Pandemi ile siber uzayda sayıları her gün artan sanal gezileri konu alan ikinci yazı sonrası, bir okuyucum, “Bunların canlı yayında yerinden anlatımlı olanı yok mu?” diye yazmıştı. “Olmaz olur mu, var! Hem de İtalya’dan, Türkçe ve de ücretsiz” dedim.
Bizi bekler
İtalya çok sıkı bir karantina uygulamakta, kontroller de sıkı ve ciddi olunca pandemi biraz yavaşlayıp, aşı konusu da netleştikten sonra sıkıntısız gidilebilecek yerlerden birisi olmaya aday.
Ahmet Aybar, hem Türkiye’de hem de İtalya’da profesyonel rehberlik lisansına sahip, aynı zamanda acente patronu olan, gönlünü turizme kaptırmış eski bir dost. Pandemi başladığından beri de siber uzaydaki canlı İtalya turlarının süper kahramanı. Hafta içinde aradım ve “Neden İtalya’ya gelmeliyiz?” diye sordum. O da, “İtalya öncelikle, hem bir imparatorluğun hem de Katolik inancının merkezi. Bir diğer neden ise her şehir devleti yöneticisi kendi şehrini görkemli, şaşalı göstermek için eserler yaptırıp, ünlü mimar, ressam veya bestecilere kol kanat gerince oluşan birikim. Enfes
Sanal geziler dünyasında yaptığımız yolculuğa bu hafta da devam ediyoruz. Pandemi sonrası siber uzayda bu sanal geziler pek bir popüler oldu. Bir YouTuber seti, bir de gimbal edinen geçiyor kameranın karşısına ve başlıyor sosyal medya üzerinden sanal geziler yapmaya. Anlatılan safsataları dinleyince tüyleri diken diken oluyor insanın... Zaten bu konuda birbirinden farklı konseptlere sahip düzgün örnekleri bulup, sizlerle paylaşmak düşüncesi de bunun sonucunda oluştu.
Kadim dost Ahmet
Bu haftaki yazı için masa başına geçmiştim ki telefonuma mesaj geldiğini bildirdi benim üstün akıllı saatim. Daha az akıllı telefonumu kağıt ve kitap yığınları arasında bulup, 1001 Istanbul’un nisan ayı sanal gezi programını paylaştığını görünce, bu haftanın konuğu da kendiliğinden belli olmuştu. Hazır telefon elimdeyken hemen aradım Ahmet Faik Özbilge’yi.
Sıra dışı rota ve konularda yaptığı İstanbul turları ve Bizans okumalarını pandemi ile beraber sanal ortama taşıyanlar arasında ‘1001 Istanbul’ da. “Nasıl başladı bu İstanbul turları?” dedim. “Aslında ilk adım
Yaşadığımız yüzyılda her şey son hızla değişmekte. Bilgiler, alışkanlıklar, iletişim, beklentiler, dertler, kitaplar, insanlar, tasalar hatta hastalıklar... Kısaca dünya değişiyor, güzellikler tükeniyor ve geriye sadece zihinlerde ölümsüz kılınmış kareler ve anılar kalıyor. Ama değişmeyen bir şey var ki, o da içimizdeki gezme dürtüsü.
Geni bile var!
Bir ihtimal, göçebe atalarımızdan bize miras kalan bir gen bu. Bilimsel adı DRD4-7R, bilinen adı Wanderlust. “Yeni yerleri merak et, araştır, git, tanış, ye, iç, kısaca keşfet gel” diye dürtüyor insanı bu gen. Yuvarlak hesap her beş insandan birinde olduğu söyleniyor. Genci var, yaşlısı var, zengini var, fakiri var. Pozitif insanlar bu geni taşıyanlar. Hayat dolu, enerjik, empatik ve dahi sempatikler. Dolayısıyla da her gezgin gibi mutlular. Güzellikleri kaybolmadan, değişmeden yakalayabiliyorlar. Onlarda “Dünya kazan, ben kepçe geni” var çünkü.
Dünya Değişmeden Turizm’in kurucusu Tulga Ozan da bunlardan biri. İstanbul’a geldiğimde onunla Mantra’da buluştuk. Sordum
Kendimi bildim bileli yollardaydım desem yalan olmaz. Takvimlerin 1980’lerin ikinci yarısının başladığını müjdelediği yıllardı, efsanevi Mercedes 302 otobüsün rehber koltuğunda, Alman akademisyenlerle, ilk kez Anadolu yollarına düştüğümde. O günden bu yana önce rehber, sonra acenteci, akademisyen ve gazeteci olarak güzel yurdumun tüm köşeleri, sonrasında Avrupa’nın kes yapıştır ülkeleri, Afrika’nın güneyi, Amerika’nın kuzeyi, Hindiçin derken, seyahat dolu 30 küsür seneyi geride bırakmışız.
Neredeyse yılın yarısını yollarda geçirirken, otobanda giderken el freni çekilmiş otomobil misali duruverdik bir anda. Uçuş yasakları, seyahat yasakları, aşı pasaportu kısaca bir yasaklar silsilesi dağ gibi dikiliverdi seyyahların önüne. Şimdilik “31 Mart’a kadar” diyorlar, amma velakin nedense içimden bir ses bu yasakların bir müddet daha hayatımızda olacağını söylemekte. Eh durum bu olunca yeni yerleri ve kültürleri keşfetmenin geriye tek yolu kalıyor; sanal geziler, deneyimler...
Sanal mektep olur mu? Olmuş...
Ge&cced
Telefon tıngırdadı masanın bir yerlerinde, baktım Sevgili Pınar Kartal Timer, “Gündem yoğun arada bir hoşluk olsun” notuyla bir dosya iletmiş. Pınar’la dostluğumuz Boğaziçi’ndeki öğrencilik günlerimize dayanır. O turizm bölümü mezunu mektepli bir turizmci olarak konaklama sektöründe başarılarla dolu bir kariyer yaptı, ben de işletme mezunu alaylı bir turizmci olarak Sevgili Pınar’ın yönettiği otellerde gerçekleştirdiğim operasyonlarda kendisiyle beraber çalışma şansı yakaladım.
Pınar gönderdiyse, önemlidir deyip tıkladım. Önemliymiş...
İZEV Yaşam Köyü
Farklı projeleriyle toplumsal farkındalık alanında dünya çapında ödüller alan İZEV Vakfı’nı, bundan iki yıl önce toplumda engelli olarak tanımlanan özel gereksinimli bireylere yönelik farkındalık ve yaşam köyü konusunda kamuoyu oluşturmak amacıyla Another Brick In The Wall’un Türkçe versiyonu ‘Yaşam
Hakkı-Duvar’ klibi projesinden hatırlayacaksınız...
“Yıkılmak zorunda olan zihinlerdeki duvar” mottosuyla başta Pink Floyd
Tam masanın başına oturmuş, “Bu yıl da seyyahlar olarak gezmeye hasret kaldık, bari aleme hasret kalmayalım, çevrim içi de olsa diyardan diyara dünyanın en iyi rehberleriyle gezelim” diye yazmaya başlamıştım ki, bilekten başlayan bir titreme sardı elimi... Tam ne oluyor diye paniklemeye başlıyordum ki, oğlum Ege’nin hediyesi saatin, gelen her iletide çılgın gibi titrediğini hatırladım.
Birkaç gündür teknolojiyle hiç olmadığım kadar yakın bir ilişki içindeyim. Stresimden adımlarıma, arayanımdan yazanıma, oturmama kalkmama, kısaca her konuya el koyma çabasında, kolumdaki bu şeytan işi çember. Öyle bir hale geldi ki konu, kendimi saatle kavga ederken buluyorum arada sırada. Gerçi ben bizim Zarife Hanım’la da atışıyorum ama o başka bir yazının konusu. “Zarife Hanım kim?” derseniz, bizim evin dört patili ağır ablası, kar beyazı bir Van kedisi.
Titremenin nedeninin kolumdaki saat olduğunu anlamanın rahatlığı içinde açtım bilgisayarımı. Gelen iletiyi okumaya başlar başlamaz da yüzümü bir tebessüm kapladı.
Turizmciler aşı programına
Yarın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bizlere hayat veren, bizi büyüten, eğiten, seven, sevgiyi öğreten ama yoklarmış gibi davranılan, ezilen, üzülen, dövülen ve hatta öldürülen ve senede sadece bir gün hatırlanılan kadınların...
Benim hayatımın her yol ayrımında hep aklıselim kadınlar vardı yanımda, yamacımda. Öğrendim ki, bir kadın destekliyorsa sizi canı gönülden ve karşılıksız, hiç korkmayın, kesin başarılı olacaksınız. Ama bir kadın size karşı duruyorsa hiç şansınız yok, vazgeçin. Başaramazsınız.
Dünyanın dengesi
Bir düşünün kadınlar olmasa, ne olurdu diye?
Mesela en başta biz olmazdık. Eh doğal olarak çocuklar da olmazdı, gururla arkalarından baktığımız...
Ama daha da önemlisi, renkler, neşeler, heyecanlar, mutluluklar ve hüzünler olmazdı.
Her duyduğumuzda içimizi mutlulukla dolduran gülüşler olmazdı.
Geçtiğimiz hafta 21 Şubat Dünya Rehberler günüydü. Turizme ilk adımım, o zamanki adı ile, rehberlik kokartımı almak olmuştu. Rehberlikte edindiğim bilgi ve tecrübe, ilerleyen yıllarda, turizmdeki ikinci, beyaz yakalı hayatta ise ilk adımım olan acente yöneticiliğinde inanılmaz fayda sağladı.
Sırp akademisyen Branislav Rabotic’in, “Rehberler diğer turizm çalışanlarından farklı olarak sürdürülebilir turizmin çıkarlarını korurken, turistlerle yakınlık kuran, yoğun ve onlarla yüz yüze iletişim halinde olan kişilerdir. Rehberler kendi destinasyonlarında turizm elçisi olarak adlandırılır” demekte bir makalesinde.
Bugün artık bir kısım acenteci tarafından altı üstü rehberlik denilip, bir vasıfsız işçinin aldığından daha düşük yevmiye teklif edilen, bu meslek, o kadar önemli esasında, elçilikle karşılaştırılmakta pek çok ülkede...
Acenteleri, otelleri ve rehberleriyle turizm sektörü gelmiş geçmiş en büyük krizle boğuşurken, sektör temsilcilerinin Türkçe rehberliği, dil sınavlarını, turist