HAYATIMIZDA ne kadar çok sırat köprüsü var, geç geç bitmiyor.
Bizimkilere alıştık, şimdilerde özellikle AB’ndeki zorlu süreci izliyoruz.
Avro bölgesinden her geçen gün biraz daha düşündürücü haberler geliyor.
Yunanistan’ın ardından İtalya ve İspanya da ücretleri iki yıllığına dondurma kararı aldı.
En büyük risk ise üye devletler arasında var olan büyük borç farkının hala saklanıyor olmasında görülüyor.
Üstelik zor durumda olan devletler, tek başlarına döviz kurlarının devalüasyonu ya da faiz oranları gibi enstrümanları bağımsız olarak kullanamıyorlar.
AB’nde genel olarak daha ciddi kemer sıkma politikalarının gelmesi bekleniyor.
Kooperatifleşerek başarılı bir model oluşturan Tiresüt’ün öncülüğünde, üreticilerin ortak olacağı bir şirket kuruluyor. Sahip oldukları hayvan sayısı kadar şirkete ortak olacaklar. Şirket, peynir ve et tesisinin ardından biyogaz tesisi için de kolları sıvadı
Süt haftasındayız. Daha doğrusu önceki gün “Dünya süt günü” ydü bu hafta da çeşitli etkinlikler sürüyor.
Her yaşta sürekli süt içmemimiz gerektiğini böyle günlerde daha çok duyuyoruz. Çocuklar kemik gelişimi açısından süt içmeli. Kemikleriniz büyüdü bu kez, detoks ve sağlıklı yaşam için süt şart. Yaşlanınca Allah’ın emri kemik erimesine karşı süt içmek zorundayız.
Tamam içelim de, gittikçe pahallanan sütleri bu kadar çok nasıl içeceğiz ya da içtiğimiz sütler besleyici mi gerçekten ?
Ortada şöyle bir gerçek var; güvenilir markalardan bir litre ambalajlı süt fiyatı 2 liradan başlıyor. Biz çocukken birkaç bardak içtiğimiz sütü şimdi çocuğumuza birkaç parmak eksik ölçüde veriyoruz ki, sütü temkinli kullanalım. İşin garibi, süt fiyatları çok ucuzladığında, hatta üreticiler yollara sütlerini döktüğünde bile bizler afedersiniz, kazık fiyatlardan marketlerden sütü almaya devam ettik. Üreticinin alınterini daha iyi
ZONGULDAK’TAKİ maden faciasını izlerken, bir yandan içim yandı, bir yandan da kendimi oğluma nasihat ederken buldum.
“Hani sana diyorum ya, her kuruşunun hesabını bil. Yeni markalar, maliyeti üç kuruş olup da bine satılan ürünler gözünü boyamasın. Herşeyi ihtiyacın kadar al ve kullan. Harcadığın parada ne emekler var, bil. Kimse keyfinden sabahtan akşama güneşin alnında el arabısıyla seyyar satıcılık yapmıyor, kimse mutlu olduğu için yerin 500 metre altında çalışmıyor ve hiçbir hayat işçisi kadın keyif uğruna vücut satmıyor”
Tabii o son satırı oğluma söylemedim. Onu şimdi ekledim.
Bazen lüks, üstü açık arabalarda gençleri kahkalarla son hızla giderken gördüğümde, darılmasınlar ama durdurup indiresim gelir. Anlat bana demek isterim. Bu arabayı hangi emeklerin karşılığı aldın ?
Abarttım, hele karşımda televizyonlarda 30 kömür işçisinden 28’inin cesetlerinin yerin kat ve kat altından çıkarma çalışmalarını görünce daha birçok haksızlık , yaşam dengesizliği, sistem eksikliği film şeridi gibi aklımdan geçti. Üstü açık araba ne ki ?
İşte bir başka haksızlık
* * *
Türkiye’nin yıllk enflasyonu 2009’da yüzde 6.87 olurken, İzmir rekor kırdı, enflasyon oranı ülke ortalamasının üzerindeki tek kent olarak karşımıza çıktı. 7. 2’lik bir rakam şaşırtıcıydı . Bir kent için ülke ortalamasının bu kadar üzerinde enflasyon rakamı, önemli farka işaret ediyor.
İzmir’de Nisan ayı 2010’daki fiyat artışları da Nisan 2009’a göre yüzde 11.18 olarak hesaplandı. Ülke genelinde bu oran ise yüzde 10.19 olarak gerçekleşmişti. İzmir hızını alamadı, son fark kendini nisan ayında sebze-meyve fiyatlarında gösterdi. Bu kalem, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, mart ayına kıyasla yüzde 0.8 arttı. Aynı verilerin Türkiye ortalaması yüzde 0.6’ydı.
Peki İzmir’i bu kadar pahalı yapan, ülke ortalamasının üzerine çıkaran etken ya da etkenler neler ?
Bu durumu yalnızca sebze ve meyve fiyatlarına bakarak, tarım ürünleriyle açıklamak mümkün mü ? Bu artış oranları mevsimsel dönemlere mi işaret ediyor?
Ülke ortalamasının üzerinde maaş almayan, geliri ortalamanın hiç de üzerinde olmayan İzmirliler neden bu kadar pahalı yaşıyorlar?
* * *
Makro ve yerelde enflasyon artışlarını yakından takip eden İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim üyelerinden Yardımcı
Teos ve Çeşme Marina’larında hazırlıklar bitiyor. Süreç, Yunanistan’la sıcak diyalog günlerine de denk gelince Ege için marinacılıkta yeni destinasyon alternatifi doğdu. Yunan yetkililerle paket çalışmalar için harekete geçilecek. Ege’nin marina ve yatçılıkta öne geçeceğine inanılıyor
Aslında bir pazar günü için İzmir’e, Ege’ye güzel bir haber vermekti amaç... Ülkenin iddialı marinalarından, Teos ve Çeşme, nihayet, uzun bir sürecin ardından hazırdı. Son çalışmalar da tamamlanmak üzere... İşte bu süreç, Türkiye-Atina zirvesine denk gelince; 2-3 günlük vizesiz seyahat umuduyla birlikte, merhaba demeye hazırlanan marinalar için de hırslı bir başlangıç ihtimali doğdu. Yunan adalarında hizmet veren marinalarla ortak destinasyonlarla hizmet verme imkanının güçlenmesi, her iki marinanın da Akdeniz’in en güçlü seyir güzergahlarından birini yaratmasını gündeme getirdi.
* * *
Türkiye’de 45 yat limanında 14 bin adet yat bağlama kapasitesi bulunuyor. İlave yatırımlarla 11 bin adet yat daha bağlama kapasitesi yaratılacak. Ege adına Teos ve Çeşme bu ilave yatırımlarda önemli yer tutuyor.
Yat turizmi tüm kompleksiyle ele alındığında yalnızca bir turizm çeşidi yaratmıyor, ilçenin hatta
SANKİ ülkem, önemli bir siyasi çalkantıyı daha yaşamak için yurtdışına gitmemi bekliyormuş. Her şeyden, ülkenin iniş çıkışlarından bir haftalığına uzak kalacağım diyordum.
Ergenekon’un bir kördöğüşe dönüşmesi, dava sürecinde yaşanan haksızlıklar, anayasa tartışmasının demokratik mücadele olmaktan çıkıp madde düştü, madde düşmedi tartışmaları, açılım mücadelesi yaparken neredeyse her iki günde bir verilen şehitlerle kapanan hayatlar öte yanda adam görünen dost satıcıları... Her şeyden kopuk bir zaman dilimine ihtiyaç vardı.
Üstelik önemli bir sanat olayı izlemek için binlerce kilometre aştıktan sonra tamamen sanata gömülü, müze gezileriyle örülü, tekne turlarıyla süslenmiş bir hayattan başka bir şey düşünmeyecektim, kararlıydım.
Rüya çabuk bitti. Her şeyden uzaklık ancak 24 saat sürdü. Sonrasında gel de kop...
* * *
Ertesi gün “duydun mu telefonları ve mesajlarıyla” na önce benden “gerçek mi komplo mu?” nidalarıyla yanıtlar başladı. Akşamüstüne doğru internetten Türkiye’deki haber portallarını tek tek aramaya gömüldüm. Ertesi sabah Hollanda’da satılan ne kadar Türk gazetesi varsa elimdeydi. Bir ara abarttım, Hollanda gazetelerine bile baktım.
Hızımı alamadım.
İŞSİZ sayısı; 5 milyon 320 bin...
Yoksulluk sınırındaki insanlar; 11.9 milyon...
Açlar; 2.5 milyon...
İyi ki biz komşusu açken uyuyamayan millettiz. Ülkenin yarısından fazlasının uyuyamıyor olmalı.
Uyuyamayanları da sık değişen siyasi gündemler yeterince uyutuyor zaten!
Hani boş lafa karnımız tok misali, bu tablo değişinceye kadar üretim, verim, katkı, kolaylık, destek, teşvik dışında birşey duymasak diyor insan.
Madem bu ruh hali içindeyiz küçük de olsa en azından konunun ilgililerine katkı sağlayacak hibe desteklerden söz edelim.
İZMİR’DE uzun zamandır konuşulan, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) ile Fransız teknoloji bölgesi işletici şirketi CICOM’un ortaklığında Urla’da kurulacak teknoloji bölgesi için Fransızlar, üniversitenin esaslarını belirlediği modeli kabul etti.
Üniversite tarafından belirlenen sözleşmenin hazırlanmasındaki esaslara uygun olarak CICOM sözleşme taslağını üniversiteye gönderdi.
Sözleşme taslağının üniversite tarafından da kabul edilmesinin ardından her iki tarafın katılımıyla ortak çalışma grubu oluşturulacak. Çalışma Grubu’nun ana sözleşmeyi tamamlayarak çalışmaları yaklaşık bir ay içinde imza aşamasına getirmesi bekleniyor.
Başından beri projeye önderlik eden Ege Genç İşadamları Derneği (EGİAD) Başkanı Cemal Elmasoğlu, bu aşamayla birlikte “Teknoloji Bölgesi” kurulmasına artık kesin gözüyle baktıklarını söylüyor.
Bugüne değin birçok sıkıntı yaşandığını vurgulayan Elmasoğlu, İzmir’in 35 yılda yaklaşık 25 milyar dolarlık bir yatırıma silikon vadisiyle kavuşacağına inanıyor.
İzmir Yüksek Teknoloji Enistitüsü Rektörü Prof. Dr. Zafer İlken de, Fransız işletici şirketten mail yolayla 15 sayfalık sözleşme taslağını aldıklarını söyledi. Taslakta 7 adet ekten söz