Mahkemelerin/hâkimlerin, toplumda/kişide bıraktığı izlenim, hak arayanlara güven veren, tarafsız bir görünüme sahip bulunması, tarafsızlığı sağlamak için alınmış bulunan tedbirlerin, makul her türlü şüpheyi ortadan kaldırır nitelikte olması gerekmektedir.
Nitekim Mahkeme, yasa ile kurulu, yürütme ve taraflar önünde bağımsız ve tarafsız ayrıca yargılama usulü güvencesine sahip bir mercii olarak ifade edilmektedir.
Gecikmiş adaletin adalet olmayacağından kalkılarak, davaların makul bir sürede sonuçlandırılması zorunluluk olarak kabul olunmuştur.
Bu durum, hak arama süreci içine girenlerin yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmalarına karşı korumak olmalıdır.
Gizlilik suretiyle keyfiliği önlemek ve mahkemelerin açık olması sonucu da adil yargılama yapıldığını görebilmektir.
İşte, mahkemeye gidebilme hakkı önem arzetmekle birlikte bu hakkın Mahkeme de kullanılabilmesi ile bir bütünlük oluşturmaktadır.
Mahkeme önünde hak arama yoluna girilmiş olması halinde bu yolun fiilen yahut hukuken kapatılması, kullanılamaması veya başvurulması gereken bir kuruma gidilmemesi 6. madde kuralının çiğnenilmesi sonucunu doğuracaktır. (Dewer/Belçika’ ya karşı kararı)
Hak teslimi için de mahkeme önüne gidebilme olanağının da gerçekten ve fiilen mevcut olması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Mahkemelerin teorik ve hayali değil, fiilen ve gerçekten mevcut bulunması, yani sonuç doğurabilir, işe yarar ve elverişli cinsten olması gerekir, demektir. Bunu da Leander/İsveç’e karşı kararı’ndan okuyoruz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinin 1. paragrafında “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir” ilkeleri getirilmiştir.
AİHM yargıçları özellikle Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci paragrafının ilk cümlesinden hareketle etkili ve adil bir yargılama sürecinden söz edilebilmesi için, öncelikle bireylerin yargı organından beklentilerinin tatmin edilebilmesinin sağlanması gereğini vurgulamaktadır.
AİHM; Adil Yargılama Hakkının demokratik bir toplumda öne çıkan yanı bağlamında, bu alandaki denetim açısından, Mahkemeyi soyut bir inceleme yapmaktan çok, dava konusu usulün gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını irdelemektedir.
Nitekim, İnsan Hakları Mahkemesi, “Başvuru hakkı yasal koşullara tabi olacaksa, mahkemeler usul kurallarını uygularken hem usuldeki hakkaniyete zarar verecek bir aşırı usulcülüğün, hem de yasalar tarafından belirlenmiş usul koşullarını ortadan kaldırmaya varacak bir aşırı esnekliğin önüne geçmek zorundadır” (Walahli/Fransa, 35787/03, 26 Temmuz 2007) görüşündedir.
Mahkemenin somut bir gerçeklik göstermemesi, bireylerin mahkemelere olan güvenlerini sarsmakta, adeta mahkemeye dava açma ile boşuna bir uğraş içerisine girmiş olduğu hissini oluşturmaktadır.
Birey kendini güvencesiz, donanımsız ve sahipsiz olarak görmektedir.
Haklı olduğu halde açılan davada hakkı teslim olunmayan birey, adeta karamsarlığa düşmektedir.
Kendisine, hakimlere, mahkemeye ve adalete olan saygısı ve inancı azalmaya yüz tutmaktadır.
Davacı olarak bir mahkemeye başvuran kişi, bütün iddialarının inceleneceğinden emin olmalı, bu konuda endişe etmemelidir.
İddialarının doğruluğunun belirlenmesi durumunda ise hakkının teslimini ve ihlalin düzeltilmesini bekleyebilmelidir.
Bu doğrultuda gerekçeli ve uygulanabilir karar verilmesi ve kararın uygulandığının görülmesini mahkemeden isteyebilmelidir.
Bilimde ve yargıda asla keyfiliğe yer yoktur.
Yargıç, usulü uygulamanın hukuki ve vicdani sorumluluğunu taşımaktadır.
Yargıcın kendini sınırlaması, usulü gereği gibi uygulamaması, hakkın özüne dokunacak biçimde, bireyin dava hakkını kısıtlamamalıdır.
DENİLEBİLİR Kİ;
Hak ve özgürlüğü ihlal edilen birey, ulusal yargıç önünde bunun giderilmesini elde edemediği takdirde artık devlet sınırını aşarak uluslararası yargıca başvuruda bulunabilmektedir.
Diğer bir deyişle, ulusal mekanda adil yargılanmadığını ve AİHS ile tanınan haklarının ihlal edildiğini iddia eden birey, konuyu uluslararası mekana taşıyabilmekte, davasını tartıştırabilmektedir.
İşte bu doğrultuda, adalet duygusunun tatmin olunması insanoğlunun zor yolculuklarından biri olmaktadır.
Gündeme alınmasında fayda var ki, ancak uluslar- arası bir yolculuk sonrası adalet duygusunun tatmin olunacağı kanısı oluşmaya yüz tutma aşamasındadır.
Türk Mahkeme, Hâkim ve Savcılarına düşen görev ise, bu yolculuğu iç hatlarda tutmayı başarabilmektir.