S. Gürhan Bakırküre
1965’te İstanbul’da doğdu. İtalyan Lisesi’ni bitiren Bakırküre, 1989 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. 1990 yılında, mezun olduğu bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisansını “Çağdaş Kültür ve Mimari Bağlamında Müze Mimarisi ve Müzecilik Kavramının İrdelenmesi” üzerine yapan Bakırküre, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde mimari proje hocalığı yapmaktadır.
Son zamanlarda gündemde sıkça kullanılan bir tabir; “kentsel dönüşüm.” Peki , kentsel dönüşüm nedir? Yöntemleri nelerdir? Ne zaman ve nasıl başladı? Türkiye’de nasıl uygulanıyor ve dünyadaki örnekleri neler?
Kentsel dönüşüm, hangi vizyona ve stratejiye göre tanımlanırsa tanımlansın, genel olarak kentteki bozulma ve çökme alanlarındaki toplumsal, ekonomik, mekânsal ve çevresel koşulların veya Türkiye’de olduğu gibi yapısal olarak sorunlu binaların (depreme dayanıksız) kapsamlı olarak yeniden ele alındığı ve bu koşulların iyileştirilmesine yönelik bir strateji ve eylemler bütünü olduğu söylenebilir.
Herkes dahil olmalı
Kentsel dönüşümün başlıca amaçları arasında kentsel refahın arttırılması adına çöküntü alanları oluşmasının engellenmesi, kontrolsüz yayılmanın önlenmesi, kentsel dokunun güncel ihtiyaçlara göre yeniden planlanması, noktasal müdahalelerle iyileştirmeler ve sivil toplum örgütleri ile toplumun her kesiminin planlamaya katılımı sayılabilir. Kentsel dönüşüm, yapısı gereği fiziksel olarak kente ve içinde yaşayanlara doğrudan etki ediyor ve hem kentin, hem de kentlinin bugününü ve geleceğini planlıyor. Bu nedenle hem kentte yaşayanların, hem de mimarlar, şehir planlayıcılar, sosyologlar, mühendisler, ekonomistler, politikacılar gibi farklı meslek gruplarının sivil toplum örgütleri ile birlikte sürece dahil olması son derece önemli.
Peki, kentsel dönüşüm kavramı nasıl ortaya çıktı?
Avrupa’da yaşanan endüstri devrimi ve hızlı sanayileşme, beraberinde çevre kirliliğini, plansız şehirleşmeyi, konut sorununu ve altyapı yetersizliğini getirdi. Böylece 19’uncu yüzyılın 2’nci yarısında, büyük kentlerin merkezlerinde geniş bulvarlar oluşturulması ve yeniden konut inşası projeleri uygulanmaya başladı. Georges-Eugène Haussman’ın o günün Parisi’ni yerle bir ederek açtığı -bugün dahi varlığını sürdüren- geniş bulvarlar ve iki yanlarında yükselen süslü cepheler, dönemin kentsel dönüşüm projelerinin en ünlüsü.
20’nci yüzyıl başında ise İngiltere’de Ebenezer Howard’ın başını çektiği “Bahçe-Kent” (Garden-City) hareketi ortaya çıktı. Yüzyılın ilerleyen yıllarında altın çağlarını yaşayan modernist hareket ise, kentin sağlıksız kısımlarının tamamen yıkılmasını öngörüyordu. ‘İşleyen bir makine’ olarak tasvir edilen kent böylece daha fazla yeşil alana ve yüksek kütlelerle planlanan “nizamlı” bir işleyişe kavuşabilecekti. Le Corbusier’in Paris tarihi merkezindeki 5 milyon metrekarelik bir alanın yıkılmasını ve yüksek nokta bloklar inşa öngördüğü uygulanmamış planı Plan Voisin, modernist dönüşüm projelerinin en ünlülerindendir.
Koruma gözetiliyor
Günümüzde ise “kentsel koruma” ve “etkileşim”in, kentsel dönüşümde dünyanın gözettiği kavramların başında geldiği söylenebilir. Çağdaş kentsel dönüşüm projeleri arasında, 1992 olimpiyatları öncesinde Barcelona’nın yüzünü yeniden denize çevirmesini sağlayan projeyi anmakta fayda var. Kentin 4 kilometrelik sahil şeridine sahip bölgesi Poblenou, denizle ilişiği kesilmiş bir endüstri bölgesi iken uygulanan dönüşüm projesi ve Olimpiyat Köyü ile denizle yeniden ilişkilendirilmiş ve canlı bir konut ve ticaret alanına dönüştürülmüştür.
Türkiye’ye bakacak olursak, 6306 sayılı “Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi” hakkında kanun ile kentsel dönüşüm projeleri gündeme gelmiştir. Kanun, bir deprem ülkesi olan Türkiye’de depreme dayanıksız ve ekonomik ömrünü tamamlamış yapıların yenilenmesi esasında, riskli alanların dönüştürülerek yeniden yapılandırılmasını gözetmektedir. 1950’li yıllardaki hızlı sanayileşme ile birlikte konut sorununun getirdiği kontrolsüz yapılaşmanın yıkıcı sonuçlarına 1999 depreminde tanık olduk.
‘Parsel dönüşüm’ anlayışı değişmeli
Dönüşümün yalnızca riskli yapı bazında kalmayıp tüm servisleri ile kentin bütününde ele alınması, riskli bölgelerde yerin şartlarına göre imar durumunun belirlenerek altyapı, yeşil alan, otopark gibi etkenlerin tümünün bir arada değerlendirilmesi daha yaşanabilir kentlere ulaşmanın aracıdır. Mevcut yasal düzenlemelerdeki kredi desteği, harç ve vergi muafiyeti gibi uygulamalar kat maliklerinin, dolayısıyla kent sakininin lehine görünse de ekonomik yetersizlikler dönüşümün işlerliğini de geçersiz kılmakta, devletin kentlilere desteğini artırmasını elzem kılmaktadır.
Türkiye’de parsel bazında ele alınan bu kentsel dönüşüm anlayışı ile daha büyük ölçekteki kent düzenlemesine herhangi bir yarar sağlanamadığı gibi altyapı, yeşil alanlar gibi konuların ele alınması gözden kaçmaktadır. Parsel bazındaki dönüşüm amaçlananın tersine yoğunluk artışına sebep olacağı gibi, alt yapı olarak da daha büyük sorunların yaşanmasına yol açacaktır. Bu nedenle, asgari olarak ada ya da semt bazında dönüşüm gözetilmelidir. Ölçek ne kadar büyük olursa, destek ve yarar o oranda büyüyecektir; tüm bunlar yapılırken altyapının dikkate alınması gerekliliği son derece acildir. Bu gerekliliklerin yanı sıra, alanda yaşayanların sosyo - ekonomik durumları göz önüne alınarak isteyen sakinlerin bölgede yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli çözümler üretilmelidir. Kısaca “parselsel” dönüşüm anlayışı yerine gerçek anlamda “kentsel” dönüşümün ön plana çıkması hedeflenmelidir. Şehirsel ölçekteki başarı ancak bu şekilde düzenlenebilir.