Doç. Dr. SELAMİ DEMİRKOL
21/03/ 1963 Elazığ doğumludur. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü 1985 yılı mezunudur. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden 1987 yılında Yüksek Lisansı tamamladı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde 1995 yılında Kamu Yönetimi doktor unvanını aldı. 2014 yılı 15 Ekiminde Kamu Yönetimi alanında Doçent oldu.
Hali hazırda Danıştay Üyesi olarak görev yapmaktadır. Gaziantep Vergi Mahkemesi, Sakarya İdare Mahkemesi, İstanbul İdare ve Bölge İdare Mahkemelerinde Hakimlik ve İstanbul İdare Mahkemesi Başkanlığı görevinde bulundu.
Yayım lanmış 5 adet kitap ve çok sayıda makale çalışması bulunan Demirkol evli ve iki çocuk babasıdır.
İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması gün geçtikçe daha bir uluslararası boyut kazanmaktadır.
Ülkelerin, artık iç sorunu olmaktan çıkan insan hak ve özgürlükleri, mevcut halinden öte, varılmak istenilen ve olması gereken bir tablonun çizimini hedeflemektedir.
Bu tablo, uluslararası alanda kabul görmüş bildiri ve belgelerde kaynağını bulmaktadır.
Nitekim, insan hakları bağlamında en önemli belge olarak kabul gören ve 1950 yılında Roma’da imzaya açılıp 1953 yılında yürürlüğe konulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin her bir maddesi, başlı başına bir ilke getirmekte ve bu ilkeler kişi ve Sözleşme’ye taraf devletler için garanti oluşturmaktadır.
Ülkemiz de, 1954 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmuştur.
1987 yılında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru kabul edilmiştir.
1990 yılında da Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargılama yetkisini tanımıştır.
Bunun ardından ise, Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının infazı takibini de kabullenmiştir.
Böylece bu etkileşim ile son dönemlerde “Türk Kamu Hukuku”na yeni bir yön verilmekte ve iç hukukumuz şekil almaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin zorunlu gerekleri bu şekillenmede önemli faktör olmaktadır.
Bunlardan hareketle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ülkemiz yasama, yürütme organları ve yargı yerleri için artık referans alınmasında duraksama yaşanmamalıdır.
“Sözleşme hukuku, ulusal mercilerin, özellikle de yargı organlarının, uygulaması gereken hukukun, ayrılmaz bir parçası(dır)” olmaktadır.
Aynı bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının da referans alınmasında tereddüte mahal bulunmamalıdır.
Yani Türk hukukunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin doğrudan uygulanması için gerekli düzenlemelerin mevcut olduğu bir gerçektir.
Artık, tartışılır olmaktan çıkan ve kabulde hemfikir olunan, uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuza referans norm olarak alınabilmesi, yargı yerleri için bir gereklilik arz etmektedir.
Ulusal Yargı yerlerinden tatmin olmayan birey, uyuşmazlığı, başvuru olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımaktadır.
Maalesef başvuru sayımız ise kabarıktır.
Uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında hakimlere/mahkemelere önemli bir yükümlülük verilmiştir.
Mahkemeler “uyuşmazlıkları hakkaniyete uygun olarak çözdükleri” ve “toplumun adalet duygusunu tatmin ettikleri” sürece saygı duyulan yer olmaktadırlar.
“Saygı duyulan yer olma olgusu” ise hakimlerin yargılama işlevleri ve hükümleri ile kazanılmaktadır.
Açılan davalar ile pasif konumdan aktif hale gelmiş olan mahkeme/hakim, hukukun ne dediğini söylemede, hakkaniyete uygunluğu sağlamada, üzerine düşeni gereği gibi yapmalıdır.
Gereği gibi olması beklenilen ise adaletin tecelli etmesidir.
Mahkeme/hakim eliyle tecelli edecek olan adalet, toplumun bu duygusunu tatmin etmiş olmalıdır.
Toplumun adalet beklentisi gerçekleşmelidir.
İşte bu noktada, etkili ve adil bir yargılama sürecinden söz edilebilmesi için öncelikle bireylerin mahkeme/hakimlerden beklentilerinin tatmin edilebilmesinin sağlanması gerektiği açıktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; Sözleşme 6. madde Adil Yargılanma ile ilgili olarak;
Delcourt/Belçika’ya karşı 17 Ocak 1970 tarihli kararın 25. paragrafında;
Sözleşme bağlamında, demokratik toplumlarda adaletin hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesi hakkının çok önemli bir yere sahip olduğu ve kısıtlayıcı bir şekilde yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır.
Hennings/Almanya, Philis/Yunanistan kararında ise;
Mahkeme, teorik ve soyut özgürlük vermekten ziyade, gerçek, somut ve fiilen kullanılabilir güvence sağlamalıdır, denilmiştir.
Academy Trading ve Ötekiler/Yunanistan kararında da;
Mahkemenin bir mercii olarak varlığı, topluma verdikleri güven duygusu ile doğru orantılı olduğu, soyut ve teorik olmaması, somut ve gerçek bir varlık göstermesi gerektiği belirtilmiştir.
Piersack/Belçika’ya karşı 01/10/1982 tarihli kararın 53. paragrafında önemle;
Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi de lazımdır hassasiyetinde bulunulmuştur.