Açık konuşalım... Şu mütevazı futbolumuzda haddini aşan, şımarıklık eden, dayılık yapan, kendini iki gömlek büyük görevlere yakıştıran emekli-faal ne kadar adam varsa, hepsi referansının sayın Cumhurbaşkanı’ndan olduğu algısı yaratmaya çabalıyordu.
Devletin en üst kademesindeki bir fotoğrafa kafasını soktuktan sonra, en üst düzeyden bu ilginin ve sevginin sorumluluğunu bir kenara bırakıp gözünü tepelere diken, tepelerdekilerle hesaplaşmaya kalkan kifayetsiz muhterislerden geçilmiyordu ortalık.
Evet... Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan futbolu da futbol adamını da seviyordu. Yakınlık gösteriyordu.
Ama ne kadar sık görüşürse, ne kadar ilgi gösterirse o kadar istediğini yapabilecekleri ve dokunulmaz olabilecekleri anlamına gelmezdi ki bu...
Eşyanın tabiatına aykırıydı.
Futbolu seven Cumhurbaşkanı, sevdiği insanlar eliyle futbolumuzun sevimsiz bir kavga odağı haline gelmesine katlanamazdı.
Ve verdi ayarı!..
Bir Ramazan akşamı Tarabya köşkündeki iftar yemeğinde yer alanların yüzüne karşı son noktayı koydu sayın Cumhurbaşkanı:
“Devlet kültürde, sanatta, sporda yöneten değil, destekleyen, teşvik eden konumunda olmalıdır”...
Halk arasında bunun kestirmeden söylenişi “düşün yakamdan”dır!
Siyasetle sokak arasında meali ise; kimse kimseden ayrıcalıklı değil, işini iyi yapan desteklenir ve teşvik edilir.
İftardakilerin yüzüne, Tarabya köşkünde olmayanların bilgisine bir de tarihi ikaz dile getirildi sayın Cumhurbaşkanı tarafından:
“İrfandan yoksun bir kültür, sanat ve ahlaktan yoksun bir sporla hiçbir yere varamayız”.
Spor ve ahlak!..
“Düşün yakamdan”dan sonra “edebinizi takının”...
Peki nasıl davranmalı sporcularımız, spor adamlarımız artık?
O da sayın Cumhurbaşkanımızdan:
“Başarılarıyla birer sembol haline gelmiş sporcularımız bu misyonlarına uygun hareket etmeli”.
Ey sahada, uçakta, stüdyoda, laptop başındaki kaplanlar... Kulağınızın üstüne yatmayın sakın...
Bana demiyor sayın Cumhurbaşkanı; size diyor!
Özellikle “zamanlaması” sizi işaret ediyor.
Tam da en iyi futbolcumuz, en iyi teknik adamımızla bilek güreştirmeye çalışıp, en iyi milli takım muhabirine saldırdığı ve milli takımdan önce gönderilip sonra ayrıldığı günlerde...
Tam da onunla birlikte takımın yarısı aynı eyleme katılmak niyetinde olup adeta “siz devam edin ben de başka bir hocayla dönerim” der gibi ay yıldız aşkı, milli sorumluluk falan değil- onun tarafından beklemeye ikna edildiği sırada.
Tam da bu milli kaosu, milli takım teknik direktörlüğünden federasyon başkanlığına kadar “ele geçirme operasyonuna” çevirmek isteyenlerin gemi azıya aldığı anda.
Burada ima falan yok... Adres belli.
Şimdi...
Kimse merak etmesin, yarından itibaren ortalık süt liman olacaktır.
Futbol fenomenlerimiz tarafından bu ülkeyi, futbolu, Ay-Yıldız’ı ne kadar sevdiğini ifade eden monologlara, tiratlara, makalelere, röportajlara hazır olun.
Özürler, yanlış anlaşıldımlar, ben ettim sen etmeler bile mümkündür.
Barış meltemiyle gelecek taze havayla eylüldeki maçı da kazanıp grup liderliğine doğru yürümemiz büyük olasılıktır.
Soracaksınız, “peki bu kadar eziyeti niye çektik” diye.
Herkesin ihtirasları vardır. Kültür ve birikimi kontrol mekanizmasını desteklemeyenler için son derece insani bir durumdur sevgiyi ve ilgiyi yanlış yorumlayıp “ne oldum delisi” olmak.
Ama bir de güzel tarafları vardır bu tiplerin... Şak diye 180 derece dönerler.