Önce durum tespiti...
Fenerbahçe, sayın Ali Koç’u “sürdürülemez mali durumu düzeltsin, futbolda hasret kalınan ulusal ve uluslararası başarıları geri getirsin diye” başkan seçti.
Kimse “Yeni Fenerbahçe” veya “sistem değişikliği” gibi ön koşullar ileri sürmedi, dayatmadı.
O fikirler tamamen sayın Koç’undur ve üstlendiği görevi başarma yolunda inandığı yöntemlerdir.
Sonra serim...
Hayatın doğal akışı gereği, Başkan’a olduğu gibi yöntemlerine de saygı duyuldu, desteklendi, sabredildi sadece.
Sayın Koç, zaten hazırlıklıymış; hemen işe girişti! Yıpranmış dev Fenerbahçe malikanesini restore etmek için piyasadaki “futbol müteahhitlerinden” Comolli’yi yetkilendirdi.
Fenerbahçe Yönetimi, Fenerbahçelinin dikkatini sezon başından beri “kaygı”dan başka bir şey üretemeyen takımdan uzak tutmak için gündemi “saha dışı” ile öylesine güzel dolduruyordu ki, şu Ankaragücü maçı berabere bitse bile Cocu’yu göndermeye gerek kalmazdı.
Üç tane nereden çıktı İsmail Kartal?
Ne güzel unutulmuştu saha... Daha önemli işler vardı Fenerbahçe’de...
Devralınan enkaz, 3 milyar 184 milyon lira borç, şevk kıran, bilgi sızdıran “yardımcılar”, kadro dışılar... Yetmedi, yıldız ihtiyacından eski şampiyonlukları karıştırmalar falan.
Aslında yazık oldu Cocu’ya!
Bugün Cumhuriyet Bayramı, yakında 10 Kasım... “Atatürk Fenerbahçeliydi” polemikleriyle atlatılabilirdi belki bu yenilgi.
Neyse; geç ve güç oldu ama oldu ya... Darısı Comolli’nin başına.
Fenerbahçe’nin pek çok problemi var...
Bunların arasında bir tanesi, pek önemsenmese de takımın içinden geçtiği vahim sürece doğrudan etki açısından ilk üç arasına girer bence.
Tepkisizlik!..
Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan, bilemem.
Ama sahada atakları titrek hale getiren, savunmayı yumuşatan, ikili mücadeleyi baştan kaybettiren, Fenerbahçe’deki potansiyelin ortaya çıkmasını engelleyen bu tepkisiz, edilgen ruh halidir bir yandan.
Nasıl geldi yerleşti kadim kulübün kalbine?
Rivayet muhtelif...
Sayın Ali Koç’un sıkça kullandığı filozofik bir tespit var... Ki, karar makamındaki insanların kimi zaman “tercihlerine ters düşen” hükümlere imza atmasının dramını şahane bir şekilde özetler:
“Bazı kararlar tercihen, bazıları mecburen verilir”!..
Bu cümle tam da “Cocu ve Comolli gitmeli” ısrarımızın altında yatan gerçektir.
Tek farkla...
Biz, hem “tercihen” hem de “mecburen” geldik bu noktaya!
Mecburiyetten başlayalım...
“Cocu ve Comolli’nin amiyane tabirle “kellesini istemek” artık bir zorunluluktur! Tersi, her Fenerbahçeli için “görevi ihmalden” başlar, Fenerbahçe’nin ve Ali Koç’un “kuyusunu kazmaya” kadar gider.
Halı mıdır, seccade midir her ne ise, asıl Sivas’ta lazımdı Fenerbahçe’ye!..
Yanlış anlaşılmasın Cocu’yu sarıp memleketine postalamak için değil, onun vadesini devre arasına kesti Başkan…
Hataları, korkuları altına süpürmek için de kullanılır halı!
Çünkü herkes bıktı.
Evet… Sivas’ta beraberlik, düşme hattının üzerindeki (!) Fenerbahçe’nin sezon başından bu yana her maçta pekişen kimliğe göre hiç de fena değil… 9. Haftada taraftara dokuz doğurtan, bir türlü toparlanamayan, gol atamayan, kazanamayan, hatta kadrosu belli olmayan bir Fenerbahçe, Sivas’tan zaferle dönecek değildi.
Gelelim maça… Slimani ve Benzia’nın yokluğunda sanki bir puan yetermiş gibi sol kanatta İsmail’le çıktı sahaya Fenerbahçe… Valbuena ile Barış kulübede otururken arkada Hasan Ali önde İsmail!..
Gerçi ilk yarıda maçın kalede biten tek pozisyonunu hazırlayan İsmail’di ama asıl sebep dağları bekleyen korkuydu ve Sivasspor’un Robinho’sunu durdurmak gerekiyordu.
Bravo Galatasaray yönetimine, Başkan’ına... Müthiş bir zamanlamayla Fatih Terim’e beş yıllık daha imza attırdılar, Sarı-Kırmızı camiayı UEFA kapısında “medet” arayan zehirli psikolojiden çıkarıp “proje sahibi” bir geleceğe dönük mutlu çoğunluk haline getirdiler!
Ne kadar zaman için?
Bilinmez...
Bugünden (dün) ne UEFA’nın niyeti belli, ne Lig, ne Avrupa, ne de Fatih Terim’in kişisel projeleri.
Ama apaçık ortada olan bir şey var ki, bu ülkenin yetiştirdiği en iyi hoca ile ezelden/ebede onun gönlünde yatan Galatasaray Aslanı arasına dikenli tel çekme girişimlerine malzeme taşımıştır böyle Fatih Terim “promosyonları”.
Baksanıza, “Terim beş sene sonra Galatasaray başkanı olur” aşamasına geldik şimdiden.
Neden olmasın.
Sahada çökmüş, topçuları kazan kaldırmış Fenerbahçe, bir yandan da futbol tarihimizdeki en dehşetli sportif casusluk skandalıyla savruluyor da... Galatasaray’da “her şey süt liman mı” sanki?..
Hayır... Onun da dibi oyuluyor sistemli şekilde. O da “s.o.s” veriyor.
Üstünü örten “puan cetveli”!
Şimdi boş verin UEFA’yı, santraforu, iç saha rekorunu falan... Biraz Galatasaray kulübünün zeminine/çatısına bakın!
Dünü, bugünü, yarınıyla inceleyin kulübü. Büyük erozyonu görün.
Üzülün ve çare arayın.
Gelecek önemli; yarından başlayalım:
Madem özür dilemek “in”... Bir özür de ben dileyeyim!
Kusura bakma sevgili müdürüm Tayfun Bayındır.
Arda Milli Takım formasıyla, Milli Takım uçağında Bilal Meşe’ye saldırınca “artık Arda’nın adını bile görmek istemiyorum sayfalarımızda” demiştin ya...
Duruşunun altına insani açıdan imzamı atıp yürekten kutlarken, mesleki bakımdan “hata mı acaba” diye sorgulamıştım kafamda.
Ya Arda’yı birileri kulağından tutup sahaya döndürür, futbolu yeniden ışıldarsa... Tekrar Milli Takıma dönerse, spor sayfası olarak elimiz zayıflamaz mıydı?
Galatasaray’ı “tenzih ederim”... Barcelona geçmişli bir futbolcuydu sonuçta.
Özür dilerim. Sen haklıymışsın Tayfun kardeşim.