Kale Arkası, Borsa, Çankaya, Kordon, Basmane ve elbette Kemeraltı! Güzel İzmir’in eski semtleri buralar. Filinta gibi delikanlıyken gezip tozduğumuz şimdiki tabirle takıldığımız yerler. O zamanlar gece, Cumhuriyet gazetesi teknik serviste çalışıyorum. Askerden yeni gelmişim. Mesaimiz akşam saat sekiz gibi başlıyor ama biz ekip olarak neredeyse her gün öğlen buluşup, yukarıda saydığım yerlerde geziyoruz. Daha doğrusu piyasa yapıyoruz. Haliyle civar esnafını, seyyar satıcısını, gece çalışanını, kağıtçısını, otoparkçısını tanıyoruz. En azından bi “merhaba”mız var.
Şimdi de bu semtlerde, bu mekanlarda olmayı çok seviyorum. Tanıdık bir yüz görmeyi, oturup iki lafın belini kırmak iyi geliyor.
Son yıllarda da en çok sevgili abim, meslektaşım Turgay Kılınç’la buralarda olmak pek keyifli oluyor.
Geçen haftaydı en son Kemeraltı gezmemiz. Yine çok güzeldi. Çok eğlenceliydi. Gerçi Turgay abim zaman zaman huysuzluk ediyor ama olsun varsın, olacak o kadar…
Aklıma gelmişken, yakın dostlar soruyor, “Yahu aynı yerleri gezmek sıkmıyor mu?” diye. Hayır sıkmıyor. Çünkü biz koşulsuz geziyoruz. Elbette bir hedef koyuyoruz gezmelerimizi ama asıl olan hedef değil, ona doğru ilerlerken geçirdiğimiz zaman.
Neyse böyle felsefi konulara girmeyeyim ben. Kısaca, eğer birileriyle gezmelere gidiyorsanız, çok fazla sorgulamayın. Yola bırakın kendinizi, inanın pek keyif alacaksınız.
Neyse biz dönelim konumuza.
Geçen hafta sevgili abimle bıraktık yine kendimizi Kemeraltı’nın labirent gibi sokaklarına. Bi hedefte koyduk elbette. O eşine sarma makinesi, ben de bir çinko kupa alacaktım. İki ürün için bütün Kemeraltı’nı tavaf ettik desem yeridir. İkisini de bulamadık. En son fincancılar çarşısında bulduk ve aldık.
Büyük bir keyifle aracımıza doğru yola koyulduk. Tam Hisarönü sokağının karşısındaki caddeye geçmiştik ki, eskiden Krom İşhanı önünde duran bir çerezci geldi aklıma. Turgay abim, “Oğlum ne alakası var şimdi bizim konumuzla?” dedi.
Anlattım; “Abi doksanlı yıllarda kolunda bir sepet, sepetin içinde özenle dikilmiş bez torbaların içinde çerezleriyle dolaşan yaşlı bir amca vardı. Fındığından, fıstığına, çıtır kabağından, Antep fıstığına çerezlerinin tadına doyulmazdı. Öğleden sonraları önce bankalara uğrar sonra da Kalearkası’nda, Cumhuriyet gazetesinin önüne gelirdi. Şimdi geçerken o geldi aklıma”. Aynen o amca gibi çerez kavuran ikinci yer de bu işhanının önündeydi.
Bu muhabbeti yaparken sağa sola bakmayı da ihmal etmiyorduk. Krom İşhanı’nın on onbeş metre gerisinde bir çerezci gördük. “Acaba burası mıdır?” diye daldık dükkana.
Evet doğru tahmin etmişiz, dükkan burası. Hemen tanıştık Aycan Bulgurcu ile. Durumu kısaca özetledik. O da anlattı bize ne zamandan beri bu işi yaptığını.
Aycan usta annesinin amcasından öğrenmiş çerez işini. Çok küçük yaşlarda başlamış çerezciliğe. Şimdi siz, ne var ki bu çerezi özel kılan. Bir sürü yerde var çerez, çerezci diyebilirsiniz. Ama öyle değil! Aycan Bulgurcu, 1982 yılında açmış Krom Plaza önüne tezgahını. Ustası Kemeraltı Azizler Sokağı’ndaki kara fırınında kavururmuş çerezlerini hergün.
O da aynı usul ve disiplinle Azizler Sokağı’ndaki kara fırında kavuruyor çerezlerini. Dükkana girdiğinizde çok ürün göremememizin sebebi de bu. Çerezinin en önemli özelliği çifte kavrulmuş olması. Basit gibi geliyor kulağa ama “En küçük bir hatada tüm ürün yanar” diyor Aycan usta. Amcasından aldığı eli o da oğluna devretmek üzere, bildiklerini oğluna öğretiyor. Uzun uzun eskileri konuşuyoruz. Bu arada benim adını bilemediğim sepetli çerezci amca rahmetli olmuş. Mustafa imiş adı. Amcaya rahmet okurken çifte kavrulmuş fıstıktan atıyoruz ağzımıza birer tane ve o anda eski gazetenin önüne, rahmetli Mustafa amcanın çerez sepetine gidiyoruz. Tat böyle bir şey işte. Zaman yolculuğu yaptırıyor insana. Biraz fındık, biraz fıstık alıp çıkıyoruz dükkandan. Damağımızda muhteşem bi lezzet, yüzümüzde kocca bi gülümseme… Ve son sözü Turgay abim söylüyor; Ne iyi oldu be Fedo, iyi ki geldik, iyi ki böyle güzel bi insan daha tanıdık. Anıları tazeledik hem de çifte kavrulmuş…
Güre’de siyaset yoktu keşkek vardı!
Eğer insana dokunursan herşey güzel oluyor. Haftasonu Balıkesir Güre’deydim. Edremit Belediyesi’nin organize ettiği ‘Kazdağları-Güre Bahar Şenlikleri’ne katıldım. Aslında Urla’da Enginar Festivali vardı. Oraya giderim diye düşünüyordum ama kıramayacağım bir arkadaşımın davetiyle Güre’ye gittim. İyi ki de gitmişim. Şahane insanlar tanıdım. Samimiyetlerini çok sevdim. Şimdi gelelim festivale. Bu yıl ilk defa düzenleniyor festival. Öncülüğünü de Güre Turizm Tanıtma Derneği yapıyor. Dernek Başkanı Ahmet Çetin, inanılmaz bir çaba ve içtenlikle sahip çıkıyor festivale. Ayrıca turizm derneğinin kurucularından Agah Ferhatoğlu’da hep yanında. İlk organizasyon olmasına rağmen yöre insanının katılımı dışında komşu Yunanistan’dan da katılımcılar vardı. Herşey programa uygun ve her etkinlikte tüm organizasyon görevlileri işlerinin başındaydı. Hatta öyle ki, başkan dahil tüm görevliler aileleriyle birlikte koşturuyorlardı. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ve Balıkesir Valiliği de ellerinden ne geldiyse yapmışlar. Siyaset yoktu organizasyonda ama şahane keşkek vardı. Bir de Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin muhteşem bandosu vardı. İşte insanların beklediği bu birliktelik! Bravo Balıkesir, bravo Edremit, bravo Güre…
Dilerim daha güzel festivallere imza atarsınız.