Doğan Haber Ajansı’nın haberi beklendiği ya da hedeflendiği gibi ses getirdi.
Ajans, Afyonkarahisarlı milli sporcu Yaprak Selin Keskin’in içi süngerle doldurulmuş havuzda antrenman yaptığını haberleştirmişti.
Atlama branşında sayısız madalyanın sahibi genç kardeşimizin, “Bana en yakın havuz Ankara’da. Onu da ancak yarışmalarda görebiliyorum” sözleri, nice yetenekli sporcuların hangi olanaksızlıklar içinde başarılı olmaya çalıştığının örneği idi aslında.
Büyük kentlerde yaşamayan yüzlerce, binlerce gencimiz Yaprak kızımız gibi şanslı değil.
O, sesini duyurma fırsatı buldu. Karşılığı da geldi.
Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Yaprak Selin Keskin’in antrenmanlarını bundan böyle Ankara’daki Olimpiyat Hazırlık Merkezi’nde sürdüreceğini açıkladı.
Sayın Kılıç bu açıklamayı yaparken eminim, içten içe kızmış ve bir milli sporcunun çalışma koşullarının medyada bu şekilde gündeme gelmesine içerlemiştir.
Haklıdır. Bir bakanın işi midir bu ve benzer konuları takip etmek?
Kulüpler, kadrolu binlerce antrenör, Spor İl Müdürlükleri, federasyonlar ve nihayet hepsinin tepesinde Spor Genel müdürlüğü dururken, sorunları yerinde tespit etmek, çözüm üretmek bu kadar zor mudur?
Karşılıksız söylemler
Doğru planlanmış bir spor politikanız yoksa, yurt geneline yayılan teşkilatlarınız günü kurtarmak adına göstermelik organizasyonlarla durumu idare etmeye kalkarsa, zordur!
Bu ülke sporu yıllarca ne çekti ise, siyasetçilerin seçimlere dönük karşılıksız söylemlerinden çekti.
Açın bakın son otuz yılın arşivlerine. Bir tek lisanslı sporcusu olmayan kentlere olimpik havuzlar yapıldı, bir tek güreşçinin içine girmediği salonlar inşa edildi. Üçüncü lige düşmüş bir takımın kentine stat konduruldu.
Hükümetlerin yatırım programlarına çivisi dahi çakılmayan tesisler dahil edildi.
“Devir değişti, bunlar mazide kaldı” diyorsanız...
O zaman medya yazmadan, televizyonlara haber olmadan bulun diğer Ayşe’leri, Ahmet’leri...
Yapılan onca güzel ve doğru işi gölgelemiyor mu Yaprak ve diğerlerinin hikayeleri?
Sayın Cumhurbaşkanı defalarca söyledi, geçen gün yine tekrarladı: “Türkiye’nin diğer alanlarda olduğu gibi sporda da hak ettiği konuma ulaşması gerekiyor. Bilhassa gençlerimiz arasında spor kültürünün yaygınlaşmasında federasyonlarımıza çok önemli görevler düşüyor.”
Sayın Erdoğan “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” diyor da, laf bir türlü doğru adrese gidemiyor!
Top Muharrem Usta’da!
Ligin ilk yarısında berbat bir Trabzonspor vardı.
Coşkusuz, heyecanını, en önemlisi öz güvenini yitirmiş bir takım.
Tıpkı Ersun Yanal gibi. Kulübedeki tepkisiz duruşu, donuk gözleriyle maç izleyişi ve zaman zaman çaresiz tavırları dikkat çekiyordu o günlerde.
İki kelimeyle, mutsuzluk ve umutsuzluk hakimdi camiaya.
Kim ne derse desin 17. haftadaki Bursaspor maçı kırılma noktası oldu. Yeni transferler, yeni bir başlangıç arzusu ya da pabucun pahalı olduğu algısı, o maçın kazanılmasını sağladı.
Evet, dört yeni transfer ve Yusuf Yazıcı’nın katkısı önemliydi. Hâlâ da öyle.
Lakin yedek parçası olmayan bir makine gibi Trabzonspor. Kadro istikrarı sağlanmış görünse de, dişlilerden biri arıza yaptığında, sakatlık veya kart cezası gündeme geldiğinde, aynı işlevi yerine getirecek elemanı yok.
Yaşadık, gördük. Durica’nın sakatlığı ve Okay’ın cezalı olduğu hafta ciddi sıkıntı yaşadı takım. Ligin kalan bölümünde bu tip senaryolar tekrarlanabilir.
Kuşkusuz başta Ersun hoca ve dolayısıyla başkan da farkındadır durumun.
Rota Latin ülkeleri
Gelecek sezon daha iddialı bir kadro oluşturmak için, şu aralar öncelik iç transfere verilmiş durumda. Doğru yapılıyor. İmzalar gönülden ve isteyerek atılıyor.
Ancak lig, Avrupa ve kupa hedefi koyan bir takımın, alternatifli bir oyuncu grubu oluşturması şart. Kalecisinden forvetine!
Duyuyoruz, en az dört yeni transfer gündemde. Bize gelen bilgiler ise sayının artacağı yönünde. Tabii işler yolunda giderse.
Bazı isimler de dolaşıyor medyada. Ne kadar doğru, zaman gösterecek. Ancak şöyle diyelim; eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı.
Ersun hocanın rotası Latin ülkeleri. Türkiye’ye çabuk uyum sağladıklarını ve işlerini iyi yaptıklarını düşünüyor. Disiplinli, profesyonel ve aynı zamanda deneyimli oyuncu istiyor.
Tüm bunlar ciddi bir bütçe gerektiriyor. Hem içeride ödemeleri aksatmayacak, hem yeni transferlere kaynak yaratacaksın.
Kolay iş değil. Fakat aşı tutmuş görünüyor ve meyvelerini toplayabilmek için, her anlamda ve alanda fedakârlık gerekiyor.
Top, çıraklık dönemini tamamlamış görünen Muharrem Usta’da!..
Siyah ve beyaz gibi!
Maalesef yaşadığımız coğrafya gerçekleri bunu gerektiriyor.
Her konuda kuşkucu olmak ve endişe etmek durumundayız.
Hayal kırıklığı ve kötü sürprizler yaşamak istemiyorsak tabii.
Beşiktaş’ın Olympiakos deplasmanında elde ettiği gollü beraberlik, istediğimiz skorlar arasında yer alsa da, çeyrek final biletini cepte görmek büyük tehlike.
Manşetlerin dili, yorumcuların söylemi, taraftara hoş, camiaya keyifli bir melodi gibi gelebilir.
Maç öncesi Karaiskakis stadında deneyimli iki meslektaşımız değerlendirme yaparken biri şöyle diyordu: “İçimden geldi. 4-1 kazanacağız...”
Diğeri daha temkinli idi: “Tur için avantajlı bir skor olsun da...”
Siyah ve beyaz kadar farklı iki görüş.
Doksan dakika bitiminde gördük. Büyük düşünmek güzel, ancak büyük konuşmak futbolun ruhuna ters.
Herkes öngörüde bulunabilir ve tecrübesine dayanarak yorum yapabilir.
Ama mümkünse, Beşiktaşlı futbolcular bir hafta gazete okumasın, televizyonda spor programı izlemesin!