Aykut Kocaman provası yapılmış elbise gibiydi Fenerbahçe için... Valbuena, Dirar ve Mehmet Ekici iyi kumaştan şık transferlerdi ama Fenerbahçe’nin perişan hali sadece sahada başlayıp skor tabelasında bitmiyordu ki!
Güven bunalımına girmişti Fenerbahçe.
Küskündü... Gergindi.
Tepeden tırnağa tatsızdı.
Son söz söylenmiş, “bir kısım” Fenerbahçeli “Başkan değişsin” istiyordu.
Öyle az buz “bir kısım” da değildi hani!.. Genel Kurul’u bilemem ama tribünü ölçek alırsanız “dörtte üç” gibi.
Taraftar genelinde hoşnutsuzluk, tribün özelinde protesto ve sezonlar boyu süren yol ayrımı, birkaç iyi transfer ve garanti belgeli hocayla bitecek gibi değildi.
Başkan ise direniyordu.
“Yeniden zirveyi bulmadan gitmem”.
Fenerbahçe sahada ve gündemde bir numara olacak, başkanıyla birlikte eski karizmasına, popülaritesine kavuşacak... Ancak o zaman fotoğrafı “onursal başkan” olarak ofisine asılmış bir yeni başkana bırakacaktı koltuğunu Aziz Bey...
O da belki!..
Fenerbahçe çıkmaz sokakta, top Başkan Yıldırım’daydı.
Başkanlığa seçildiği gün Sosyal Güvenlik Sistemi’ne girse bu sezon sonunda emekliliği hak edecek sayın Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’yi yönetmekle geçen yarı ömrün “bilgeliğini” sahada ve masada avantaj olarak kullanması bilinmedik bir şey değildi.
Ama eşsiz tecrübesini ilk kez kendini onarmak, hatalarından arınmak, eksiklerini gidermek, en önemlisi de “barışmak” için devreye sokması ve bu yolla son yılların “en büyük Fenerbahçe problemine” çözüm bulması sıra dışı bir olaydı.
Problemi kendine rağmen ancak kendisi çözebilirdi Aziz Bey’in.
Düşündü taşındı sayın Başkan...
Madem ki, hem başkan kalıp hem de başkanın değişmesini isteyenleri tatmin edecek bir yol gerekiyordu...
Buldu galiba:
Gitmedi ama eski Aziz Yıldırım’ı gönderdi!
Nasıl mı?..
“Değişim” sezon bitmeden Fenerbahçe adına Aykut Kocaman ile görüşülmesine izin vermesiyle başladı.
“Ben varken o olmaz” sürecinde birinin gelip Aziz Bey’e böyle bir öneri getirmeye cesaret edebileceğine bile inanmıyorum ben... İlk adımı kesinlikle kendisi atmış olmalı.
“Müebbet” ihtimalinde bile sözünden dönmeyen biri için ne kadar zorlu bir iç hesaplaşma dönemi değil mi?
Ardından yeni sezon kombinelerinde her türlü kısıtlamanın kaldırılması geldi.
Tribün protestocularını Fenerbahçe düşmanı ilan eden Başkan için de Fenerbahçe için de dev adımdı ama Aziz Yıldırım tarafından atılması Stephen Hawking’in koşmaya başlaması gibi bir şeydi!..
Hele “İsteyen itirazını tribünden söylesin” cümlesi, yirmi yıldır Fenerbahçe’de dile getirilmiş en demokratik cümleydi.
Daima kazanan demokrasi, Aziz Bey’i de kazanmıştı işte.
Bitmedi... Ekici’nin imza töreninde sayın Yıldırım’ın bu transferi yapma gerekçesine dikkat ettiniz mi?..
“Sayın yorumcularımızın altını çizdiği gibi orta sahamızı güçlendirmemiz gerekiyordu” demez mi Aziz Bey!
Buyurun size medya ile buzları eritme, karşılıklı güven ve iyi niyetin altını çizme girişimi.
Mucize gibi.
Aykut Kocaman’ın imza töreninde bizzat yer almasını, iftihar ettiği basketbolu muhtemel başkan adaylarından Ferit Şahenk’e teslim etmesini, değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu” tekrar etmesini uzun uzun yazmayacağım.
Sadece şunu soracağım;
Hatasını kabul eden, tribüne, medyaya zeytin dalı uzatan bir Aziz Yıldırım görülmüş duyulmuş şey midir?
“Hayır”sa, bu yapıcı değişimin kendisine ve Fenerbahçe’ye getirisini hesaplamaktan, önünü açmaktan başka ne kalıyor hepimize?
Aziz Yıldırım’ın “yeni” halini “geri adım” olarak niteleyip ondan kurtulmak için son darbeyi vurmak niyetiyle gerilim ve protestoları sürdürmeyi hesaplayanlar olabilir.
Lakin çok tehlikelidir... O zaman kendilerine atılan “Fenerbahçe düşmanlığının” iftira niteliğinden gerçeğe dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Apaçık ortadadır artık...
Aziz Bey’i istemeyenler işi kan davasına çevirmezse kazanan Fenerbahçe camiası olacaktır.
Ne hoca, ne topçu... Dev bir camia için tüm enerjisini, gücünü, arzusunu yiyip bitiren çatışmadan kurtulmaktan daha önemli bir şey var mı?