M. Sinan Genim - sinan@sinangenim.com
İstanbul 25 asırdan beri 34 yıllık Pers istilası hariç hep batıdan gelen kuvvetlere yenik düşmüş. Fatih bu şehri Edirne’den gelerek fetheder
M. Nihat Ömeroğlu
Dün yaptığımız temel açıklamaların ışığında incelememizin asıl hedefine gelebiliriz.
Bilindiği gibi bürokrasi/bürokrat’ı şikayet etmeyen, eleştirmeyen yok gibidir. Bürokrasideki sıkıntı bir realitedir. Gizliliği esas alması, şeffaflığa sıcak bakmaması, aşırı kuralcılığı, elastik olmaması, yeri geldiğinde despotluğu, güç zehirlenmesine kapılması vb. ne şekilde açıklanır ve aşılır?
Weber için modern dünyada bürokratikleşmekten başka alternatif yoktur. ‘Temel’ ve ‘en’ örgütlenme biçimi olarak bürokrasi yeni bir örgütlenme biçimi değildir. Kadim medeniyetler ve topluluklar da bürokratik yapıya sahip olmuşlardır. Weber, “Çok sayıda uzmanın, etkin ve akıllı bir biçimde bir araya gelmesi ile fonksiyonel bir niteliğe kavuşarak oluşur bürokrasi. Bürokrasinin diğer unsurlarının da temelinde yer alan, bir itici güç, aktör ya da organik bir yapı olarak rol oynamaktadır” görüşündedir. O halde yeni bir sistem bulununcaya kadar bürokrasi var olmayı sürdürecektir. Hatta Weberyen kurama göre “Bir an için bile sürekli idari işin, büroda çalışan resmi memurlar dışında herhangi bir yoldan yerine getirilebileceğini sanmak, bir illüzyondan ibarettir. Bütün günlük hayat düzeni bu
M. Sinan Genim
Sık sık duymakta olduğumuz bir söz var, içinde yaşadığımız İstanbul için iki kıtanın, Asya ile Avrupa’nın birleştiği kent deniliyor. 31 Mart 2014 tarihinde Milliyet gazetesinde yazdığım “Asya nereden başlar, Avrupa nerede biter?” adlı yazımda bu konudaki yanlış inanışlara dikkat çekmeye çalışmıştım. Bu kere gelişen olaylar çerçevesinde bir kez daha bu konuyu dile getirmenin faydalı olacağını düşündüm.
Avrupa kıtası gerçekte Karadeniz’in tümünü kapsadığı gibi çok daha ötelere Hazar Denizi’nin bir bölümüne kadar da uzanmaktadır. Nerden çıktı şimdi bu derseniz, bizim çok daha doğumuzda bulunan Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan hatta onların çok daha doğusunda yer alan Kazakistan’ın Avrupa kupalarında yer almasının ne anlama geldiğini düşünmenizi isterim.
Bütün bunlar bir yana Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan, amacı “Avrupa kültürel benliğini oluşması ve gelişmesine katkıda bulunmak” olan Avrupa Konseyi’nin üyeleridir.
Köşesi mi, ortası mı?
Beyaz Rusya ile Kazakistan ise üye olmayı kabul etmedikleri için bu konseye katılmamakta ancak katılma hakları bulunmakta yani Avrupa ülkesi sayılmaktadırlar. İstanbul ile Kazakistan’ın başkenti Astana arası 4.690 kilometre olup,
M. Nihat Ömeroğlu
Bilindiği gibi eski müesses sistem, 16 Nisan 2017 referandumu ile geride kaldı. Köhnemiş, çatışmacı, hantal, yeterli sorun çözemeyen ve geride kalmış bu sistemin değişmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Cumhurbaşkanlığı ‘Başkanlık Sistemi’ 2019’da tüm hükümleri ile yürürlüğe girecek olmakla birlikte bazı hükümleri hemen yürürlüğe girdi. Partili Cumhurbaşkanı, Hakimler Savcılar Kurulu (HSK), askeri mahkemelerin kaldırılması vb. bu hükümlerden birkaçı. Cumhurbaşkanı partili olarak çoğunluk grubunun başına geçince, Cumhurbaşkanı ve parlemento seçimlerinin yapılacağı 2019 yılına kadar yol haritasını yapacağı, belirleyeceği ve bunu deklare edeceği bilinmekteydi. Diğer bir anlatımla partili Cumhurbaşkanı ‘yeniden yapılanma’yı başlatacaktı ve bu restorasyon süreci başladı. Bu yazıda yeniden yapılanmayla birlikte ‘metal yorgunluğu’nun atılması, yeniden doğuş için bunun dinamikleri ve bazı çözüm önerileri ile özellikle bürokraside ‘yeniden yapılanma’ tartışmaya açılacaktır. İncelememiz bu manada bir deneme olarak kabul edilebilir.
Yapılanmanın dinamikleri
‘Metal eskiliği’ tespiti ışığında daha etkin, verimli, dinamik ve demokratik yönetim sisteminin oluşturulması için toplumun
Megaralı Hellenler, MÖ 660’ta Sarayburnu’na çıkar ve İstanbul’un ilk çekirdeğini kurarlar. Okullarda kentin bu efsaneye dayalı kuruluşu okutulurdu. Ancak daha sonra böyle olmadığının farkına vardım...
Herodot, Ege’nin doğusu ile batısı arasındaki çatışmayı ele aldığı ünlü eserine İo efsanesi ile başlar. Konuyu kendinden önceki yıllarda bir masal değil de, tarihsel bir olaymış gibi anlatır. Tanrıça Hera’nın gazabından kaçmak için inek biçimine girip, karnında Hellen’lerin baş tanrısı Zeus’un çocuğunu taşıyarak kıtadan kıtaya atlayan, geçtiği yerlere adını veren İo, Bosporos-İnek Geçidi’ni geçerek peşine takılan atsineğinden kurtulmaya çalışarak Mısır’a kadar gider.
Bu arada Kağıthane (Barbissos) ve Alibeyköy (Kidaros) derelerinin arasındaki bir koya bakan ağaçlıklı bir alanda bir kız çocuğu doğurur. Keroessa (Boynuz) anlamına gelen bir isim verilen bu çocuk bir su perisi olan Semestra tarafından büyütülür. Annesi gibi çok güzel bir kız olan Keroessa’da gönlünü bir tanrıya Zeus’un kardeşi Poseidon’a kaptırır. Bu birliktelikten doğan çocuğa Buzas (Byzans) adı verilir. Bir başka söylenceye göre ise Buzas/Bizas bir Trak kralı ile su perisi Semestra’nın oğludur.
Anadolu kaynaklı
Bir grup
Prof. Dr. Özcan Köknel
Prof. Dr. Özcan Köknel, 1954 yılında İ.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğine asistan olarak girmiş, 1995 yılına kadar uzman, doçent, profesör, yönetici olarak çalışmıştır. 1995 yılında emekli olmuş; 2002-2008 yılları arasında Ticaret Üniversitesi’nde ders vermiştir. Bilimsel çalışma, araştırma ve yayınları gençlik sorunları, ruh sağlığı, ilaç tedavisi, alkol ve madde bağımlılığı alanlarında yoğunlaşmıştır. Yabancı dergilerde 50, yerli dergilerde 200’den fazla yayını vardır. 2 uluslararası, 5 ulusal bilimsel derneğinin üyesidir. 4 ödül kazanmıştır.
Önceki hükümette Başbakan Yardımcısı olan Veysi Kaynak, Suriyeli mültecilerin karıştığı gerginliklerin artması üzerine sağduyu çağrısı yapmıştır. “Hoşgörüyü elden bırakmayalım. Kimsenin suç işleme özgürlüğü yok” demiştir.
Prof. Dr. Faruk Şen
Faruk Şen 1948’de Ankara’da doğdu. Ortaöğrenimine İstanbul Alman Lisesi’nde devam eden Şen, Almanya’nın WWU Münster Üniversitesi’nde işletme ekonomisi okuduktan sonra aynı üniversitede doktorasını yaptı. 1980’de Bannberg Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1981-85 arasında Duisburg Üniversitesi’nde çalışan Şen, 1985’te Bonn’da Türkiye Araştırmalar Merkezi’ni kurdu. 1991’de Essen Üniversitesi’nde profesör oldu.
Benim eskiden beri söylediğim bir sözüm vardır. Türkiye ve Almanya sınırdaş olsaydı çok iyi bir konfederasyon kurabilirlerdi. Birçok konuda ortak noktaları vardı derdim. Bugün için olaya baktığımız zaman iyi ki sınırdaş değiliz. Sınırdaş olsaydık iki ülke arasında savaş bile çıkabilirdi yaklaşımı içine girebiliriz.
M. Sinan Genim
sinan@sinangenim.com
Üç yanımda güzeller güzeli deniz görünür