Mustafa Ruhi ŞİRİN
1955 yılında Trabzon’da doğdu. Radyo ve televizyon program uzmanlığı dalında yükseköğrenim gördü. 1977’de görev aldığı TRT’den 34 yıl sonunda emekli oldu. İstanbul Üniversitesi’nde iletişim, Marmara Üniversitesi’nde Çocuk Edebiyatı dersleri verdi. 1990 yılında Çocuk Vakfı’nı kurdu. Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu’nun sözcülüğünü üstlendi. İstanbul Çocuk Kurultayı (2000), Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi (2004 ), Türkiye Çocuk Hakları Kongresi (2011 ), Türkiye Çocuk ve Medya Kongresi(2013 ) projelerini hazırladı ve yönetti. Çocuk ve yetişkinlere yönelik kitapları yayımlandı. Çocuk edebiyatı çalışmaları hakkında 4 yüksek lisans, 1 doktora ve 1 doçentlik tezi yapıldı. Çocuk edebiyatı ve çocuk hakları alanındaki çalışmalarına Kırklareli Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi (2012).
Türkiye toplumunun en önemli üç özelliği duygusallık, çocuk sevgisi ve yardımlaşmadır. Bu üç özelliğin merkezindeki kurum aile olduğu halde, aile ve toplum içinde çocuk ve kadına verilen değer anlayışı bir dizi sorunlar içeriyor. Aile sorunlarını sosyal bilimlerin havuzundaki sonuçlara göre değil de politikacıların aile anlayışları ve eğilimleri
YEŞİM ÇETİNKAYA ŞARDAN
Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1992’de mezun oldu. Aynı üniversitede uzmanlık eğitimini tamamlayıp İç Hastalıkları ABD bünyesindeki Enfeksiyon Bölümü’nde hekimliğe başladı. 1998’de, ABD Teksas Üniversitesi’nde “epidemiyoloji” çalışmalarında yeraldı. Ardından Hacettepe Üniversite’nde yardımcı doçent, doçent ve profesör kadrolarını aldı. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi yönetiminde önce başhekim yardımcısı, ardından başhekimlik yaptı. 2012 yılı sonunda bu kurumdan ayrılarak Ankara Özel Güven Hastanesi’ne geçti. Halen aynı hastanede başhekim olarak görev yapmaktadır.
Grip, influenza virüslerinin (İnfluenza A, B veya C) etken olduğu bir solunum yolu enfeksiyonudur. En önemli özelliği virüsün yıllar içinde antijenik yapısında küçüklü, büyüklü değişiklikler meydana gelmesi ve zaman zaman salgınlara hatta pandemilere yol açabilmesidir.
Domuz gribi, influenza A virüsünün yol açtığı ve domuzlarda çok hızlı yayılan salgınlar yapan bir hayvan solunum yolu enfeksiyonuna verilen isimdir. Yıl boyunca domuzlar arasında enfeksiyona yol açmasına rağmen esas salgınlar sonbahar ve kış
18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı’nın günü. Aynı zamanda (kara-hava-deniz) şehitlerini anma günü. Son Birkaç yıl öncesine kadar her kuvvetin şehitler günü farklı idi. 27 Şubat 1914’de İstanbul- Kahire Mehmet Fethi Bey, Teymen Nuri Bey ve mürettebatı Yab. Sadık beyler ilk hava şehitleridir. Bu hava şehitlerinin anısına İstanbul Fatih-Saraçhane 1914 yılında bir anıt yapılmasına başlanmış ve anıt 1916 yılında törenle açılmıştır. Bu açılış töreni aynı zamanda ilk hava şehitlerini anma günü olmuştur. Atatürk’ün emri ile kurulmuş olan ‘Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluş yönergesinde 27 Ocak günü Türkiye Hava şehitlerinin anma günü kabul edilmiştir. Daha sonra Türk Hava Kurumu 1935 yılında bir kararla törenlerin 15 Mayıs’ta yapılmasına karar vermiştir. Son değişikliğe kadar 1935 yılından itibaren ‘hava şehitleri’ törenleri yapılmaktaydı.
Anıta konulan bir çiçek
Artık 18 Mart’ta hepsi beraber icra ediliyor. Bu satırların yazarı için ise Hava şehitlerini anma gününün ayrı bir anlamı vardır. Ve duygu yüklü geçer. 15 Mayıs her yıl henüz 3 yaşını süren çocukluğunun sisli havalarına döner... O zamanlar anlam veremediği evdeki kalabalığı anımsar, bir de bandonun çaldığı Chopinin cenaze
S. Gürhan Bakırküre
1965’te İstanbul’da doğdu. İtalyan Lisesi’ni bitiren Bakırküre, 1989 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. 1990 yılında, mezun olduğu bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisansını “Çağdaş Kültür ve Mimari Bağlamında Müze Mimarisi ve Müzecilik Kavramının İrdelenmesi” üzerine yapan Bakırküre, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde mimari proje hocalığı yapmaktadır.
Son zamanlarda gündemde sıkça kullanılan bir tabir; “kentsel dönüşüm.” Peki , kentsel dönüşüm nedir? Yöntemleri nelerdir? Ne zaman ve nasıl başladı? Türkiye’de nasıl uygulanıyor ve dünyadaki örnekleri neler?
Kentsel dönüşüm, hangi vizyona ve stratejiye göre tanımlanırsa tanımlansın, genel olarak kentteki bozulma ve çökme alanlarındaki toplumsal, ekonomik, mekânsal ve çevresel koşulların veya Türkiye’de olduğu gibi yapısal olarak sorunlu binaların (depreme dayanıksız) kapsamlı olarak yeniden ele alındığı ve bu koşulların iyileştirilmesine yönelik bir strateji ve eylemler bütünü olduğu söylenebilir.
Herkes dahil olmalı
Kentsel dönüşümün başlıca amaçları arasında kentsel refahın arttırılması adına çöküntü
N. İSMET HERGÜNŞENEmekli Deniz Kurmay Albay
1961’de Yozgat’ta doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’nden sonra 1982’ Deniz Harp Okulu’ndan mezun olup Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na katıldı. Muhrip, hücumbot ve fırkateyn sınıfı gemilerlerdeki görevlerinin ardından TCG Fatih Fırkateyni’nde komutanlık ve hücumbotlarda komodorluk yaptı. Foça Deniz Üssü ile Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlık görevlerini gerçekleştirdi. TSK’ya 29 sene hizmet ettikten sonra Deniz Kurmay Albay rütbesinden kendi isteğiyle ayrıldı. Halen Bahçeşehir Üniversitesi ve Deniz Ticaret Enstitüsü’nde Deniz-Liman İşletmeciliği/Güvenliği’ne yönelik dersler vermektedir.
Dünya ve Türk harp tarihinin en önemli sembollerinden biri olan “Çanakkale Savaşı”nın 100. yılını kutlayacağız bu yıl. Bir asır önce denizde ve karada kazanılan bu zaferle Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir komutan ve lider, bu savaşın denizde simgesi olan “Nusrat Mayın Gemisi” ve onlarla bütünleşmiş bir “Çanakkale Geçilmez” tarihimize altın harflerle yazılmıştır. Sosyal, toplumsal, siyasi ve askeri sonuçları olan bu zaferle bir destan yaratılmıştır.
19 Şubat 1915’te deniz harekatı ile başladı
Mahkemelerin/hâkimlerin, toplumda/kişide bıraktığı izlenim, hak arayanlara güven veren, tarafsız bir görünüme sahip bulunması, tarafsızlığı sağlamak için alınmış bulunan tedbirlerin, makul her türlü şüpheyi ortadan kaldırır nitelikte olması gerekmektedir.
Nitekim Mahkeme, yasa ile kurulu, yürütme ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız ayrıca yargılama usulü güvencesine sahip bir mercii olarak ifade edilmektedir.
Gecikmiş adaletin adalet olmayacağından kalkılarak, davaların makul bir sürede sonuçlandırılması zorunluluk olarak kabul olunmuştur.
Bu durum, hak arama süreci içine girenlerin yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmalarına karşı korumak olmalıdır.
Gizlilik suretiyle keyfiliği önlemek ve mahkemelerin açık olması sonucu da adil yargılama yapıldığını görebilmektir.
İşte, mahkemeye gidebilme hakkı önem arzetmekle birlikte bu hakkın Mahkeme de kullanılabilmesi ile bir bütünlük oluşturmaktadır.
Mahkeme önünde hak arama yoluna girilmiş olması halinde bu yolun fiilen yahut hukuken kapatılması, kullanılamaması veya başvurulması gereken bir kuruma gidilmemesi 6. madde kuralının çiğnenilmesi sonucunu doğuracaktır. (Dewer/Belçika’ ya karşı kararı)
Doç. Dr. SELAMİ DEMİRKOL
21/03/ 1963 Elazığ doğumludur. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü 1985 yılı mezunudur. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden 1987 yılında Yüksek Lisansı tamamladı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde 1995 yılında Kamu Yönetimi doktor unvanını aldı. 2014 yılı 15 Ekiminde Kamu Yönetimi alanında Doçent oldu.
Hali hazırda Danıştay Üyesi olarak görev yapmaktadır. Gaziantep Vergi Mahkemesi, Sakarya İdare Mahkemesi, İstanbul İdare ve Bölge İdare Mahkemelerinde Hakimlik ve İstanbul İdare Mahkemesi Başkanlığı görevinde bulundu.
Yayım lanmış 5 adet kitap ve çok sayıda makale çalışması bulunan Demirkol evli ve iki çocuk babasıdır.
İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması gün geçtikçe daha bir uluslararası boyut kazanmaktadır.
Ülkelerin, artık iç sorunu olmaktan çıkan insan hak ve özgürlükleri, mevcut halinden öte, varılmak istenilen ve olması gereken bir tablonun çizimini hedeflemektedir.
Bu tablo, uluslararası alanda kabul görmüş bildiri ve belgelerde kaynağını bulmaktadır.
Anayasanın genel, soyut ve evrensel kurallar içeren düzenlemeler barındırması anlayışının bir sonucu olarak Anayasa hükümlerinin kazuistik olmaması ve madde sayısının oldukça az tutulmasında fayda bulunmaktadır.
Anayasa dilinin sade ve basit olması, açık ve anlaşılır bir şekilde yazılmasına ve uzun cümlelerden kaçınılmasına özen gösterilmelidir. Kısa ve bağlaçsız ifadeler tercih edilmek suretiyle, kurallara farklı anlamlar yüklenilmesinin önüne geçilmelidir.
Toplumun anayasa beklentilerinin karşılandığının anlaşılması için öncelikle toplumun her kesimi tarafından anlaşılır kılınmasının ön adım olacağı unutulmamalıdır.
Anayasanın olmazsa olmaz bir takım kurallar içermesi noktasında, bireyi, insanı temel değer alan ve bireyden kalkılarak devlete varılan bir anlayışın sistematik olarak yerleştirilmesi yöntemi kullanılmalıdır.
Hukuk Devleti İlkesi’nden vazgeçilmeli ve bunun daha üstünde ve ötesinde yer alan 'Hukukun Üstünlüğü İlkesi' ana kural haline getirilmelidir. İnsan haklarıyla insan onuru arasında bir bağ kurarak, bu hak ve hürriyetlere daha etkin bir geçerlilik kazandırılmalı, insanın onuru, hürriyeti ve eşitliği güvence altına alındıktan sonra, devletin bireylerin