M. Nihat Ömeroğlu
Bilindiği gibi eski müesses sistem, 16 Nisan 2017 referandumu ile geride kaldı. Köhnemiş, çatışmacı, hantal, yeterli sorun çözemeyen ve geride kalmış bu sistemin değişmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Cumhurbaşkanlığı ‘Başkanlık Sistemi’ 2019’da tüm hükümleri ile yürürlüğe girecek olmakla birlikte bazı hükümleri hemen yürürlüğe girdi. Partili Cumhurbaşkanı, Hakimler Savcılar Kurulu (HSK), askeri mahkemelerin kaldırılması vb. bu hükümlerden birkaçı. Cumhurbaşkanı partili olarak çoğunluk grubunun başına geçince, Cumhurbaşkanı ve parlemento seçimlerinin yapılacağı 2019 yılına kadar yol haritasını yapacağı, belirleyeceği ve bunu deklare edeceği bilinmekteydi. Diğer bir anlatımla partili Cumhurbaşkanı ‘yeniden yapılanma’yı başlatacaktı ve bu restorasyon süreci başladı. Bu yazıda yeniden yapılanmayla birlikte ‘metal yorgunluğu’nun atılması, yeniden doğuş için bunun dinamikleri ve bazı çözüm önerileri ile özellikle bürokraside ‘yeniden yapılanma’ tartışmaya açılacaktır. İncelememiz bu manada bir deneme olarak kabul edilebilir.
Yapılanmanın dinamikleri
‘Metal eskiliği’ tespiti ışığında daha etkin, verimli, dinamik ve demokratik yönetim sisteminin oluşturulması için toplumun her kademesinden (buna parti tabanı da dâhil) sıkıntılar dile getirilmekte, sonuçta ‘metal eskiliği’ (yorgunluğu) sonucuna varılmaktadır.
Hantal kamu bürokrasisinin devletin işlerliğini ve verimini düşürdüğü, dolayısıyla vatandaşın yaşam kalitesini negatif etkilediği göz önünde bulundurulduğunda yeniden yapılanmanın kaçınılmaz olduğu kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler ekseni çerçevesinde yeniden yapılanmaya ivedi olarak gidilmeli, belirlenen strateji çerçevesinde hedefler tespit edilmelidir. Düşünme biçimlerinin değişmesi, toplumda daha geniş bir konsensüsün sağlanması ve kaynaşmanın hedeflenmesi ön koşuldur.
Bir hareketin, bir davanın temelinde ‘karizmatik önder’ ve çevresinde onu anlayacak, öngörülü, aynı mantalitede ekibin yol haritası belirleyerek çalışacakları ve yeniden yapılanmayı başarıya ulaştırmaları esastır. Diğer bir anlatımla bu durumun yeni bir ‘kadro’ hareketini gerektireceği kuşkusuzdur. Geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) fikrinin doğuşu, oluşumu, harekete geçmesi ve hedefe varması bu kapsamda gerçekleşmiştir. Hedef iktidara talip olmak ve sadece iktidar değil, aynı zamanda ‘muktedir’ olmaktır. Bir başka ifadeyle davanın inanmış evlatlarının, bu kadro hareketinin hedefi, Cumhuriyet öncesinden başlayarak azınlık, tahakkümcü, halkı küçümseyen ‘topluluk veya topluluk kesimi’ üzerinde üstünlük sağlamasıyla mümkün olacaktır.
Takım zihniyeti
İşte bu tahakkümü kurmak, bir topluluk veya topluluk kesimi üzerinde hâkimiyet sağlamak ‘Kolektif Aksiyon Gücü’ ile mümkündür. İbn-i Haldun buna ‘asabiye’ adını vermektedir. Bazı yazarların (ki kendilerini aynı zamanda ‘sosyolog’ olarak adlandırmaktadırlar) yorumladıkları gibi “Kabile ve cemaat tutkuları kurumlaşmayı hala engelliyor” şeklindeki bir yaklaşım, İbn-i Haldun’a ait orijinal “asabiye” teorisini sadece onun dönemi için geçerli kabul etmek gibi bir sonuç doğurur. Oysa bu teori yeniden yapılanmaların en önemli manivelası ve motorudur. Amaç bu gücün zamanında ve potansiyelinin de yüksek kullanılmasıyla devlet kurmaya ya da mevcut devlete egemen olmaya kadar varabilecek süreçte iktidarı ele geçirmektir. Sonuçta her siyasi hareket/hareketlerin ve partilerin hedefi iktidar olmak ve devlete hâkim olmayı gerektirir. Bu sadece o kollektif gücü temsil edenler yönünden değil, onu destekleyen, benimseyen halkın huzur ve refahı için de geçerlidir.
İşte bu metal eskiliğinin aşılması, yeniden doğuşun gerçekleşmesi için yeni bir ‘Kolektif Aksiyon Gücü’ne ihtiyaç bulunmakta, ‘kadro’larda radikal ve köklü değişikliği gerektirmektedir. Nitekim İbn-i Haldun “...zayıflayan, güçten ve takatten kesilen asabiye yerini daha güçlü, yeni bir asabiyeye bırakacak ve asabiyenin yeni döngüsü başlayacaktır. Bu tekrarlar ise tarih boyu sürüp gidecektir” kuramında bulunmaktadır.
Yeniden kolektif aksiyon gücü, 15 yıldır iktidarda olan Ak Parti’nin yorgun, durağan, bir anlamda tükenmişlik sendromu tehlikesi sezilen ve tespit edilen devletteki/partideki kadrolara karşı yeniden yapılanma anlamındadır ve iktidar bunu sağlamak zorundadır. Nitekim bu tükenmişliğe İbn-i Haldun “...devletin kurulması, kararlılık ve sağlam düzen kazanması, uygarlık olarak en görkemli meyvelerini vermesi sürecinde giderek zayıflar ve hatta bir dönem sonra siyasal (iktidarın yürütülmesinde) ihtiyaç dahi duyulmayabilir” demektedir.
İşte zayıflayan, yeterince üretmeyen, yorgun ve artık bekleneni veremeyen bu kadroların yeniden yapılanmayla dinlenmeye alınması, daha liyakatlı kadrolarla yeni bir ‘Kolektif Aksiyon Gücü’ gerektirmektedir. Açıkça dinamik bir ‘takım zihniyeti’ bürokrasinin restorasyonunun olmazsa olmazıdır.
Karizma ve liderlik
Bu restorasyon için en önemli hatta başta geleni ‘karizmatik’ bir liderin varlığıdır. Referandumla, siyasi bir tercih ve sonuç olarak Cumhurbaşkanlığı ‘Başkanlık’ sistemi, anayasal ve yasal bağlamda ‘oyun kurucu’ olarak sistemleştirilmiştir.
Bilindiği üzere karizmatik lider ‘önderlik edebilme kabiliyeti’, liderlik açısından aranılan nitelik olarak tanımlanmaktadır. Bu oluşumun önderi de Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’dır.
2019’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda geçerli oyların salt çoğunluğun Cumhurbaşkanımızca alınması yönünden bir kuşku bulunmamaktadır. Zayıf bir ihtimalle seçimin ikinci tura kalması halinde de en çok oyu alan iki adaydan biri geçerli oyların salt çoğunluğunu aldığında Cumhurbaşkanımızın seçileceği açıktır. Dinamik kadroların yeniden yapılanmayla, önce yerel seçimler daha sonra Başkanlık ve parlamento seçimleri yönünden olağanüstü sorumluluk bilinciyle çalışmaları kaçınılmaz bir olgudur. Aksi takdirde parlementoda salt çoğunluğun sağlanmama riskinin yanında Başkan ve parlemento uyumsuzluğu söz konusu olabilecektir.
Max Weber’e göre karizmatik gücün geçerliliği için belirleyici şey, güce bağımlı olanların kabulüdür. Karizmatik gücün geçerli olduğu yerlerde meşruluk iddiasının temelini oluşturan bu değildir. Bu temel daha çok, karizmatik bir göreve çağrılanların, görevin bu niteliklerini bilmelerinin kendi görevleri olduğunu kabul eden anlayıştır... “Psikolojik olarak bu ‘tanıma’ söz konusu niteliğin sahibine karşı, coşku, umut ya da umutsuzluktan kaynaklanan tam bir kişisel adanma manasına gelir”. “Başkan” yönünden bu güne kadar ‘önder’inde bir sıkıntı bulunmamaktadır. Onbeş yıllık yakın tarih nicelik ve nitelik yönünden bizi bu inanca kesin olarak ulaştırmaktadır.
Zaman içinde bu kabulün (yani karizmatik bir göreve çağrılanların, görevin bu niteliklerini bilmelerinin kendi görevleri olduğunu kabul eden anlayışın) sıradanlaşması en büyük tehlikedir. Bu karizmatik liderin şahsından kaynaklanmayan büyük risktir. Bürokratik veya parti kadrolarında yapılan eleştirilerin de daha çok bu yönde olduğu görülmektedir.
Bu neden böyle olmaktadır?
Kamu görevlilerinin özellikle yüksek bürokratların sıradanlaşması, Weber’e göre çıkarlarla ilgilidir. Bürokrasinin en büyük kuramcılarından olan Weber “Otorite sahibinin yandaşlarının bir inanç ve coşku topluluğu olarak hediyelere, ‘yağmaya’ ya da düzensiz gelirlere dayalı kominal hayat sürmeleri en büyük tehlikedir”, “...Ancak küçük bir coşkulu tilmiz grubunun üyeleri hayatlarını saf bir idealistlikle liderin çağrısına adarlar” der. İşte yapılması gereken eğer varsa (ki vardır ) bu birinci grubun tasfiye ve ikinci ‘tilmiz grubun’ (adanmış) üyeleriyle ‘Başkan’ın çevresini oluşturmaktır. Hedef açıklandığı üzere yeni bir mantalite ve “takım zihniyeti”yle belediyeler dahil bürokratik yeniden yapılanma (restorasyon) şarttır. “Başkan”ın hasbi, samimi, millete adanmışlığı bunun en büyük teminatıdır. Bu konuda uluslararası kabul gören ölçü ülke örneğimizde olduğu üzere halkın yarısının fazlasının tercihidir. Bu ölçünün yanında bugüne kadar en büyük olgu “Başkan” ve ekibinin hedefleri İbn-i Haldun’un ifade ettiği gibi “siyasetin ahlaki sıralamasında” akli (ussal)” siyasettir.
Akli siyaset ne demektir?
“Ya devlet bireysel istek ve arzuların tatmini yerine, kendini toplumun genel yararına, yani kamu yararına adayarak aklileşir veya yönetim biçimi hikmet veya akla dayanır... İkinci tür yönetimde ise, yalnız devlet ve hükümdarın kendisi için uygun hükümler göz önünde tutulur...” İşte “Başkanlık” sisteminin anlaşılmak istenmeyen asıl amacı, bunlardan birincisini yani radikal ve aksiyoncu “takım zihniyeti” ile halkın öncelenmesi, ‘hikmet ve akla’ dayanmasıdır. Tüm hedeflerin en kısa ve seri şekilde gerçekleşmesi, ülkemiz uygulamalarına göre sıkıntı yaratan parlementerizm’in ayak bağlarından kurtulması ancak bu şekilde mümkündür. n Devamı yarın
M. Nihat Ömeroğlu
Türkiye’nin ilk baş Ombudsmanı olan M. Nihat Ömeroğlu, 27 Nisan 1947’de Antakya’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1971’de mezun olduktan sonra, askerliğini Bilecik’te yedek subay olarak yapmıştır. Antakya hakim adayı olarak mesleğe başlayan Ömeroğlu, sırasıyla Lice, Azdavay, Ulukışla, Enez, Pınarhisar, Gaziantep Hakimliği, Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı ile Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri (2003-2004) ve Ceza İşleri (2004-2005) Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. 25 Temmuz 2005’te Yargıtay Üyeliği’ne seçilen M. Nihat Ömeroğlu, Yargıtay 5. Ceza Dairesi üyesi iken 27 Nisan 2012’de yaş haddinden emekli olduktan sonra, TBMM Genel Kurulunca Kamu Başdenetçisi olarak seçilmiştir. Halen Halkbank Yönetim Kurulu üyesidir.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024