SANKİ ülkem, önemli bir siyasi çalkantıyı daha yaşamak için yurtdışına gitmemi bekliyormuş. Her şeyden, ülkenin iniş çıkışlarından bir haftalığına uzak kalacağım diyordum.
Ergenekon’un bir kördöğüşe dönüşmesi, dava sürecinde yaşanan haksızlıklar, anayasa tartışmasının demokratik mücadele olmaktan çıkıp madde düştü, madde düşmedi tartışmaları, açılım mücadelesi yaparken neredeyse her iki günde bir verilen şehitlerle kapanan hayatlar öte yanda adam görünen dost satıcıları... Her şeyden kopuk bir zaman dilimine ihtiyaç vardı.
Üstelik önemli bir sanat olayı izlemek için binlerce kilometre aştıktan sonra tamamen sanata gömülü, müze gezileriyle örülü, tekne turlarıyla süslenmiş bir hayattan başka bir şey düşünmeyecektim, kararlıydım.
Rüya çabuk bitti. Her şeyden uzaklık ancak 24 saat sürdü. Sonrasında gel de kop...
* * *
Ertesi gün “duydun mu telefonları ve mesajlarıyla” na önce benden “gerçek mi komplo mu?” nidalarıyla yanıtlar başladı. Akşamüstüne doğru internetten Türkiye’deki haber portallarını tek tek aramaya gömüldüm. Ertesi sabah Hollanda’da satılan ne kadar Türk gazetesi varsa elimdeydi. Bir ara abarttım, Hollanda gazetelerine bile baktım.
Hızımı alamadım. Türkiye’den gazeteci arkadaşlarımı arayıp önce onlardan biraz daha detay bilgi almaya çalıştım. Ardından siyasetteki önemli tanıdıkları yokladım.
Bulunduğum yerlerde Türk kanalları da çekmiyordu. Haydi onlar görünmüyordu Hollanda’da yaşayan Türk arkadaşlar da hiç oralı görünmüyorlardı. Çoğu ilgilenmedi, birisinin yorumu kendi uslubuyla harikaydı:
“Niye sasiriyorsunuz kiii adam genç gosteriyordu, tabii böyle seyler yapacak.”
İkinci gün bu yorumlarla, üçüncü gün Baykal’ın istifasının yankılarıyla geçti. Neyse ki Türk sanatçı Nilgün Gürel Yerli’den harika bir tiyatro gösterisi izledim...Onu ayrıca yazacağım. “Göğsüm kabardı” deyimi duyguları nasıl güzel yansıtıyormuş, yurtdışında daha iyi anlıyor insan.
* * *
Buradaki Türkler, Baykal’la pek ilgilenmediler ama Türkiye’ye yönelik değerlendirmeleri hayli iyimser.
Dünyanın önde gelen finans kuruluşu Goldan Sachs’ta çalışan bir Türk dostum Avrupa’daki kriz nedeniyle Türkiye’yi şu an İtalya, İspanya ve İtalya’dan çok daha sağlıklı gördüklerini anlattı. Türk hazinesi için 1 milyar 250 milyon dolarlık tahvil pazarlamaya başlamışlar.
Tabii bu bizim durumumuzun iyiliğinden değil, Avrupa Birliği’nin sarsıntılarından kaynaklanıyor. Anlatılanlar bana karınca ve balıkların meşhur hikayesini anımsattı.
Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları. Kendine aşırı güvenme. Kimin kimi yiyeceğine zaman karar verir.
Buradaki Türk arkadaşlar dahi “Türkiye Avrupa Birliği ile ilişkileri ağırdan almakla iyi yaptı. Bu kriz Avrupa’yı daha uzun süre sarsacak” diyorlar. Avrupa Merkez Bankası’nın faiz indirimleri burada kaçınılmaz görünüyor. Bu da enflasyon beklentisiyle halkı ürkütüyor. Son bir yılda işsizlik ile gıda haricinde diğer fiyatların artması tedirgin etmiş onları. Ayrıca Hollanda’da genel seçimler haziran ayında. Tam bir Türk düşmanı PW partisinin lideri Geert Wilders’la uğraşıyorlar. Geçtiğimiz yıl yüzde 30’larda oy alan Wilders’in oyu Türklerin çabalarıyla yüzde 18’lere kadar inmiş, ama yine de ürküyorlar.
Oradan Belçika’ya geçtik. Bu sırada Baykal, önümüzdeki parti genel kurulunda aday olmayacağını açıklamış. Yine, nasıl değişimler olabilir, kim getirilir diye harıl harıl Türkiye diyalogları ve haber portallarıyla meşgulum. Buradakilerin Türkiye umurunda değil. Onlar krizle Hollandadaki Türkler kadar bile ilgilenmiyorlar.
* * *
Son anekdot beni havalimanına götüren taksi şoföründen. Konuşmaya, anlaşmaya çalışırken, aynadan genç şoförün Türk’e ne kadar benzediğini fark ediyorum. Türk ya da Iraklı gibi. “Türk müsünüz?” diye soruyorum. “Hayır” diyor. Yol uzun ya sıralıyorum ihtimalleri. Bakıyor benden kurtulamayacak “Ben Kürdistanlıyım abla belki kızarsın diye söylemedim.” Kızmak, neden?!
Türklerden nefret mi ettiğini anlamaya çalışıyorum, öyle bir şey de yok. Gayet iyi Türkçe konuşuyor, bizim Kürt, Kırşehirli çıkıyor. Ne Kürdistan’ı kardeşim sen Anadolu’nun tam ortasındansın. “Abla zaten çok da umurumda değil Kürdüz diye öyle dedirtiyor bizimkiler...”
Sohbet koyulaşıyor, ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulamadıklarını anlatıyor. “İyi ki bindin benim arabama abla” diyor, ben de “İyi ki sana rastladım.”
İşte bu.... “Aynı kültürü hissettiğimiz, aynı dili konuştuğumuz sürece birbirimize tüm yabancılardan daha yakınız bunu hiç unutmasak” diyorum o, arabadan inip bavullarımı havaalanının kapısına kadar taşırken.
Açıkçası Baykal şaşkınlığı da yavaş yavaş bitiyor. Bitiyor da gezi de bitiyor.
Bulunduğun yeri dünyanın merkezi sanarak geçecek yine günler, tabii kabarık telefon faturaları da cabası olacak...