Regl dönemi her kadını farklı etkiliyor. Ama genellikle ayın belirli dönemlerinde birçoğumuz “Bana ne oluyor?” diyoruz. Daha gergin ve sinirli, hiçbir şeye tahammül edemeyecek duruma gelebiliyoruz. Ruh halindeki değişimlerin yanı sıra bir de kendimizi her zamankinden daha kilolu hissediyoruz ve içimizdeki iştah canavarıyla baş etmeye çalışıyoruz.
Genellikle bu belirtiler reglden bir hafta önce başlıyor ve dönemin sonlanmasıyla bitiyor. Bu süreci daha mutlu geçirmek, birkaç küçük değişiklikle mümkün, işte önerilerim:
1- İştahınız her zamankinden daha açık olduğu için, düzenli beslenmek daha çok önem taşıyacak.Protein içeriği yüksek ve sizi uzun süre tok tutacak bir kahvaltıyla güne başlamak avantaj olacaktır.
2- Gün içinde uzun saatler aç kalmamak, açlık ataklarını ve tatlı krizlerini önleyecektir.
3- Kuru kayısı, üzüm ve erik içerdikleri doğal şeker ve lifler sayesinde insülin hormonunu çok fazla uyarmaz. Böylece kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar.
4- Balık yağındaki omega-3 yağ asitlerinin ruh haline ve depresyona olan etkileriyle ilgili çalışmalar var. Omega-3 alımınızı desteklemeyi ihmal etmeyin. Haftada en az iki kez balığın yanı sıra, ceviz ve semizotu gibi bitkisel
Kabızlık problemi yaşadığınızda, bağırsaklarınız bozulduğunda, kendinizi şiş hissettiğinizde, enerjiniz düştüğünde neler yemeniz veya yememeniz gerektiğini biliyor musunuz? ‘Onu yeme bunu ye’ serisi YouTube kanalımda sizlerle paylaştığım videolar arasında... Şimdi bir de buradan yazmak istedim, umarım siz de kendiniz için faydalı bilgiler bulursunuz.
Meyvenin kendisini yiyin
Meyvelerin taze taze sıkılmış sularını içmek keyifli oluyor, haklısınız. Ama meyvenin suyunu sıkıp içtiğinizde hem daha çok kalori hem daha az lif almış oluyorsunuz. Küçük bir hesap yapmak gerekirse, 1 bardak portakal suyu elde edebilmek için en az 3-4 portakal sıkmanız gerekiyor ve bu durumda bir bardaktan neredeyse 3-4 porsiyon meyvenin kalorisini almış oluyorsunuz. Üstelik çiğneme reflekslerinizi uyarmadığı için tokluk hissi sağlanmasını da geciktiriyor. Meyvenin kendisini tüketmek, üstelik kabuğuyla tüketilebilen meyveleri iyice yıkadıktan sonra kabuklarıyla yemek, vitamin, mineral ve lif alımınıza katkıda bulunur.
Pirinç yerine bulgur
Kabızlık problemi, bağırsakların normal seyrinde çalışmaması nedeniyle hayat kalitesini oldukça etkileyen bir durum. Eğer böyle bir probleminiz varsa ve herhangi bir medikal
Bulgur, yıllardır sofralarımızın ve benim beslenmemin baş tacı. Yüksek besleyici değere sahip ve ekonomik. Aslında sadece bu iki özelliği bile ona sofrada yer vermek için yetiyor ama bulgur seçiminizi yaparken doğal olanı tercih etmeyi ve doğru pişirme tekniğini de göz ardı etmeyin.
Bulgur; 100 gramında yaklaşık 300-350 kalori, 10-12 gram protein ve 9-10 gram kadar da diyet lifi içeriyor. Dünya Sağlık Örgütü, günlük 25-30 gram lif alımını öneriyor. Bulgurun düşük glisemik indeksi, yüksek lif içeriğiyle birleşince de uzun süre tok tutucu etki gösteriyor. Ayrıca içerdiği lifler ve kolesterol içermemesi sayesinde kalp sağlığı için de oldukça faydalı.
American Clinical Nutrition’da yayımlanan bir çalışmaya göre, doğal bulgur tanesi gibi tam tahılların bir metaboliti olan betain adlı madde, inflamasyona neden olan homosistein adlı bir maddenin konsantrasyonunu azaltıyor. Bu da kalp, osteoporoz, Alzheimer ve Tip 2 diyabet gibi hastalıklara karşı koruyucu etki gösteriyor. Bağırsaklar için de faydalı.
Seçerken neye dikkat etmeli?
Bu konu sosyal medyadan da en çok aldığım sorulardan biri. ‘Hangi bulguru tüketelim?’ ve ‘Her bulgur aynı mıdır?’ sorularını siz de kendinize de sık sık soruyor
Vücudunuzu hiç durmadan çalışan ve sürekli karşı güçlerle savaşan bir askeri ordu gibi hayal edin. Çünkü sigara içmek ve kötü hava solumak gibi olumsuz koşulların yanı sıra nefes almak ve egzersiz yapmak gibi günlük aktiviteler bile vücudumuzda serbest radikallerin oluşumuna sebep olabiliyor. Yani sürekli olarak bir oksidatif stres altındayız diyebiliriz.
Serbest radikaller, hücrelere, proteinlere ve DNA’larımıza zarar veriyor. Bu durum da onların, kanser, ateroskleroz (damar sertliği), Alzheimer, parkinson ve diğer birçok rahatsızlık da dahil olmak üzere insan hastalıklarıyla ilişkili olmasını açıklıyor.
Antioksidanlar ise serbest radikalleri temizlemekle görevli doğal maddeler ve onları kontrol altında tutuyor. Hücrelerdeki serbest radikallerin elektron alıp zarar vermesini önler.
Vücudumuz kendi başına bir miktar antioksidan üretir, ancak bu yetersiz kalabilir, diyetle alımı da çok önemlidir. Bilinen en iyi antioksidan maddeler arasında; betakaroten ve diğer karetonoidler, C vitamini, lutein, reveratrol, E vitamini ve likopen sayılabilir.
Beslenmemizde de antioksidanlara yer verebiliriz. Meyve ve sebzelerde, özellikle renkli olanlarında antioksidanlar bol miktarda bulunur.
Televizyon ve televizyon reklamları, çok uzun yıllardır hayatımızın içinde. Reklamların yeme davranışlarını etkilediği konusunda pek çok araştırma var. Son zamanlarda okuduğum yeni bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.
Ocak ayında yayınlanan bu çalışmaya göre, ticari amaçlı televizyon reklamları gençleri yoğun etkiliyor. Cancer Report by UK’nın raporu, günde üç saatten fazla TV izleyen gençlerin ekstra kalori alma ihtimalinin daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Rapor diyor ki: Sağlıksız, yüksek kalorili yiyecekler içeren TV reklamlarına maruz kalan gençlerin diğerlerine oranla cips, bisküvi ve gazlı içecekler gibi 500’den fazla atıştırmalığı yeme eğilimi daha yüksek.
Enerji içecekleri ve yüksek şeker içeren sıvılar, cipsler, TV izleyen gençlerin satın alması en muhtemel besinler arasında.
İngiltere’de 11-19 yaş arası
3 bin 488 genç üzerinde yapılan bir ankette, TV izleme alışkanlıkları ve diyet hakkında sorular soruldu. Anketin sonuçlarına göre; gençler TV reklamları olmadan televizyon izlediklerinde, izleme süresi ve atıştırmalık tüketme arasında bir bağlantı bulunamadı. Yine bu rapor, ticari reklamların gençleri daha fazla sağlıksız besinleri yemeye teşvik ettiğine işaret
Dergilerde, gazetelerde ya da sosyal medya üzerinde gördüğünüz kadın ve erkek figürleri sizi nasıl etkiliyor? Özellikle sosyal medya hayatımıza daha çok girmeye başladığından beri, güzellik algımız da oldukça değişti. Zayıf, ince, kaslı, yakışıklı ve makyajlı bireylerle dolu birçok fotoğraf görüyoruz. Aslında bunların birçoğu da düzeltilmiş ve oynanmış fotoğraflar.
Bunu artık sadece profesyoneller yapmıyor, ücretsiz indirebileceğiniz mobil uygulamalarla bile fotoğraflarınızla oynayabiliyorsunuz. Boyunuzu uzatabiliyor, belinizi inceltebiliyor, hatta makyaj bile yapabiliyorsunuz. İlk bakışta eğlenceli gibi görünse de beğenmediğiniz yönlerinizi yapay bir şekilde törpülemek aslında psikolojik olarak olumsuz etki bırakıyor.
Daha önce moda dünyasına yönelik sıfır beden ve anoreksiya karşıtı ‘manken yasası’ çıkaran, aşırı zayıf, hasta kişilerin çalışmasına izin vermeyen Fransa, photoshop konusunda da ilk adımı attı. Geçtiğimiz yıl bu konuda bir yasa yürürlüğe girdi, ‘photoshop yasağı’ olarak geçiyor. Buna göre ticari amaçlı tüm fotoğraflarda uygulanan rötuşların tüketiciye bir not ile bildirilmesi gerekiyor. Özellikle moda, tasarım ve pazarlama sektöründe kullanılan fotoğraflarda, rötuş
Yemek yeme hızının, başta fazla kilolar olmak üzere birçok farklı sağlık sorunuyla ilişkilendirildiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Bu kez sizlerle ‘BMJ Open’ dergisinde yayımlanan bir çalışmanın detaylarını paylaşmak istedim.
Araştırmaya göre; yemek yeme hızınızı yavaşlatmak, akşam yemeğinden sonra atıştırmaları kesmek ve yatmadan iki saat önce yemek yemeyi sonlandırmak, kilo kaybına yardımcı olabiliyor.
Araştırmacılar, yeme alışkanlıklarındaki bu değişiklikleri, düşük obezite ve kilo, daha küçük bel çevresiyle kuvvetli bir şekilde ilişkilendirdi. Bulgular, Japonya’da 2008-2013 yılları arasında düzenli olarak sağlık kontrollerini yaptıran yaklaşık 60 bin diyabetli bireyin verilerine dayanıyor.
Kontroller sırasında, katılımcıların yeme ve uyku alışkanlıklarının yanı sıra alkol ve sigara kullanımı da dahil olmak üzere yaşam biçimleri sorgulandı. Hastalara hızlı, normal veya yavaş yeme süreleri soruldu ve aşağıdaki üç soruyu değerlendirmeleri istendi. Haftada üç kez veya daha fazla kez;
1- Uyumadan iki saat önceye kadar yemek yiyor musunuz?
2- Kahvaltıyı atlıyor musunuz?
3- Akşam yemeğinden sonra atıştırma yapıyor musunuz?
Katılıcıların yüzde 36.5’i bu üç maddeden birine “Evet” ce
Çok yüksek sıcaklıklarda et pişirmenin bazı tehlikeleri vardır. En yaygın kullanılan yüksek ısı yöntemleri ızgara, kızartma, kızartma ve yöntemidir. Yüksek ısı pişirme yöntemleri, heterosiklik aminler (HAS), ileri glikasyon son ürünleri (AGE’ler) ve polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) gibi sağlıksız bileşikler oluşmasına neden olur.
Etin içindeki bazı besin maddeleri, yüksek sıcaklıkta başka besin maddeleriyle tepkimeye girme eğilimindedir. Oluşan bu sağlıksız bileşikler meme ve pankreas kanseri dahil olmak üzere çeşitli kanser türlerinde artmış bir
riskle bağlantılıdır.
Geçtiğimiz yıllarda Dünya Sağlık Örgütü de kırmızı et ve işlenmiş etlerle ilgili bir rapor hazırlamıştı, ben de sizlerle detaylı olarak paylaşmıştım. Kısaca özetlemek gerekirse o rapora göre, işlenmiş et tüketimiyle kanser arasında bir ilişki vardır. Yani işlenmiş et tüketimi, çalışmalarda kanser riskinde küçük artışlarla ilişkili bulunmuş. Bu çalışmalarda, risk genellikle tüketilen et miktarıyla artmıştır.
Günlük yenen işlenmiş etin her 50 gramlık kısmının kolorektal kanser riskini, yaklaşık yüzde 18 artırdığı tahmin ediliyor. Ama buna rağmen kırmızı et tüketimine ilişkin kanser riskine dair kanıtlar güçlü