Ölümünün 79. yıl dönümünde büyük bir özlemle andık yüce önderimizi.
“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” demişti Mustafa Kemal Atatürk.
Gelin görün ki, paranın ve şöhretin esiri olmuş eğitimsiz bir nesil yetişiyor maalesef. Futbol da payını alıyor elbette.
Ağzı bozuk, emeğe saygısı olmayan, kazanmak için her yolu mübah gören ve yaptıklarını marifet sanan bir nesil.
Yakın geçmişten örnekler vermeye gerek yok. Herkes kimin ne olduğunu çok iyi biliyor. Görüntüler Akhisarspor- Alanyaspor maçından.
Kart sınırındaki Mustafa Yumlu, kafaya yükselirken eli topa temas ediyor. Hakem Ali Palabıyık da sarı kartını çıkarıyor. Mustafa’nın cezalı duruma düştüğünü fark eden takım arkadaşı Caner hemen hakeme giderek, “O değil, ben” diye itiraz ediyor.
Belli ki Palabıyık da pozisyonu net süzememiş, kenardan yardım alamamış. Kafası karışıyor ve kartı Caner’e gösteriyor. Sonuç; Mustafa Yumlu bir sonraki Beşiktaş maçını ekranda seyretmekten kurtuluyor!
Caner ve Mustafa resmen hakemi kandırıyor, zor durumda bırakıyor. O görüntülerin izleneceğini bilmiyorlar mı? Pekâlâ biliyorlar yaptıkları kurnazlığın ortaya çıkacağını. Mustafa oynasın da, varsın hakem tu-kaka olsun.
Pişkinliğe bak!
Bu olaydan sonra konunun uzmanları talimat değişikliği yapılmasını tartışıyor. Hatalı kartlar görüntüden düzeltilsin diye. Nafile. Önce kafaları değiştireceksiniz. Evet hakemler kötü de... Ya futbolun diğer paydaşları? Futbolcular, teknik adamlar, başkanlar, yöneticiler ve hatta medya, sütten çıkmış ak kaşık mı? Kimse iğneyi kendine batırmaya yanaşmıyor. Çünkü işlerine gelmiyor.
Bazıları daha da ileri gidiyor. Elazığspor maçından sonra Çaykur Rizesporlu Halil İbrahim Sönmez kamera karşısına geçip, kendini yere attığını ve hakemi aldatıp olmayan penaltıyı aldığını itiraf ediyor. “Bunu ben niye yapıyorum?” diye sorarken de, hakemi ateşe atıyor pişkin pişkin! İşte budur, bitmeyecek şikayetimiz.
Ve, iki hafta önce oynanan Beşiktaş-Başakşehir maçı. Adriano ile Emre Belözoğlu’nun ikili mücadelesinde top çizginin dışına gidiyor. Hakem aut kararı veriyor, Emre ise Mete Kalkavan’a topun kendisinden çıktığını söyleyip, takımı aleyhine köşe atışı olarak düzeltip, takdir ediliyor!..
Diyeceksiniz ki, güldürmeyin, Emre’nin de sicilini biliyoruz. Doğrudur; işte bu nedenle örnek Emre’dir. Futbol yaşamlarının ancak sonbaharında farkına varıyor insanlar, doğruluğun- dürüstlüğün erdemine. Tabii, iş işten geçtikten sonra!
Evet; Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
Daha düne kadar spor salonlarında ve statlarda atılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına, hep bir ağızdan söylenen “İzmir marşına” karşı çıkıp tepki gösterenlerin, dün otobüslere doluşup Ankara’ya koşmaları, Ata’nın emanetine sonsuza dek sahip çıkma sözü verenleri gülümsetti, değil mi?
Takiye sözcüğünün anlamını bilenler, dün Anıtkabir’deki nüfus artışının gerekçesini de yadırgamamıştır kuşkusuz. Tıpkı son durağı beklemeden demokrasi tramvayından inenleri gördüğümüzde, şaşırmadığımız gibi.
Kimseyi eleştirip, ötekileştirmek değil düşüncemiz. Bunu yapanları da iyi biliyoruz. Aksine, tüm dünyanın saygı ve hayranlık duyduğu bir liderin izlerini silmeye çalışıp, Cumhuriyet değerlerini hiçe sayanların ve acımasızca Atatürk’e saldıranların, artık onu gerçekten anlamalarını, Kurtuluş savaşının bu ulusu nasıl bir cehennemden kurtardığını kavramalarını bekliyoruz. Bunu yürekten yapabilenlerle yürümek istiyoruz!
“Devrimin amacını kavramış olanlar, onu koruma gücüne de sahip olacaklardır” diyen Mustafa Kemal’i, sadece 10 Kasım’larda bir dakika değil, yaşadığı sürece anacak, Cumhuriyet’ine sahip çıkacak, ilke ve devrimlerinin peşinden gidecek kuşaklara ihtiyacımız var.
Dün gururla gördük ki; 7’sinden 70’ine hiç tükenmeyecek Atatürk sevgisi ve ona minnet duyan kocaman yürekli insanları var bu ülkenin!
“Bir kısım medyası”, 10 Kasım ile ilgili tek satır haber kullanmayıp, sayfa sayfa, on binlerce liralık Atatürk’ü anma ilanları alsa da!
Bizde kredi çok
Elbette hesabımız en azından play-off’a kalıp, Rusya’daki dünya kupasına katılabilmekti. Başaramadık. Bize düşen ise, FİFA takvimine göre lige verilen arayı özel maçlarla geçirmek oldu. Teknik Direktör Lucescu’nun tercih ettiği aday kadro gençliğe ve geleceğe yönelik olsa da, insanların bir bölümü merak edip ekran başına geçti, gazozuna oynanan Romanya sınavı için. Hoca da biliyordu, futbolcular da, milli takımın istatistik hanesine atılacak bir çentik kadar kıymeti olmadığını bu maçın.
En rahatsız olduğum ve kimin ağzından çıktığına bakmadan gülümsediğim ifadelerdir, “zamana ihtiyacımız var” cümlesi.
Fenerbahçe’de Aykut Kocaman’ın, Trabzonspor’da eski hocası Ersun Yanal’ın, şimdilerde Mircea Lucescu’nun dilinde. İnsanların tahammül sınırlarını zorlayan, camiaları öfkelendiren, her başarısız sonucun ardından sığınılan bir savunma mekanizması.
A milli takımın emanet edildiği Lucescu için bir istisna var. Ay-yıldızlı ekibi gerçekten bir değişimin ve yenilenmenin içine sokacak ise, bekleyip sabretmek gerek. Lakin onun da tercüme hatası mı, yoksa yaşadığı gel-gitlerden mi bilinmez, şu an kadroda bulunmayan bazı oyuncuları tekrar geri çağırabileceği yolunda verdiği mesajlar, inandırıcılığını ve samimiyetini sorgulatır hâle getiriyor.
Sizin misyonunuz; adı yıpranmamış, futbol kamuoyunun gönlünde yeni köşeler kapabilecek, milli görevin kutsallığını hissedebilen pırıl pırıl 30 isim bulmak ve kalıcı kılabilmektir.
Zaten o makama getirme gerekçeniz günü kurtarmak değil, milli takımı geçmişin olumsuz kalıntılarından arınmaktır. Gerçek niyetiniz ve amacınız bu ise, merak etmeyin kimlere ne krediler açmadı ki bu millet.