Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “Hukuk Devleti” olması gerektiği, 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde belirtilmiştir.
Bu gerekliliğin hayata geçirilmesinde tüm devlet erkleri (Yasama- Yürütme- Yargı) yetkilendirilmiş ve görevlendirilmiştir.
Nitekim “Yasa üstündür, yasa bağlayıcıdır” anlayışı da, hukuk devleti ilkesinin uzantılarından biridir.
Ancak bu anlayışta, devlet bireyden önce tutulmakta, devletin çıkarları, bireyin haklarından üstün görülmektedir.
Devlet lütfederse, birey hak ve özgürlüğünü kullanabilecektir anlayışı egemendir.
Comman Law sistemine dahil olan ülkelerde durum farklı olmasına rağmen “Yasa üstündür, yasa bağlayıcıdır” anlayışı Kıta Avrupası ülkelerinde daha da egemendir.
Yasa veya genel düzenleyici bir hukuki normla kendini bağlı gören hakim ve savcılar ile yüksek yargı organları mensupları tarafından yargılamalarında aradıkları temel unsur, “prosedürlere uygunluk” olmaktadır.
Gerek maddi hukuk, gerek usul hukuku açısından prosedürlere sıkı sıkıya bağlı yargılama yapmak, yasayı veya düzenleyici hukuki normu yorumlamaktan ziyade, olduğu gibi, şablon olarak alıp uygulayan bir sonuç oluşturmaktadır.
Yasama ve yürütme organlarının birbirleriyle olan ilişkileri, görev ve yetkideki konumları, hükümet sistemlerini ortaya çıkarmıştır. Siyasi literatüre bakıldığında en bilinen hükümet sistemlerinin “Başkanlık Hükümet Sistemi”, “Parlamenter Hükümet Sistemi”, “Meclis Hükümet Sistemi” olduğu görülür. Anayasada, 6771 sayılı kanunla yapılan değişikliklerle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kabul edilmiştir. Bu hükümet sisteminin belirtilen hükümet sistemleriyle birebir örtüştüğü söylenemez. Bu sistemde yasama yürütmeden ayrılmış, yasamanın denetim alanı daraltılmıştır. Örneğin gensoru ve güven oylaması kaldırılmıştır. Anayasa değişikliğine bağlı olarak bu çalışmamızda, yasama organı üyelerinin asli görevi olan kanun teklifinin hazırlanması, görüşülmesi ve kabul veya reddinin esas ve usulleri verilmeye çalışılacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri anayasanın 87. maddesinde sayılmış olup, bunlardan birinin “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” olduğu, 88. maddesinin birinci fıkrasında kanun teklif etmek yetkisinin milletvekillerine ait bir yetki olduğu, tek istisnasının anayasanın 161/3 maddesinde yer alan “Cumhurbaşkanına bütçe kanun teklifi” yetkisi veren
24 Haziran 2018 seçim sonuçları seçmenlerin oyu ile “başkanlık” ve “yeni” yönetim sistemini başlattı. Bu değişimin açılımı “güven” ve “güven duygusu”dur. Türkçe sözlük güven karşılığı: “Çekinme, korku, kuşku duymadan başkalarına bağlanma ve inanma duygusu” açıklamasını vermiştir. Bütün öğrenme, ruhbilim ve toplumsal ruhbilim kuramları, güven ve güven duygusuna yer vermiş ya da özdeş bir kavramla aktarmıştır. Başka bir deyişle güven duygusu insanın, insanlığın özünde, temelinde yer alır. Benliğin, kimliğin, kişiliğin gelişmesinde rol oynar. Çağdaş iki öğretinden biri güven duygusunun yaşam boyu değişimini, gelişimini, evrimini; ikincisi günlük yaşantıda rolünü, yerini, etkisini açık seçik ortaya koymuştur.
Erik H. Erikson (1902-1994) “İnsanın Sekiz Evresi” kitabında benlik, kimlik, kişilik gelişmesi ile toplumsal öğrenme arasında ilişki kurmuştur. Yaşamın ilk yılında dünyaya güvensiz olarak gelen bebeğe annesinin kokusu, kucaklaması ve süt vermesi güven duygusunu kazandırır. İkinci yaş, 3-5 yaş arası, 6 yaş, gençlik, ergenlik, erişkinlik, olgunluk, yaşlılık çağlarında güven duygusu ortak toplumsal kültür içinde değişir, dönüşür, gelişir.
Toplumsal kişilik
Çocukluk çağında
Üniversite rektörü atamalarında profesör olma şartını kaldıran kararnamenin yayınlanmasından kısa süre sonra geri adım atıldı ve en az 3 yıllık profesörlük şartı tekrar getirildi. Aslına bakılırsa, bir üniversiteyi iyi yönetebilmek, üniversitenin yükseköğrenim ve Ar-Ge faaliyetlerine ivme kazandırıp, çıtayı yukarı çekecek politikaları hayata geçirmek için illa profesör olmak gerekmez.
İnsanlarla iletişimde başarılı, yönetme deneyimli, yükseköğrenim program ve politikalarına kafa yormuş, Ar-Ge faaliyetlerine aktif olarak katılarak uluslararası hakemli dergilerde yeterli sayıda makale yayınlamış, laboratuvar kurma ve yönetmenin değerini bilen bir doçent pekâlâ başarılı bir rektör olabilir.
Öğretim üyeleri ve araştırmacılarına profesörlük ve doçentlik ayırımı yapmadan rektör olma hakkı veren batı ülkelerine baktığımızda bunun örneklerini görebiliriz. Burada mühim olan, profesör adaylara göre unvan derecesi daha düşük olan rektör adayına nasıl meşruiyet kazandırılacağıdır.
‘Seçimlere geri dönülmeli’
Bilindiği gibi rektörlük seçimleri 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) 85. maddesi ile kaldırılmıştı. Bazı çevreler, hain 15 Temmuz FETÖ kalkışmasından sonra alınan bu kararı, rektör
13 Aralık 2017 ve 10 Ocak 2018 tarihli Milliyet gazetelerinde yayımlanmış olan yazıların okunduğu ve bu yazının da onların devamı niteliğinde olduğu hatırlatmasının yanı sıra işte bu bilinç ve öngörüyle Türkiye’miz veya diğer devletler aleyhine verilmiş olan kararların ayrımını yapmadan, idari yargının görev alanında olan veya kısaca idari dava niteliğine haiz olan davalarla ilgili AİHM’nin yargılamasında ayrıntılar üzerinde durulduğunu bir kez daha vurgulamakta fayda görmekteyiz.
Odaklanılmasını önerdiğimiz ayrıntılar adeta “iki resim arasındaki fark”ı göstermektedir.
Bu yazıyı ve hazırlamakta olduğum kitap çalışmamı kaleme almama sebep AİHM kararlarından biri olan, İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye dosyası (19986/06) ile ilgili olarak, iki resim arasındaki farkları aktardığımızda, konu çok daha iyi anlaşılacaktır.
İki farklı bakış
Yaşam hakkıyla ilgili uyuşmazlıkta, devletin pozitif yükümlülüğü ve yöneticilerin ihmali tartışılmıştır.
Okulun erken kapatılmasıyla ilgili olarak belediye araç şoförünü veya yetkilisini telefonla aramayı ihmal eden kamu görevlilerinin davranışı iki farklı bakışla yargılanmıştır.
22 Ocak 2004 tarihinde, şiddetli kar fırtınası nedeniyle,
Markaların artık tüketicilerin iyi yaşam ve sağlık talebini karşılayan bir iletişim stratejisine sahip olmaları gerekiyor. Bir kişisel hijyen markası olan LifeBuoy bir market zinciri ile anlaşıyor ve market arabalarının elle tutulan barlarına üzerinde kendi markası olan bir dezenfektan modülü ekliyor. Elle tutulan bara da “Market arabaları 1 milyonun üzerinde mikroba ev sahipliği yapar. Dezenfektanı sağa sola kaydırarak mikropların yüzde 99’unu yok edebilirsiniz” yazıyor. Böylece alışverişe gelen müşteriler market aracını kullanmaya başlamadan önce ellerinin değeceği bölümü dezenfekte edebiliyor.
Bu ufak çalışma sayesinde günde 10 bin tüketiciye değme şansı bulan markanın satışları da yüzde 53 oranında artış gösteriyor. Aslında tüketicilerin sağlığına dokunmak sadece sağlık alanında hizmet veren şirketlerin görevi değil. Günümüzde, hangi kategoriden olursa olsun tüm markalar, tüketicilerin hayatlarını bütünsel bir şekilde iyileştirme isteklerine, hizmet ve ürünleriyle somut fayda yaratarak karşılık verme zorunluluğu ile karşı karşıyalar. Küresel ekonominin en heyecan verici alanlarından biri olan sağlık ve iyi yaşam hareketi (health and wellness), tüm dünyada yaygınlaşarak büyümeye
Ülkelerin belirli konularda temenni, niyet ve hedeflerini açıkça ortaya koydukları strateji belgeleri, söz konusu hususlarla ilgili olarak ülke vizyonunu, bakış açısını ve ciddiyetini ortaya koymaktadır. Kimi zaman bölgesel, kimi zaman küresel çerçevedeki perspektiflerin sunulduğu bu tip belgelerin satır aralarında, politik ve askeri birçok konu başlığı ve kısmi ayrıntılar ortaya çıkartılabilir. Deniz alanlarının kullanımı ve korunmasına yönelik bir kısım ülkelerin yayınladığı Deniz Strateji Belgeleri de bahse konu dokümanlar arasında yer alır. Bu kapsamda; açık kaynaklarda, Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi çerçevesinde hazırlandığı belirtilen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Çanakkale şehitlerimize ithaf ederek 2015 yılında yayınladığı ‘Türk Deniz Kuvvetleri Stratejisi’ isimli belgesinde, ülkemizin deniz alaka ve menfaatlerinin korunması yönünde, önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde atılacak adımların neler olduğu ve nasıl bir kuvvet yapısının düşünüldüğü yönündeki, kurumun öngörü ve niyetlerini bulabilirsiniz.
Söz konusu strateji belgesinde, en özet şekliyle, Türk Deniz Kuvvetleri’nin dünya donanmaları arasında ‘Orta Ölçekli Küresel Güç Aktarım Yeteneğine Sahip Deniz Kuvveti’ kategorisine
"Ne zaman?" toplumda her çağda, her ortamda, her yaşta en sık sorulan sorudur. Anne çocuğuna “Ne zaman?” ders çalışacaksın, çocuk annesine “Ne zaman?” sokağa çıkacağım diye sorar. Okuldan öğrenciler öğretmenlere “Ne zaman?” yazılı yapacaksınız ya da notları vereceksiniz diye endişelerini dile getirir. Çalışan iş verenine “Ne zaman?” zam yapacaksınız diye, iş veren çalışanına “Ne zaman?” çalışacaksın der. Yaşlı emeklilik zamanını, emekli aylığını bilmek ister. Zamanla ilgili sorular sürüp gider.
Seçim sonunda beklentisi olanlar “Ne zaman?” iş bulacağım, “Ne zaman?” askerlik görevini yapacağım, “Ne zaman?” ekonomik durumum düzelecek diye yakınmasını açıklar. Zaman beklentisi olan ya da bu beklentiye çözüm arayanlar için bu kavram değerli, önemli bir etkendir.
Mitolojiye göre zaman tanrısı Kronos babasını ortadan kaldırıp onun yerini almış; bütün dünyaya egemen olmuş. Tanru Zeus, Kronos’a baş kaldırmış, zamanın belli bir yerde belli sınırlar içinde insanın yararına kullanılmasını sağlamıştır. Bu durum zamanın ölçülmesi kavramını doğurmuştur.
Zorlama nedeni olur
Seneca, zamanın sonsuz olduğunu ancak ondan çok az yararlandığımı söylemiştir. Zamanı iyi kullanamayan birey ve toplum zaman