Mavi boyalı pervazları tüten bacası olmasa terk edilmiş sanılacak sıvasız briket kulübeye yaklaşırken hamurlu ellerini plastik leğenden çıkardı sundurmadaki kadın... Merak ve endişeyle bize baktı ellerini ovuşturup yapışanları temizlerken. Biraz da gerildi sanki.
Kızıyla birlikte gelen iki yabancı kim ola ki?
Hemen tanıttım kendimi... “Kızınız başarılı bir sporcu, sizle madalyalarıyla fotoğraf çekmeye geldik”!
İçinden “oh” dedi eminim.
Havayı yumuşatmak, yarenlik etmek için hafif kırmızıya çalan hamuru işaret ettim ve “akşam börek var galiba” boşboğazlığı ettim.
“Tarhana” dedi. “Kışlık yapıyorum”.
Ağrı’ya ulaştığımda“kimdir buranın en iyi sporcusu” diye araştırıp Zerrin’i bulduktan sonra, ona ya ikinci ya da üçüncü sorum “sabah ne yedin”e aldığım “tarhana çorbası” yanıtının öznesi böyle üretiliyordu demek ki...
Bebek küveti kadar bir leğende. Emek yoğun şekilde...
Daha çok işi varmış... Bekleyip kabaracak sonra kurutulacak, ufalanıp elenecekmiş. Dört gün sürermiş. Zaten hazırı varmış. Hemen ısıtırmış.
İşte Anadolu misafirperverliği.
* * *
“Ben sevmem” diyemedim favori yemek için!
Doğu ve Güneydoğu araştırmasından döndüğümde “o bölgedeki sporcuların en sevdiği yemek tarhana çorbası” diye yazmadım tabi.
Tıpkı “yalınayak koşmak, ev yapımı tahta kayaklarla kaymak bölge sporcularının tarzı” diye yazmadığım gibi.
Tarhanaya talim ediyorlardı çünkü içindeki domates, biber, soğan tarladan, süzme yoğurt ahırdan, un akrabadandı... Maliyet-besleyicilik-doyuruculuk denkleminde idealdi.
Yalınayak koşuyorlardı çünkü ya spor ayakkabıları yoktu gündelikleri parçalamaktan korkuyorlardı... Ya da Ankara’dan gelen gıcır gıcır spor ayakkabıyı yarışa saklıyorlardı.
Kayak mı?.. Beline kadar karda yürüyemeyeceğine göre, hakikaten yetenekli oldukları anlaşılana ve sporcu sayılıp bir çift fabrikasyon edinene kadar babanın/amcanın kalası inceltip yaptığı kayaklarla gidebiliyorlardı sağa sola, okula.
Ve ben çok iyi biliyordum canlarının her şeyi istediğini.
Doğuda bir ilk okulda “en çok istediğinizi yazın” kompozisyonuna “poğaça” başlığı koyan ve taa gençliğimde bana sosyal bir kroşe çakarak kendime getiren ufaklığı unutmamıştım.
Hepsi çoluğa çocuğa karışmıştır şimdi...
Ve koşan kayan çocuklarına tarhana yapıyorlardır muhtemelen.
* * *
Neden yazdım geçen yüzyıldan kalan bu hatıraları?..
Çünkü o günden bu yana değişmeyen bir önyargı var... Daha doğrusu “sonuçlara bakarken sebebi ve gerçeği ıskalamak” alışkanlığı:
“Doğu ve Güneydoğu’da gençlerimiz atletizme, kayağa, bireysel salon sporlarına yatkındır” yanlışı.
Ne malum?..
Belki çoğu Formula 1 pilotu olmaya yatkın...
Belediye otobüsünden başka motorlu araca binmeyen çocuğun otomobil/motor sporlarına yeteneğini ve yatkınlığını kim nasıl tespit edebilir?
İçlerinden tramplende dünya yıldızı çıkmayacağını kim iddia edebilir mesela?
Havuzu, trampleni var da korkuyorlar mı çıkmaya?
Veya Bitlisli bir Messi?
Koşuyorlarsa tesis altyapı istemediğindendir... Kayıyorlarsa doğanın gereğidir. Bireysel sporlar bir tribün altında bulup buluşturulan bir minder, bir ring ile kardan tipiden kaçmak içindir.
Ve gün gelip ipin ucunu bırakıyorlarsa spor alt yapısı, olanakları açısından henüz modern dünya ile çağdaş olamadığımız içindir.
Leonardo Da Vinci gibi bir deha helikopterin, paraşütün, su pompasının ancak resmini çizebildi. Çünkü beş yüz sene önce elinde ne vida ne motor ne torna/planya ne elektrik ne petrol vardı.
* * *
Para ile imanın kimde olduğu bilinmez derler...
Spor yeteneğinin hiç bilinmez.
Dağların içine saklanmış elmas gibidir o yetenek. Bulana servet.
Aramayan, çabalamayan, dağda yetişen ahlat armutunu yer ancak.
Bakınız Ahmet Ağaoğlu golf federasyonu başkanı olduktan sonra yaş ortalaması 40’ı aşan sporcu portföyünü gençleştirmek ve genişletmek için gözünü Doğu’ya çevirdi ve Ağrı’dan, Doğubayazıt’tan, Ardahan’dan Erzurum’dan Yıldızlar Golf Liginde ve Golf Liginde oynayan binlerce lisanlı sporcu buldu ki, uluslararası başarılara uzanmaya başladı pek çoğu. Birkaç yılda erkeklerin ilk üçü Ağrı’dan, bayanların 1,3 ve 4.’sü Erzurum’dan çıktı. Samsun Golf merkezi oldu.
Hani golf CEO sporuydu?
* * *
Elbette sonsuz ihtiyaçlarını tamamlamaya çalışan bir ülkeyiz biz...
Şimdilik Hakkari’deki yüzme havuzu, Iğdır’daki kadın futbol takımı ile iftihar edebiliriz. Ama üstesinden gelebildiğimiz sadece gençleri farklı sporla tanıştırmak henüz; onlara bir olimpiyat, bir dünya şampiyonluğunun kapılarını açmak değil.
O yüzden gençlerimizin yaşadığı bölgelere uygun sporlarla ilgilenmesi kaçınılmazdır. Hiçbir zararı da yoktur.
Lakin bundan sonuç çıkarıp, yatırımları bu sonuca yönlendirmek yerine doğal yeteneklerin kısıtlı imkanlardan yararlanmasını sağlayacak organizasyon yapmak, hiç olmazsa spor dehalarını olanaklarla buluşturmak şarttır.
Yoksa bu yüzyılda da spor idollerimizin adını telaffuz et mekte zorlanırız.
Tarhana, koşu, kayakla bu kadar işte.