Aykut Hoca’nın da altını çizdiği gibi şampiyonluk yolunda şans Fenerbahçe’ye üç defa gülümsedi ama sadece rakiplerin puan kaybetmesiyle şampiyon olmazdı ki Fenerbahçe...
Bir yandan kazanması lazımdı.
Tabi kazanmak için sahadaki koşulların ve zorlukların üstesinden gelebilmesi, gerekirse plan değiştirmesi şarttı.
Yani her haftası ayrı bir serüven olan uzun ligde, engelleri aşabilme kapasitesine, rakibi çözebilecek esnekliğe sahip olmalıydı.
Bugün kadarki müsabakaların üçte ikisinde kötü oynamış, son üçte birde düzelmiş Fenerbahçe için yeni bir aşamaydı bu.
İşte Karabük galibiyeti ile böyle bir beceri ekledi portföyüne.
Beklenenin tersine maç kâbus gibi başladı ve ilk yarıda bu kâbustan bir türlü uyanamadı Fenerbahçe...
Evet sayın okuyucular... Gün geçmiyor ki, yeni bir Dursun Özbek demeciyle uyanıp yeni bir Galatasaray sorununu problem edinmeyelim kendimize!..
Müthiş iyi beceriyor çözmesi gereken meselelere herkesi ortak etmeyi sayın Özbek.
Fenerbahçeliyi, Beşiktaşlıyı bile Galatasaray konuşmaya mecbur bırakıyor, sonunda bildiğini yapıyor ama futbol pırıltısı kaybolduğu süreçlerde bile Galatasaray’ı bir numaralı gündem yapıyor Başkan...
Gerekirse “buradan kimse sağ çıkamaz”, “kellemi kesseler yapmam”, “ayağımıza kurşun sıkıyoruz” gibi sivri mesajlarla, gerekirse “ötekileri tahrik edecek” tesis müjdeleriyle, hiçbiri olmazsa “Tudor’u tutup bırakarak” veya “Terim’i konu mankeni yaparak” ama mutlaka önde tutuyor Galatasaray’ı.
Başlangıçta hiç belli etmiyordu; konuşmayı çok seviyormuş demek.
O kadar ki, milyarlarca borç, milyonlarca yatırım arasında konu kalmasa tribündeki bozuk para trafiğine kadar söyleyecek lafı var. Muhabbet koyulaşınca başta Galatasaraylılar olmak üzere tüm futbolseverlere rahmetli Barış Manço ile Adile Naşit arası nahif nasihatlere kadar getiriyor işi.
Başka takımın hocası Okan Buruk’a yol gösteriyor... “Önce Lise” gösterisiyle ağır yazmış gazeteciyle helalleşiyor.
Özne “Tudor”... Biz “fiil”den başlayalım. Nedir “mobbing”?.. En kestirmeden işyerinde birine yapılan “yıldırma” operasyonudur.
Herhangi bir işte çalışanlar için hayatı kâbusa çeviren mobbing, iş yerindeki duygusal taciz, psikolojik şiddet, dışlama, aşağılama, rahatsız etme, çalışma motivasyonunu ve özgüvenini kırma ve mutsuz etme gibi pek çok davranışı kapsar.
Yani, Galatasaray’daki İgor Tudor tarifi.
Mobbing’in yöntemleri bellidir:
Mesleki yeterliliği sorgulamak ilk adımıdır... Sonra kişiye güvenilmediğinin hissettirilmesi. Gruptan izole edilmesi. Dışlanması. Yetkilerinin azaltılması gelir.
Daha önce sorun olmayan küçük hataların çok büyük hatalarmış gibi gösterilmesi ve kişiyi utandırma eylemleri buna dahildir.
Evet... Tam olarak İgor Tudor’un başına gelenlerin özeti.
Peki, maruz kalan insanda hangi duyguları yaratabilir mobbing?
Şayet gün gelip Fenerbahçe üzerinden bir şampiyonluk öyküsü yazmak icap edecekse, hikayenin ilk bölümü Sivasspor ile başlayacak, Bursaspor galibiyeti ile tamamlanacaktır.
Öncesi kahırdı, sonrası süs olacaktır.
Çünkü birincisi, toptan saklanacak kadar özgüvensiz durumdaki Fenerbahçe takımının istek ve cesarete kavuştuğu dönüm noktası sayılır.
İkincisi, yani dünkü Bursaspor galibiyeti, isteğin eyleme dönüşerek tek tek yetenekleri aktive ettiği ve bir basamak ötesinde maç kazanma zekasının devreye girip skor belirlediği kavşak olacaktır.
Şayet gün gelip Fenerbahçe üzerinden bir şampiyonluk öyküsü yazacaksak, önce kaybedilip sonra bulunmuş bu meziyetlerin sezon sonuna kadar yerli yerinde kalacağını varsayarız ki, şampiyon olmak için başka da bir şeye ihtiyacı yoktur Fenerbahçe’nin.
Özenle koruyup kollaması ve sezon boyu diri kalmasını sağlaması gereken tek şey budur.
Çünkü akıllı, verimli futbol, goller ve galibiyetler bu psikolojinin sonucudur.
Yer yerinden oynuyor “Tudor gitsin Terim gelsin” diye!.. Çünkü “emir” büyük yerden... “Sosyal Medya” öyle istiyor!
Bana bakmayın; ben ne önemserim sosyal medyayı ne de küçümserim... Ama pek çok insan, hatta deve dişi gibi meslektaşlarım için “her şey” olduğunu bilirim. Üreten, tüketen, emreden, cezalandıran, ödüllendiren, kayıtsız şartsız boyun eğilen, her şey...
Hal böyle olunca... Sosyal medya işaret vermeden tuvalete gidemeyen “fikir önderleri” (artık nasıl “önderler” ise) bir yandan akıllı telefon sahiplerine şirin görünüp varlıklarını sürdürmek, bir yandan reytingi hamuduyla götürmek için programlar yapıyor, yazılar döşeniyor Terim’e tapınmak üzerine.
Ben biliyorum, görüyorum; Terim bilmez mi?..
Peki niye tek kelime etmiyor?
Benzetmek gibi olmasın ama Fatih Terim’in bu sessiz bekleyişi, plan/projesi hazırlanmış 12 Eylül Darbesi’nin “memleket iyice dibe vursun” diye aylarca ertelendiğini hatırlatıyor bana!
O sırada politikacılar seçime gitse, Ege’deki atıl bir ordu kumandanlığından emekli olacak, tarihin çok farklı yazılması riskini göze alamayacaktı Evren...
Bir maçtan en çok ne kazanılırsa, Kasımpaşa’dan o kadarını söktü aldı Fenerbahçe!.. Hatta özel durumu sebebiyle çok daha fazlasını...
Neler yok ki, futbolun bu “noel sepetinde”...
Tempo, baskı, arzu, üç puan, puan cetvelinde tırmanma, şampiyon ortaklığı, seyirciyle barışma, özgüven hepsi bir arada.
Kazanç yolunda “hiçbir mazeretin arkasına saklanmama” gibi çok güzel bir futbol rozetini Fenerbahçe armasının yanına takması da cabası.
Yani Fenerbahçe gibi bir takımın olmazsa olmazı...
Fenerbahçe, sakat ve cezalı forvetleri nedeniyle maça “doğaçlama taktik” ve “anonim santraforla” 4-6-0 gibi başladı.
Tuhaftı...
Herkesin tanık olduğu gibi yarın oynanacak derbi, lige ve kulüplerimize getireceği şimşekli sonuçlar ile orantılı olamayacak kadar düşük enerjiyle geldi bugüne kadar.
Aslında yaş tahtaya basıp dokunanın elini yakar ama ortalık dev ateşler yüzünden o kadar aydınlık ki, ne ışığı göz kamaştırdı ne de bakanı far görmüş tavşan gibi odaklayabildi kendine.
Amper iyi de voltaj düşük yani.
Neden?.. Bu mudur hakkı?..
Elbette hayır!
Bu ligin en iyi futbolunu oynayan üç takım varsa biri Beşiktaş, diğeri Galatasaray... Sevenleri ve hayranları Türkiye’nin üçte ikisi. Sıralamada değil belki ama şampiyon adaylığında “acil ihtiyaç veya geleneği bozmamak gibi zıt gerekçelerle de olsa” bir-iki...
“Futboldan değil muhabbetinden/kavgasından hoşlanıyorsak” buyurun size Galatasaray’a geldiği andan beri ringe itilmiş, sürekli yumruk atan ve alan İgor Tudor... Veya hiçbir başarının cezasız kalmadığı ülkemizde yeniden ringe davet edilmesi an meselesi futbolumuzun “Rocky”si Şenol Güneş.
Hadi İgor Tudor’un basın toplantısında maçı falan bırakıp amiyane bir vücut ve İngilizce diliyle medyaya dalmasını anlarım!..
Çünkü... Derin futbol bilgisi, intikam gibi varoluştan beri alt beynimize yerleşmiş ilkel içgüdülerimize gem vurmaya yetmez; daha pek çok derinlik gerektirir... Bırakın yüksek kalibrede insani donanıma sahip olmayı, Tudor’un “derin futbol bilgisi” bile şüphelidir.
Tıpkı tarih öncesi atalarımız gibi kaybettiğinde pısıp gerekçe arayacak, kazandığında direkt saldıracak doğal olarak. O da yazılı ve görsel basından aynı mekanda Östersunds basın toplantısının rövanşını almaya çalıştı sonuç olarak...
Biz beğenmiştik Avrupa’dan elendiğindeki basın toplantısını, “bravo her sorulana yanıt vermeye çalıştı” falan demiştik... Ama onun içine oturmuş medya tarafından sorgulanmak.
Gerçi, bu sefer karşısında elli yargıçlı halk mahkemesi gibi basın kalabalığı değil, sanık durumunda beş meslektaşımız vardı ve Hırvat hoca yalvar yakar suçsuzluğunu anlatmak yerine suçlayan durumundaydı... Herkesin hakkından geldiğini sanıyordu. Fakat bu mahkemeden de Tudor sanık olarak çıkacaktı uzun vadede.
Çok da uzun değil... Galatasaray bu hafta Beşiktaş’a yenilirse ki, muhtemeldir; asıl maç