Geçtiğimiz hafta Anadolu’yu arşınlamaya başlamış ve Antalya’ya kadar gelmiştik. Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinin en önemli tarihi yerlerini içeren gezinin ikinci yarısını ise bu hafta tamamladık ve perşembe sabahı sevgili Ursula, Carsten ve Sonja’yı, ilk fırsatta bir Doğu ve Güneydoğu Anadolu programında buluşmak üzere İstanbul’dan yolcu ettik.
İşte ikinci haftanın rotası ve programı...
7. Gün/Antalya-Konya
Konya yollarına düşmeden önce dünyanın en güzel ve iyi korunmuş antik tiyatrolarından birini, bugün hâlâ sanatseverleri ağırlayan Aspendos Tiyatrosu’nu ziyaret ettik. Sonrasında bir kez daha Toros Dağları’nı aşarak Konya’ya vardık ve Karatay Medresesi ve Mevlana Müzesi’ni gezdik beraberce.
8. Gün/Konya-Kapadokya
Sabah erkenden eski kervan yolunu takip ederek Kapadokya’ya doğru yola koyulduk. Doğal olarak günün ilk durağı da Sultanhanı Kervansarayı oldu. İkinci durağımız ise serin bir havanın eşliğinde 390 küsur basamak sonrası ayak bastığımız Peristremma yani ünlü Ihlara Vadisi’ydi.
İstanbul’a gelirken ay sonuna kadar programımı hazırlamıştım esasında. Evdeki hesap çarşıya uymadı ve kendimi planladığım Kuşadası yerine, Almanya’dan gelen üç misafirimle beraber Anadolu yollarını arşınlarken buldum. Bunun yaza veda etmenin en güzel yolu olduğunu fark edince, iki haftalık programı paylaşmak istedim Seyyah-ı Alem’de. Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinin en önemli tarihi yerlerini içeren gezinin ilk yarısı bu hafta, kalanı da haftaya yine bu satırlarda olacak.
1. gün/İstanbul-Çanakkale
Ursula, Carsten ve Sonja ile sabah 7.30’da Çanakkale’ye doğru düştük yola. Lapseki’den sonrası konumuz artık mitolojiydi. Thetis ve Peleus’un düğünü, davet edilmeyen nifak tanrıçası Eris, en güzele verilecek altın elmaya talip üç tanrıça Hera, Athena ve Afrodit, Truva kralı Priamaos’un oğulları Hektor ve Paris, Paris’in kaçırdığı Yunan kralı Menelaos’un karısı güzeller güzeli Spartalı Helen, onu geri almaya gelen Menelaos ve kardeşi Miken Kralı Agamemnon, Akhilleus derken yeni
Geçtiğimiz hafta dostlar, “Uzun zamandır sergi, konser ve etkinlik tavsiyeleri yazmıyorsun. Nerede, ne olduğunu yazsana arada sırada... Malum sonbahar gezmek için en güzel mevsim, yolumuz üzerinde ya da gittiğimiz yerde sergi veya konser olduğunda uğramak güzel oluyor” deyince yazmak şart oldu. Ben de aldım kalemi elime ve eylül-ekim aylarında yolda olan gezginler için seçtiğim sergi, konser ve etkinlikleri konuk ettim bu hafta Seyyah-ı Alem’e.
Bodrum
17 Eylül-10 Ekim arasında harika bir sergi var Bodrum’da. Collectable Art&Design, Dr. Gizem Pamukçu ve Hülya Şekercioğlu iş birliğiyle hazırlanan Synonyms, her daim sanata ve sanatçıya destek veren The Marmara Bodrum’da. Sergide Mehmet Sinan Kuran’ın ve 40 farklı genç sanatçının toplamda 80’e yakın çizim, resim ve heykel gibi formlarda eserleri sergilenecek. Bodrum’da iseniz ya da yolunuz Bodrum’dan geçiyorsa mutlaka uğrayın derim.
İstanbul
Fotoğraf Grubu’nun 21 Mart 2020’de aramızdan ayrılan, fotoğraf eğitmeni Arel Kalender’i anmak için düzenlediği
Perşembe günü yeni çıkan kitaplar neler diye araştırırken ‘Teğmen Ali Rıza Akıncı’nın Hatıratı’ ile karşılaşmak güzel bir sürpriz oldu benim için. Neden derseniz, Perşembe günü 9 Eylül’dü ve Teğmen Ali Rıza Akıncı da bundan tam 99 yıl önce, bugün İzmir Hükümet Konağı’na bayrağımızı çeken teğmendi.
Gazeteci Yazar Yaşar Aksoy’un kaleme aldığı kitabın adı ‘İstiklâl Süvarisi İzmir’in Kurtuluşu Teğmen Ali Rıza Akıncı’nın Hatıratı’. Mayıs ayında yayınlanan eser, nasıl olduysa gözümden kaçmış ama tam da olması gereken günde önüme çıkıvermişti.
Kimdir Teğmen Ali Rıza Akıncı?
Eski takvim ile 1314’te yani 1898 yılında Konya’da doğar Teğmen Ali Rıza. Babası aile geleneklerine, geldiği kültüre çok bağlı, İstihkam Yüzbaşısı Halil Bey’dir. Oğlunun askeri okula gitmesine karşıdır. Ali Rıza medresedeki öğretimden özellikle de cübbe ve sarıktan hoşlanmaz, ne yapar eder orduya katılır. I. Dünya Savaşı’nda Arabistan, Gazze ve Filistin-Kudüs
Geçtiğimiz haftaki yeme-içme yazısı sonrası sizlerden gelen mesajlar iki konuda yoğunlaşmış.
İlki Michelin yıldızlı lokantalar. “Neden bizde yok?”, “Olmasının ne faydası var?”, “Yeme-içme turizmine katkısı var mı?” gelen sorulardan bazıları.
Diğer ilgi çeken konu ise Antik Gurme Archestratus. “Kimdir?”, “Nerede yaşamış?”, “Ne yememizi tavsiye etmiş?” ve ”Yemek tarifi vermiş mi?” en çok sorulan sorular.
Michelin yıldızlı lokantalar konusunu, elimdeki bilgileri teyit ettirmek için birkaç dost ile görüşmem gerektiği için sonraya bıraktım. Dolayısı ile bu haftanın konusu Helen kökenli gurme Archestratus.
Farklı konularda araştırma yaparken karşılaştığım bazı çalışmaları bir gün kesin ihtiyacım olur deyip arşivleme adetim var. İşte bunlardan biri Doç Dr. Ali Güveloğlu’nun .’Journal of History&Future’da yayınlanan ‘Antik Çağ’ın Damak Tadı Düşkünü Yazarları’ başlıklı makalesi. Ali Hoca’nın ‘İlk Seyyah Gurme Arkhestratos’un Yaşamı ve
Bu yeme-içme işi gittikçe önem kazanmakta. Artık insanlar sadece doymak değil, aynı zamanda gittikleri bölgenin ya da ülkenin mutfağını da deneyimlemek istiyor. Birkaç yıl önce yapılan bir araştırma turistlerin yaklaşık yüzde 90’ının destinasyon tercihinde, “Yemek çok önemli” dediğini ortaya koymuştu. Yiyecek ve içeceklerin ana oyuncu olduğu gastronomi turizmi son yıllarda tüm dünyada hızla yayılmakta.
İlk kez Joseph Berchoux’un 1801’de yazdığı şiirin başlığı olarak ortaya çıkan Gastronomi’yi bir başka Fransız, tarihçi Pascal Ory ise bir masa sanatı olarak tanımlamakta. 18. yy’da dünyanın ilk lokantasının açıldığı Paris bugün yeme içme konusunda dünyanın en ünlü destinasyonları arasında.
Ama, yemek pişirme sanatının temellerinin Mezopotamya’da atılmasına, zaman içinde ise Anadolu ve Çin mutfağı olarak ayrılarak, gelişimine devam etmesine rağmen bizim bunları kullanarak, aynı oranda fayda sağladığımızı söylemek ise pek mümkün değil.
“Dünyanın üçüncü
Roma dönemi villalarını anlatıyordum Efes’te geçtiğimiz günlerde... Hani şu meşhur Kuretler Caddesi’nden aşağıya inerken yolun solunda, Hadrian Tapınağı’nın tam karşısındaki Yamaçevler diye bilinen, zamana direnmeyi başarmış yedi villadan bahsediyorum. Roma İmparatorluk Dönemi’nden en eskisi 1.Yüzyıl’dan kalma, orta kısımda peristil mimari tarzında üstü açık bir iç avlu bulunan bu evlerin dış görünümü oldukça sade olsa da içi oldukça gösterişlidir. Tam bu evlerin inanılmaz şaşaalı dekorasyonunu anlatırken, bir hanımefendi o zamanın iç mimarları da çok başarılıymış deyince, sohbetin konusu mimarlığa ve iç mimarlığa döndü.
Dekorasyondan iç mimariye
Mimarlığın alt bileşenlerinden biri olan iç mimarlık, insanı ve yaşamını etkileyen tüm faktörleri dikkate alarak, altyapıdan kullanılacak malzemeye, havalandırmadan, aydınlatmaya, bir yapının iç alanını tasarlanmasıdır diye tarif edilebilir. İç mimar da iç mekanı sanatsal ve teknik altyapısıyla en doğru şekilde çözen
Ege, ama özellikle de Aydın dendi mi, akla efeler gelir hemen. Efe; haksızlığa başkaldıran, zulme, işkenceye karşı silahlanıp dağa çıkan zeybeklerin, genç kızanların lideri idi. Fakir fukarayı koruyup gözeten, zalimlerin korkulu rüyası, vatanına aşık Efeler, Yunan işgalinde dağdan inip, Milli Mücadele’ye katıldılar. Cumhuriyet sonrası ise, rütbe ve İstiklal Madalyası verilen efeler, halka karıştılar.
Giyimi kuşamı da heybetliydi Efelerin... Başlarında çuhadan yapılma narçiçeği renginde ‘kuzunlu başlık’ üzerine sarılı iğne oyası bezemeli ‘kefiye’, boyun ve kol ağızları iğne oyası işlemeli, krem renginde, saf ipekten ‘bürümcük’, ‘mintan’ denilen, kırmızı ya da mor üzerine beyaz çizgili, ipekten dokunmuş yaka düğmesi açık bir üstlük, onun üzerinde çapraz düğmeli cepken ve en üstte ise kartal kanadı gibi iki sallantısı olan, genellikle koyu renk çuha üzerine, siyah ipek kaytan işlemeli , ‘camadan’, ayaklarda yine koyu renk çuhadan ‘çakşırmenevrek’,