gönülden, içten paylaşırlar. Bu da ayrı bi güzellik, lezzet katar yemeklerine.
İşte size böyle bir yerden söz edeceğim bugün. 25 Mart Oltu Cağ Kebap...
Önceki hafta bir grup arkadaşımla birlikte gittik Forum’un girişindeki dükkânlarına. Vallahi ne yalan söyleyeyim; bu ara öyle sapa yerleri gezdim ki, şehrin en kalabalık noktalarından biri olan Forum Bornova civarını atlamışım. Ama olsun, neydi felsefemiz “Lezzeti bulalım yeter ki, geç kalmış sayılmayız.”
Kebabın içine doğdum...
25 Mart Oltu Cağ Kebap’ın sahibi Necmettin Uçar, Erzurum Oltulu. Açıkçası, ben burayı Oltu’yla alakalı bilmezdim. Necmettin Bey’le konuştuktan sonra öğrendim. Yemekten fırsat bulduğum anlarda kendisiyle konuştum... “Ben küçüklükten beri bu kebapla büyüdüm. Babam, Kömür İşletmeleri’nde şefti. O nedenle evimizden misafir eksik olmazdı. E hem Erzurumlu hem de Oltulu olunca gelen her misafire sürüden bi
Bi yere gidersin, birini görürsün.
Bi konu açılır, ilgini çeken bi kelime olur.
Sorarsın.
Bi de bakmışsın İzmir’in en uç noktaların birinde dönercidesin.
İşte böyle bir iş benimki de.
Çarşamba günü aynen böyle oldu Dönerci Kenan’a gitmem.
Oğlumun okulundaki randevu saati değişince Hatay Renklide ayakkabıcı dostum Uğur’a takıldım. Ayaküstü Güzel İzmir’in güzelliklerinden sözederken, laf arasında Eski İzmir Karabağlarda bir dönerci sohbeti oldu. Meraklandım. Kısıtlı bir zamanım olmasına rağmen navigasyona Zeyrek Petrolü girip, bastım “git” düğmesine.
Kültür kelimesinin içinin doldurulduğu iki yer var sanki memleketimde. Biri Antakya, diğeri de İzmir. İnsanların bu kadar birbiriyle barışık, birbirine saygılı, kendi kültürünü yaşatırken bi başkasınınkine duyarlı bu iki şehrin üzerine yok bence. Ve bunu her alanda, her yerde görmek mümkün. İşte size bir iki örnek. Midye Giritli yemeği ama Mardinliler yapıyor. Söğüş Niğdeli aslında, fakat İzmirliler sahiplenmiş. İşte bu şahane İzmir’in yemek kültürüne bir ürün daha eklendi. Baniçka! Türkçe bir kelime değil Baniçka, Bulgarca. Ama göreceksiniz yakın zamanda sanki Türkçeymiş gibi gelecek bize. Baniçka bir Bulgar böreği aslında. Mayasız hamurdan, içine çökelek peyniri koyularak yapılan lezzetli bi börek. Her Bulgaristan göçmeninin köyünü, kasabasını ziyaretinde ille yediği bir kahvaltılık. İşte size Bornova’da bu böreği yapan bir yer anlatacağım bugün.
Kifla da var!
Habibe ve eşi İsmail Asiltürk, 1990 yılında göç etmişler Bulgaristan’dan Türkiye’ye. İkisi de bir çok işte çalışmışlar. Fakat hep kendi işlerini de yapmak istemişler. 2004 yılında şu anda bulundukları yere yakın bi yerde açmışlar dükkanlarını. Adını da “Baniçkacı” koymuşlar. İlk zamanlar bulundukları çevreden sadece
Geçenlerde Akhisar Dayıoğlu Kasabı Muhtar Amca’nın yerindeydim. Çok severim bu mekânı. Ben diyeyim 10, siz deyin 15 senedir giderim...
İşte oradayken paylaştığım story’lerden birine “İzmir’de Göztepe’deyiz, buyrun bu lezzeti bi de bizde tadın” diye mesaj geldi. Davete icabet gerekir elbet, fakat gelen davetlerden hiçbirine “Tamam, şu tarihte geliyorum” demem. Sadece uygun olduğumda gelmeye çalışacağımı yazarım. Macır Köfte’de de böyle oldu.
Ama gelin görün ki, Göztepe’de arkadaşımla bir iş için buluştuk. Yemek saati gelince ne yesek diye düşünürken, bi anda Macır Köfte’de bulduk kendimizi.
İnşallah güzel bi köftecidir duasıyla daldık içeri. Girer girmez, aşina olduğum ve pek sevdiğim köfte kokusuyla birlikte hoş bi hanımefendi karşıladı bizi.
İzmir’e taşımışlar
Minik bir hoş beşten sonra şık bi masaya davet etti. Bense çok fazla ortalarda olmamak için “Kuytu bi yer iyi olur” dedim kii, hemen arkamdan bi ses “Fedo’nun Dükkânı gelmiş olamaz, lütfen böyle buyrun” deyince çok şaşırdım. Çünkü; birlikte geldiğimiz arkadaşım ön plandaydı, ben gözlüklerimi bile çıkarmadım biri beni tanır diye. Neyse, olan oldu yakalandık bi kere dedik, oturduk masamıza...