“Futbol da insan ile kaimdir. Süper Lig takımlarımızda oynayan gençlerimizin sayısının giderek azalıyor olmasını düşünmeliyiz. Dünyanın en iyi futbolcularının burada oynaması elbette hepimizi sevindirir. Ama kendi çocuklarımızın buralarda olması sevincimize gurur katar. Yeni dönemde Süper Lig’deki gençlerimizin artacağını ümit ediyorum.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2. Futbol Zirvesi’nde yaptığı bu konuşma, on gündür spor medyasının ana gündem maddelerinden biri.
Futbolun paydaşları tek tek görüşlerini açıkladı, tartışma bitmedi.
Peki nasıl algılandı mesaj? Sayın Cumhurbaşkanı, “yabancı oyuncuyu azaltın” mı dedi? Yoksa “Alt yapıya önem verin. Gençlere yol açın” mı?
Velev ki yabancı oyuncu kontenjanını işaret etti.
Mümkün mü bugünden yarına bir talimat değişikliği yaparak, yeni sınırları çizmek?
Süper Lig’in tamamını bırakın. Sadece dört büyük takımdaki yabancılardan tam 40 tanesinin sözleşmesi, gelecek sezondan da ötesine sarkıyor.
Örnek gösterilecek bir teknik adamlık öyküsüdür Ferhat Akbaş’ın yaşadıkları.
Genç yaşta voleybol sporunu bırakıp antrenörlüğe başlaması, kısa sürede önemli görevleri üstlenmesi, alkışlanacak başarılara imza atması, ana gündemi futbol olan medyanın dikkatini çekmese de, Akbaş’ın Japonya Kadın Milli Voleybol Takımı’nın başantrenörlüğüne getirilmesi, ülke sporu adına dikkat çekici bir konu.
Sporun her dalında ana unsur insan.
Kendini geliştirmek, öğrenmek, uluslararası alandaki yenilikleri takip etmek şart.
Ferhat Akbaş, vasat bir voleybolcu olduğunu kabul ettiği o gün, kafasına teknik adamlığı koymuş idealist bir gençti.
Çok deneyimli isimlerin yardımcılığını yaptı. Kısa sürede, sağlam adımlarla merdivenleri çıkarken, hakkındaki olumsuz söylemler, ne direncini, ne hırsını ötelemeye yetti.
Çin’e gitti, iki yıl Guangdong Evergrande takımını çalıştırdı. Türk Telekom, Galatasaray, Vakıfbank gibi takımlarda üzerine koyarak yükselmeye devam etti.
Ersun Yanal’ın Galatasaray maçına geçen haftanın yıldızı N’Doye ile başlama kararı, taktik hamleden çok net bir mesaj içeriyordu: “Çalışan, mücadele eden, takıma katkı sağlayan formayı alır.”
Gol atarsın, atamazsın. Önemli olan, senden isteneni verip veremediğin. Senegalli oyuncu ligin ikinci yarısındaki performansıyla Yanal’ın en güvendiği isimlerden biri olmuştu. O da şimdi kendisine inanan hocasına fazlasıyla karşılığını veriyor. Dün akşam rolantide giden maçın düğümünü çözen N’Doye oldu. 90 dakika inanılmaz bir özveri ile oynadı.
Trabzonspor skor üstünlüğünü ele geçirdikten sonra özellikle orta sahada rakibe uyguladığı müthiş baskıyla hemen her topun sahibi oldu. Galatasaray’ın şaşkınlıkla izlediği pas trafiği ilk yarı bitmeden ikinci golü getirebilirdi. Okay ile başlayan, Onazi ile devam eden ve Yusuf Yazıcı’nın direği bulan son vuruşu, ev sahibi takım adına şanssızlıktı.
Oyunun bu bölümünde takım olarak savunmayı ve hücumu doğru hamlelerle yöneten Trabzonspor da özellikle sağ kanatta Mas, ortada Okay ve Onazi, sol kanadı çok etkili kullanan Castillo dikkat çeken isimlerdi.
Trabzonspor’un dominant görüntüsü Galatasaray’ın etkili olması beklenen silahlarını da adeta kilitledi.
Bundan tam on yıl önceydi. Tarih, 18 Mart 2007. Yer, Manisa 19 Mayıs Stadı...
Vestel Manisaspor-Sakaryaspor maçı oynanıyordu. Hakem de Cüneyt Çakır...
37. dakikada o zamanlar Manisaspor forması giyen Selçuk İnan ile Capurro arasındaki gerginlik bir anda büyümüş ve saha karışmıştı.
Ev sahibi takım kalecisi Bülent kalesinden çıkıp hakemin üzerine yürümüş ve sert tepki göstermişti. Eylemini sürdürünce de kırmızı kart görmüştü.
Karta sinirlenen Bülent, Türkiye’de görülmemiş bir olaya imza atıp Çakır’ın kokartını sökmüş, kaleci antrenörü Metin Bayındır ise hakeme yumruk atmıştı.
Kişilik haklarına saldırı, darp, ne ararsan vardı.
Sonuç; hakem maçı tatil etti, Vestel Manisaspor 3-0 hükmen yenik sayıldı, kaleci Bülent 20 maç, kaleci antrenörü ise 3 yıl hak mahrumiyeti cezası aldı.
Trabzonspor’un lig sonuna kadar yaşayacağı en büyük sıkıntı, belli mevkilerdeki oyuncuların sakatlık veya kart cezası nedeniyle takımdan ayrı kalması. Çünkü alternatif çok az. Son iki haftadır izliyoruz. 34’lük Durica’nın yokluğu, savunma için büyük kayıp. Ersun Yanal’ın onun yerine şans verdiği Mustafa Akbaş ve Medjani maalesef yetersiz kalıyor. Hele Medjani. Adeta pimi çekilmiş bomba. Bir yanda partneri Uğur’u bozuyor. Öte tarafta Trabzonspor’un yediği golde olduğu gibi, bırakın zıplayıp rakibe müdahale etmeyi, pozisyonları seyrediyor. Örnek, Cikalleshi’nin göstere göstere yaptığı kafa vuruşu.
Hâl böyle olunca, analiz ustası Tolunay Kafkas’ın takımı gibi bir rakip karşısında hem savunmada, hem hücum organizasyonlarında çuvallıyor Trabzonspor. Bir de kanatları kapattın mı, eyvah, eyvah!
Akhisarspor dün gece ilk 15 dakikalık baskıyı atlattıktan sonra, Trabzonspor’un şifresini çözüp düşündüğü önlemlerin tümünü almakla kalmadı, hızlı hücumlarda topu üçüncü bölgeye direnç görmeden taşımayı bildi. Kısacası ilk yarı için söylüyoruz, Trabzonspor’un ezberini bozmak zor olmadı ev sahibi adına.
Ligin ikinci yarısıda yenilgi görmeyen Trabzonspor’un bu unvanını koruyabilmesi ve geriye düştüğü
Doğan Haber Ajansı’nın haberi beklendiği ya da hedeflendiği gibi ses getirdi.
Ajans, Afyonkarahisarlı milli sporcu Yaprak Selin Keskin’in içi süngerle doldurulmuş havuzda antrenman yaptığını haberleştirmişti.
Atlama branşında sayısız madalyanın sahibi genç kardeşimizin, “Bana en yakın havuz Ankara’da. Onu da ancak yarışmalarda görebiliyorum” sözleri, nice yetenekli sporcuların hangi olanaksızlıklar içinde başarılı olmaya çalıştığının örneği idi aslında.
Büyük kentlerde yaşamayan yüzlerce, binlerce gencimiz Yaprak kızımız gibi şanslı değil.
O, sesini duyurma fırsatı buldu. Karşılığı da geldi.
Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Yaprak Selin Keskin’in antrenmanlarını bundan böyle Ankara’daki Olimpiyat Hazırlık Merkezi’nde sürdüreceğini açıkladı.
Sayın Kılıç bu açıklamayı yaparken eminim, içten içe kızmış ve bir milli sporcunun çalışma koşullarının medyada bu şekilde gündeme gelmesine içerlemiştir.
Olympiakos’un Karaiskakis Stadı çok farklı bir mekan. Taraftar adeta ölüyü canlandırır.
Takımları aleyhine her kararda müthiş bir tepki, top rakipte iken kulakları sağır eden dayanılması güç bir uğultu.
Avrupa’daki tek temsilcimiz Beşiktaş önce böyle bir ortam, sonra ligdeki son üç maçında aldığı kötü sonuçlar sonrası yeni teknik direktörü ile motive olup Avrupa’ya tutunma çabası içindeki bir rakiple mücadele etti.
Bu tip maçlarda favori gösterilmek büyük tehlike. Hele bu duygu futbolcuya yansır ise. Ezberin bozulur, doğru bildiklerin eline ayağına dolaşır.
Beşiktaş ilk yarıda savunmayı ön plana çıkarıp, kontrollü oyununu rakibe kabul ettirme düşüncesindeydi. Lakin bu karakterine uygun bir oyun planı değildi. Olympiakos hem önde, hem ikinci bölgede o kadar baskılı başladı ki maça, Beşiktaş’ın alıştığımız pas trafiği her denemede kırmızı ışığa takıldı. Tolgay ve Atiba öne oynamak yerine geriye dönünce, hızlı çıkışlarda etkili olabilen Babel ve Aboubakar’ın topla buluşma şansı azaldı. Her an maçın gidişini değiştirmesi beklenen Quaresma ise istediği boş alanları bulamadı bu bölümde. Talisca da kaleyi göremedi.
Olympiakos’un attığı golde ciddi savunma ve kademe hatası vardı. 37’lik
Avrupa’daki tek temsilcimiz Beşiktaş, gelecek hafta Olympiakos ile deplasmanda önemli bir maç oynayacak.
Gidip gördük. Bir önceki turda Osmanlıspor’u eleyen Yunan ekibinin taraftarına mutlaka dikkat derim. Karaiskakis stadının ambiyansı müthiş. Seyirci kapasitesi Vodafone Arena’dan az olsa da, Osmanlıspor maçına gelen 20 bin civarındaki ateşli taraftar bile müthiş bir ortam yaratmaya yetmişti.
Beşiktaş karşılaşmasında stat, muhtemelen dolacak.
Hem rakip takım, hem hakemler üzerinde öyle bir baskı kuruyorlar ki, etkilenmemek mümkün değil.
Taraftarın yarattığı bu atmosfer, kendi takımlarını da hırçınlaştırıyor. Futbolcular daha agresif oynuyor. Tribünlerin hemen her pozisyona verdiği tepki, ister istemez hakemi de etkiliyor.
Osmanlıspor maçında sağ bekleri Figueiras’ın ilk on dakika içinde ikinci sarıdan atılması gerekiyordu. Fransız hakem gözünün önündeki sert hareketi bir düdükle geçiştirirken, seyirci bu karara bile tepki göstermişti. Daha onlarca yanlış düdük ve bayrak vardı.
Cehennemden çıkmak