Şu muazzam Fenerbahçe taraftarı ve sahada kaldığı sürece muazzam oynayan Valbuena ile Kadıköy’de kaybedecek hali yoktu Fenerbahçe’nin her halde!..
Ersun Yanal’ın ilginç hamleleri bile engel olamazdı böylesine katmerli ve muhteşem gücün karşısında.
Bu sezonun geleneğini sürdürüp en avantajlı dakikalarında biraz sallansa da ayakta kaldı ve kazandı Fenerbahçe.
Söylemesi ayıp, düşme hattından uzaklaştı.
Maçın kırılma noktası, alışılmadık şekilde erken ve henüz dördüncü dakikadaydı... “Kaza” mıdır “ceza” mıdır bilinmez, Rizespor’un ilk atağı Melnjak’ın dokunuşuyla Fenerbahçe’yi 1-0 mağlup duruma düşürdü.
Kadıköy... Tıka basa tribünler... Ve maçın başında gol yiyen Fener...
Evet... Bu bir kırılma noktasıydı ve kırılıp bir an önce geride kalan Fenerbahçe’nin “mağlup duruma düşmeden galip gelmeyi özlememek” gibi tuhaf alışkanlığıydı!
İşte size öyküsü nesillerden nesillere anlatılacak bir derbi... Hele Fenerbahçeliler açısından mitolojik bir vaka sanki...
Çünkü senelerdir böylesi görülmedi. Üstelik en tatsız sezona geldi. Ve maçın öyküsü çıkıp takır takır kazanmaktan bin kat iyiydi Fenerbahçe için.
Şaka değil... Derbilerin bilinmezliğine bilinmezlik katan, bir takımın öldükten sonra dirilmesine, coşmuş fark atmış tarafın sönmüş balona dönmesine sahne olan, ardından “Rus ruletine” dönen, başı sonu tahmin edilemez futbol çılgınlığıydı sahadaki.
Yarısında Beşiktaş, yarısında Fenerbahçe’nin başrolde olduğu bir çılgınlık.
İkisinin de ayaklarına sağlık!
Bakmayın berabere bittiğine... Aslında Beşiktaş çok büyük bir iyilik yaptı Fenerbahçe’ye...
En zayıf ve en çaresiz anında bile içindeki enerjinin hayata dönmesine yetebileceğini uygulamalı olarak gösterdi, ispatladı.
Ersun Yanal yaratıcı ve dikine oynamak için bir takım kurgulamış, bu yüzden gol engelli Slimani’ye forma vermek yerine santraforsuz bir takımla Alper-Ayew-Moses’ten forvet kurmuştu. Fenerbahçe’nin iki santraforu kulübedeydi.
Ancak maça bu kurgunun hakkını vermek bir yana, ilk maçın tam tersi istatistiklerle, bireysel hatalarla kötü başladı Fenerbahçe. Ve dördüncü dakikada Sadık başta, kollektif bir savunma hatasıyla golü yiyip daha da sersemledi.
İstanbul’daki pısırık halinden kurtulmuş Zenit karşısında geriden oyun kuramıyor, orta sahayla pas bağlantıları yapamıyor, sağdan denediği hücumları isabetsiz ortalarla sonlandırıyor, dönen topları toplayamıyordu.
Bir türlü pas oyununa dönemeyen rakip kaleye pasla yaklaşmayı beceremeyen ve isabetsiz ortalara mecbur kalan Fenerbahçe’ye, ceza sahasına orta ile nasıl gol atılacağını Zenit gösterdi ikinci golüyle.
O anda tur gitmiş, Fenerbahçe’nin kaybedeceği bir şey kalmamıştı...
Belki de bu yüzden telaşı, sakarlığı bir yana bırakan futbolcular, devre bitmeden ilk kez nakış gibi ördükleri paslarla rakip kaleye geldiler ve Mehmet Topal muhtemelen kariyerindeki en güzel golü uzaktan kavisli bir şutla doksana attı, giden tur geri
Fenerbahçe’nin “küme düşmesi” artık bir “tabu” değil!.. Sözünü edene çemkiremiyor hiç kimse. Tam tersine, engel olmak için üzerine kafa patlatıp hesap kitap yapılması gereken zalim bir gündem. Bir gerçek.
Çünkü sahada yapacak bir şey kalmadı.
Üç hafta sonra bir de bakmışsınız “ihtimal” yarı yarıya.
Altı hafta sonra acı sonla yüz yüze.
“Bize olmaz” diyebilir mi dört işlemi bilen kimse?
Evet “çok büyük camiadır” Fenerbahçe... Lakin, dünya ne büyükler gördü ki, iskambil kağıdından kuleler gibi yıkıldılar.
Belki eksikler, belki tercihler rol oynadı ama Ersun Yanal tam anlamıyla ofansif bir kadro sürdü sahaya. Tıka basa dolu tribünleri arkasına alıp çabuk skor istiyordu besbelli.
Ancak Aykut Kocaman buna çoktan hazırdı... Pas yapan, agresif oynayan Fenerbahçe karşısında top rakipteyken 4-5-1’e dönen Konyaspor beton gibi alan savunması yapıyor, Fenerbahçe iyi oynamasına rağmen rakip ceza alanına bile giremiyordu.
Konyaspor ya beraberliğe gelmişti Kadıköy’e ya da her geçen dakika fizik üstünlüğünün avantaja döneceğini düşünerek en azından ilk yarıyı golsüz bitirmek niyetindeydi.
Aykut Kocaman yine kilitlemişti Kadıköy’ü...
Bu kilidi açmak için sahadaki mücadele dışında “etkiler” gerekiyordu ki, çok gecikmedi.
13. dakikada Skrtel’in sarı kartı birinci dokunuştu... Aslında rakibine kafes dövüşçüsü gibi çift taban giren Skrtel’in kart rengi kırmızı da olabilirdi ama sarı kart da maçın gidişatını etkileyen unsurlardan biri oldu. 36. dakikada Fofana’nın dört Fenerbahçe savunmasını tesbih gibi dizerek attığı goldeki savunma hatası sarı kartlı Skrtel’in gerekli hamleyi yapmaktan çekinmesiyle başladı.
Konyaspor’un golüne gelmeden “ikinci dokunuş” yapılmıştı bile. Jailson’u ceza
Fenerbahçe takımı maça “doğaçlama” kadro ile başladı!
Ersun Yanal, kaleye Harun’u koymuş, Ayew ve Benzia’ya forma vermemiş onların yerine Valbuena ile Tolgay’ı almıştı. Tercihleri top tekniği yüksek olanlardan yanaydı.
Slimani’nin arkasında Tolgay aslında iyi fikirdi ve nasıl gol atacağını kimsenin sökemediği Slimani’ye öne doğru oynayan biri lazımdı yüzü dönük olarak pozisyona girebilmesi için.
Demeye kalmadı... Tolgay sahaya çıkmadan sakatlanmış, yerini Eljif almıştı.
Belki de daha iyi oldu. Çünkü Zenit’in aklını hücum fikrinden uzaklaştıran unsurların biri de Eljif’in kaleyi her gördüğünde rakip kaleyi bombalamasıydı. Maç boyu sürdü bu bombardıman.
Evet... Fenerbahçe alışıldığı gibi oyuna baskılı başlamıştı yine... Baskılıydı ama pozisyonsuzdu.
Çünkü ortadan Eljif, sağdan Isla ve Moses iyi çalışıyor orta saha onları iyi destekliyordu. Ama gol Fenerbahçe’nin belki de hiç denemediği bir kurguda, Valbuena İle Moses kanat değiştirdikten sonra geldi.
Hepimizin adı gibi bildiği ve hepimizin korkuyla beklediği hassas ligimizin “Nasreddin Hoca’ya muhtaç’” süreci geldi çattı işte!..
Futbolumuzda yaşananları izah edebilmek için yine tek referansımızın asırlar önce yaşamış o bilge adam.
Gençliğimizde küresel mizah dergisi Mad’in “manyak sorulara manyak cevaplar” bölümü vardı; bayılırdık.
Yaşlandık... Sorular da cevaplar da değişmedi.
Ama Hocamızın dehasını daha iyi kavradık.
Bize özgü problemler bizden analizler ister.
Hakem konusu gibi!
Lafı çevirmeye gerek yok... Kayseri’de Fenerbahçe adına beklenenin en kötüsü olduysa, birinci sebep takımı on kişi bırakan Soldado, ikincisi ise kötü tercihler ve hamleler yapan, “kazanamıyorsan kaybetme” demeyi bilmeyen Ersun Yanal’dır.
Boşverin Alper Ulusoy’u falan... Fenerbahçe eksilmeden önce yenecek gibi miydi Kayserispor’u?.. En iyi olasılık beraberlik olabilirdi ancak. Moses’ı saklayan, Eljif’i harcayan Yanal’dan sonra Soldado sadece tüy dikti.
Artık iki maçlık Kadıköy rüyasından uyanmak zamanıdır. Uyanmak ve gerçekleri görmek zamanı.
Fenerbahçe bu sezon düşmesin yeter.
Maç başladığında takım kurgusuna bakanlar Hikmet Karaman’ın formdaki Isla ve Dirar ile saat gibi çalışan Fenerbahçe sağ kanadını durdurmak için kafa patlattığını, hatta golden bile vazgeçtiğini anlayabilirdi. Kayserispor’un en ciddi gol ayağı o kanada koşucu olarak atanmıştı ve açıkçası görevini çok iyi yaptı Umut.
Zaten solda Ayew-Hasan Ali anlaşmazlığı yaşayan Fenerbahçe’ye bir tek orta alan kalmıştı ama orada da durdurmak için faulden kaçınmayan Mensah, Şamil gibi sert adamları vardı Kayserispor’un.
Fenerbahçe’nin Kayserispor savunma kademelerini aşmak için tek şansı hızlı oynamaktı. Ancak