Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen pazar akşamı NTV’nin konuğu oldu. Sporda şiddet, sponsorluk, alt yapı, amatör branşlar, tesisleşme, yabancı kontenjanı, kulüpler yasası konuşuldu.
Sayın Erdoğan’ın spora yakın ilgisini biliyoruz. Özellikle de futbola. Ancak memlekette bu kadar sorun varken, her konuyu detaylarıyla takip etmesi olağanüstü bir çaba gerektirir.
Bol reklamlı söyleşide, vereceği mesajların ilgili yerlere gidecek talimat gibi algılanmasına yol açabilecek cinsten sorular da geldi. Bu kez siyasetçi kimliği ile savuşturdu çoğunu. Milli takımın yeni forması ile ilgili, “Federasyonun takdiridir” dedi. Kulüpler yasası konuşulurken “Maliye ve spor bakanlıkları ilgileniyor” diye yanıtladı. Yeni sınav sisteminden sonra “sporculara ayrıcalık tanınacak mı?” dendi, “A’dan Z’ye her şeyi bilme noktasında değilim” ifadelerini kullandı. Yani istenen malzemeyi vermedi.
Efendim, Cumhurbaşkanı her konuda racon kesiyormuş. Doğrudur. Bu ülkede kurumlar ve kuruluşlar, yasaların belirlediği çerçevede kendi görevlerini eksiksiz yapsalar, Cumhurbaşkanı’na da racon kesmek düşmezdi herhalde!
Araba camındaki filmden taşıt vergisine, sınav sisteminden banka faizlerine, devşirme
Ölümünün 79. yıl dönümünde büyük bir özlemle andık yüce önderimizi.
“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” demişti Mustafa Kemal Atatürk.
Gelin görün ki, paranın ve şöhretin esiri olmuş eğitimsiz bir nesil yetişiyor maalesef. Futbol da payını alıyor elbette.
Ağzı bozuk, emeğe saygısı olmayan, kazanmak için her yolu mübah gören ve yaptıklarını marifet sanan bir nesil.
Yakın geçmişten örnekler vermeye gerek yok. Herkes kimin ne olduğunu çok iyi biliyor. Görüntüler Akhisarspor- Alanyaspor maçından.
Kart sınırındaki Mustafa Yumlu, kafaya yükselirken eli topa temas ediyor. Hakem Ali Palabıyık da sarı kartını çıkarıyor. Mustafa’nın cezalı duruma düştüğünü fark eden takım arkadaşı Caner hemen hakeme giderek, “O değil, ben” diye itiraz ediyor.
Belli ki Palabıyık da pozisyonu net süzememiş, kenardan yardım alamamış. Kafası karışıyor ve kartı Caner’e gösteriyor. Sonuç; Mustafa Yumlu bir sonraki Beşiktaş maçını ekranda seyretmekten kurtuluyor!
Rıza Çalımbay’ın geçen hafta kazanan kadroyu bozmaması (cezalı Olcay hariç), saygı duyulacak bir karar. Ancak her takıma karşı aynı oynayamazsınız. Trabzonspor’un henüz ezberlenmiş bir oyun anlayışı yok ki. Rakip, ligin en az gol yiyen ekiplerinden biri. Kendi sahasında bu sezon yenilgi yaşamamış. Her iki kanadı etkili kullandığı da bir gerçek. Çok koşuyor ve mücadele etmeyi seviyor. Mütevazı ancak, agresif.
Rıza hoca elbette bu faktörleri dikkate almıştır, lakin düşündüklerini ancak her iki yarının da son bölümlerinde yapabiliyor, maçın büyük bölümünde kaleni savunmakla meşgul oluyorsan, taktik anlamda da bazı eksikler var demektir.
İşlerin iyi gitmediği gören Çalımbay’ın önlem alması gereken ilk bölge orta saha idi. Çünkü Kayserispor hem göbekten, hem de kanatlardan çok etkili geliyordu. İlk yarıda istediği pozisyonları üretemese de, ikinci yarıda maçı mutlak kazabileceği fırsatlar yarattı. Bu arada Onazi ve Mustafa’nın sakatlıkları nedeniyle yapılan iki değişiklik, Rıza hocanın B planını bozmuş olabilir. Yoksa Abdülkadir hamlesi çok daha önce gelebilirdi. Nitekim genç yeteneğin 78. dakikada takıma dahil olmasından sonra, topu daha çok ileri taşıma çabasındaki Trabzonspor bu kadar
Ligin on haftası geride kaldı. Sezona 50. yılda şampiyonluk iddiasıyla başlayan Trabzonspor’un puanı on iki. Ya da şöyle diyelim, kaybettiği puanlar on sekiz.
Fenerbahçe, Başakşehir ve Beşiktaş ile deplasmanda berabere kalmış, hatta galibiyeti kaçırmış, geçen hafta Galatasaray’ın yenilmezlik unvanına son vermiş bir takımdan söz ediyoruz.
Zirveye ayar veren Trabzonspor’un diğer rakipleri karşısında aldığı sonuçlara ne demeli? Göztepe, Alanya yenilgileri, Akhisarspor faciası ve Malatyaspor maçı basit iş kazaları olarak nitelendirilebilir mi? Hepsinde irdelenmesi gereken ayrı sorunlar var.
Öncelikle şu saptamayı yapalım; bu maçları kazansa, lider Galatasaray’ın da üzerinde yer alacaktı bordo-mavililer. Şaka gibi değil mi? Herkes Beşiktaşlı futbolcular için “maç seçiyorlar” yorumu yapıyor ya, Trabzonsporlu oyunculara da sormak gerek; “rakibe göre mi oynuyorsunuz?”
Öyle olmadığını iddia ediyorlarsa, işte fırsat. Kayserispor maçında da Galatasaray karşısındaki gibi coşkulu, baskılı bir Trabzonspor izlettirmek ellerinde. Futbol bu, oynar mücadele eder, ama puan kaybedersin. Lakin arkandan laf söylettirmezsin!
Fenerbahçe’ye kök söktürüp bir hafta sonra Göztepe’ye boyun eğiyorsan,
Kimse hikaye anlatmasın Galatasaray kötü oynadı, yenilgisizlik unvanını kaybetti diye. Trabzonspor harika işler yaptı ve kazandı. Bu sezon demiyorum, 2010-11’den bu yana belki de en karakterli, en kişilikli mücadelesini sergiledi Karadeniz ekibi.
Doğrusu müthiş bir ilk maç izledik. Gözümüzün pası silindi. Aksiyon, pozisyon, kart, mücadele, gol tekmili birden sahada idi.
Aslında ilk dakikadan itibaren her şey Trabzonspor’un istediği gibi gitti. Çünkü iştahlı, arzulu ve ısıran bir takım vardı sahada. Önde baskı yaparak rakibin oyun kurmasını engellerken, orta alanda bir topun peşinde en az iki kişi bitiverdi maç boyunca. Galatasaray’ın ezberini, hatta sinirlerini bozdu bu tarz oyun. Tabi ki bunu sürdürmek ciddi bir efor, konsantrasyon ve dikkat gerekirdi. Onu da yaptı Trabzonsporlu oyuncular. Doksan dakika bir an bile vazgeçmediler. Tek hataları vardı, o da 86’da rakibe umut verdi, nafile.
Öyle ya, karşısında en ufak bir hatayı affetmeyecek Gomis gibi bir fırsatçı, Feghouli gibi üçüncü bölgede her an tehlike yaratabilecek etkili silahları vardı Galatasaray’ın. Durica ve Uğur onlara da, sonradan oyuna girenlere de şans tanımadı. Igor Tudor da bu gerçeği görünce, Gomis’i takımı geriye
85’li yılların ortalarıydı. Milliyet’teki stajyerlik dönemimde ilk imzalı haberimi Spor Müdürümüz Şansal Büyüka manşete taşıdığında sevinçten uyuyamamıştım.
Futbol Federasyonu’nun Ulus’daki ofisinde bir hafta tozlu dosyaları karıştırmış, kulüplerin futbolculara yaptıkları sözleşmeler ve devlete beyan ettikleri rakamlar arasındaki farkı çıkarıp, ne kadar vergi kaçırıldığını yazmıştım.
O günden bu yana federasyonun işleyişi, talimatları, kurulları ile yatıp kalkarız. Yüzlerce olay, onlarca federasyon, bir o kadar Merkez Hakem, Disiplin, Tahkim ve Hukuk Kurulu üyesi tanıdık.
Bunca yıllık deneyim gösterdi ki, her hukukçu (ceza, medeni, kamu, iş vs.) futbol hukukçusu olamaz. Futbol ayrı bir bilgi, uzmanlık ve bakış açısı gerektiriyor.
Evrensele bağlı kalmak kaydıyla, kendine has kuralları ve değerlendirmeleri var. Bu nedenle yıllardır talimatlarda ucu açık, yorum gerektiren konular, başka değişle kıvırma payı bırakılır! Yeri geldiğinde can simidi olsun diye.
Vicdan mı talimat mı?
Geçen hafta Akhisarspor faciası yaşamış bir takımın, nasıl bir ruh hali içinde olacağını merak ediyorduk doğrusu. Malatyaspor’a vereceği tepki, futbolcuların psikolojisi, yeni teknik direktör Rıza Çalımbay’ın kısa sürede oyuncularıyla kurduğu iletişim gibi konular, kafalardaki soru işaretleriydi.
Sorunlar elbette dünden bugüne çözülmez. Maç başladı, gördük ki Trabzonspor travmayı atlatamamış. Tedirgin, ürkek, acaba hata yapar mıyım endişesi hakimdi. O özgüveni kaybetmeye gör, adamın da takımın da kimyası bozulur. Malatyaspor’un oyunun hakimi olduğu ilk yarıda bordo-mavili ekip hakikaten kötüydü. Burak ile bulduğu tek pozisyon bir taç organizasyonundan geldi, o kadar. Özellikle orta sahası, zayıf karnıydı. Ev sahibi hücuma çıkarken hiç karşılık görmedi. Kanatları da etkili kullanınca, oyun Trabzonspor yarı alanına yıkıldı. Bu baskıdan kurtulmak elbette kolay değildi, lakin Sosa’nın inanılmaz sorumsuzluğu Trabzonspor’u 31. dakikada on kişi bırakınca, işler iyice zorlaştı. Arjantinli’nin derdi ne bilmiyoruz ama, Trabzon kentini beğenmeyen eşi gibi düşünüyorsa, ligin devre arasında bırakın dönsün İtalya’ya!
Sonrası malumun ilanı. Bu kadar iştahla saldıran bir rakip karşısında hata
Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği’nin hafta içinde yaptığı açıklama garipti.
“Türkiye’de futbolculuk ne, biliyor musunuz?” başlığı altında yayınlandı, çok da tepki aldı.
Anlayamadık, niçin şimdi? Medyanın içindeyiz. Futbolcuların üzerinden bir tartışma veya olumsuz kampanya da yoktu bildiğimiz kadarı ile...
Futbolun bu kadar popüler olduğu, figüranlarının (!) el üzerinde tutulduğu, yaşamlarının gençler tarafından örnek alındığı bir ülkede, derneği bu açıklamaya sevk eden ne olabilirdi ki?..
Bir üye kaleme almış, dernek yöneticileri de beğenip altına imzasını atmış belli ki. Ama kazın ayağı öyle değil!
İşleri zormuş!
Efendim, futbolcu her sabah 7’de kalkıp antrenman yapıyormuş. Alnının teriyle para kazanan insanların tamamı o saatte işinin yolunu tutuyor.