Türk futbolunda hiç sevmediğim bir gelenek vardır.
Önemli görev değişikliklerinde, giden ile gelen arasında husumet varmış gibi davranılır.
Eskiye ait ne varsa yanlış gözüyle bakılır, izleri silinmeye çalışılır.
Her yiğidin bir yoğurt yeme şekli olur ama, Amerika’yı yeniden keşfetmiyorsunuz. Esas olan hizmette devamlılıktır.
Zekeriya Alp’in istifasından sonra, Serdar Tatlı, Merkez Hakem Kurulu başkanlığına atandı.
Zaman kısa, gündem yoğun. Seminer yapılacak, atletik testler ve Video Asistan Hakemliği ile ilgili çalışmalar tamamlanacak.
Bunlar buzdağının görünen tarafındaki işler. Ya suyun altında neler var?
Futbol Federasyonu’na karne verecekseniz, iki şeyi esas alırsınız. Gerisi hikaye.
Bir; A Milli Takımın başarısı.
İki; Merkez Hakem Kurulu ve hakemlerin performansı...
Bugüne bakarsak. Milli takım cephesinde işler fena gitmiyor. Şenol Güneş ve öğrencileri ülkemizi Avrupa şampiyonasında temsil edecekler. Üstelik harika bir jenerasyon yakaladık.
Diğeri futbolumuzun kanayan yarası. O koltuğa kim gelirse gelsin, Musa’ya da yaranamaz, İsa’ya da. Ağzıyla kuş tutsa kimseyi memnun edemez.
35 yılı geçen meslek yaşamımda en az 20 MHK başkanı gördüm. Ortalama ömürleri 1.5 yıl. Dünyanın başka bir ülkesinde böyle bir rekor yok.
Önceki gün de Zekeriya Alp, rica minnet geldiği görevinden istifa etti.
Trabzonspor transferde gösterişsiz, ancak doğru politikalar izlemeye devam ediyor.
Adı-sanı duyulmamış gençleri kadrosuna katıyor.
Fluminense’den Xavier, Rosenborg’tan Trondsen ve Valladolid’den Stiven Plaza Castillo, futbolcu izleme ekibinin önerileri ile alındı. Tıpkı Sörloth, Nwakaeme ve Ekuban gibi.
Üstelik çok düşük maliyetlerle. Trabzonspor’un son iki yıldır geliştirdiği stratejinin adı belli; “al-geliştir-sat.”
Taraftar sakın burun kıvırmasın. Kulüp, bu imkanlarla en mantıklısını yapmaya çalışıyor.
Ulaştığım diğer bilgi ise şu; Karadeniz ekibinde üç oyuncuya ciddi teklifler olduğu. Gol kralı Sörloth, milli kaleci Uğurcan ve Abdülkadir Ömür.
Başkan Ahmet Ağaoğlu’nun geleceğe yönelik planlaması belli. Her sezon değerini bulan bir futbolcuyu satarak, Bankalar Birliği ile yaptığı anlaşmayı 4 yıl sonra sıfırlamak.
Pandemi süreci başladığında, Nihat Özdemir’in en talihsiz federasyon başkanı olduğunu yazmıştım.
Gerçekten de öyle. Türk futboluna “abilik” yapsın diye seçilen Özdemir, koltuğa oturduğuna bin pişmandır eminim. Çok yıprandı, fazlası ile taviz verdi.
Yüz yılda bir yaşanabilecek tüm olumsuzluklar peşi sıra geldi. Aldığı kararların çoğunda gönül rızası olduğunu sanmıyorum.
Birkaç ay önceki söylemlerini değiştirmesi ve çözüm üretmekte zorlanması, işte bu yüzden sorgulanmalı.
Özdemir memnun mu durumdan? Sanmıyorum. Bu camiada herkesi mutlu etmek zor. Edemezsiniz de zaten.
Şu an Türk futbolu topal ördek gibi. Kontrol etmek güç.
Haziran ayında yapılması gereken olağan mali genel kurulun akıbeti belirsiz.
Liglerde küme düşmenin kaldırılması kararının tartışmaya açık ve subjektif olduğunu düşünüyorum.
Aksi olsa idi, pandemi sürecinde büyük riskler alınarak maçlara devam edilmez, bazı ülke federasyonlarının yaptığı gibi ligler o hali ile tescil edilirdi.
Merak edilen şu; son sekiz hafta neden oynandı?
Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun tepkisini yerinde buluyorum. Sırf ilk beş sırayı belirlemek içinse, adaletsiz bir yarışmaya tanıklık ettik demektir.
Kulüpler Birliği Vakfı her ne kadar “ortak görüşümüz” dese de, karşı çıkan kulüpler olduğunu biliyorum.
A Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş’in kaygıları da dikkate alınmamış belli ki... Hoca, 2021 Avrupa Şampiyonası öncesi 21 takımlı ligin getireceği ağır yüke dikkat çekmiş, milli takıma olumsuz yansımalarından (sakatlık, fiziksel ve zihinsel yorgunluk) endişe ettiğini dile getirmişti.
Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir, sevgili Attila Gökçe’ye radikal kararın gerekçesini, “Türk futbolunu ve Süper Lig’i fırtınadan
Zorluklarla geçen sezonun taçlandırılması için, adı üzerinde tam bir final maçıydı. Pandemi dönemindeki performansıyla hedefinden kopan Trabzonspor ile sezonun başarılı ekiplerinden Alanyaspor’un randevusunda sonucu belirleyeci unsurlar deneyim, sakinlik ve özel yeteneklerin devreye girmesi olacaktı.
Bu avantajını kullanan kazandı. Trabzonspor tam on yıl sonra ligi ikinci bitirmenin burukluğunu Ziraat Türkiye Kupasını müzesine taşıyarak telafi ederken, taraftarın da gönlünü almayı bildi sanırım. Ben bu takımı ve emeği geçenleri alkışlıyorum.
Dikkatimi çeken, Hüseyin Çimşir’in ayrılmasından sonra iki maçlığına dümene geçen Eddie Newton’un takım üzerindeki dokunuşları idi. Çimşir’in yardımcılığını yaparken savunma zaaflarına müdahale edemeyen Newton, inisiyatifi ele alınca son Kayserispor ve dün geceki Alanyaspor maçlarında orta alan ile son blok arasındaki alanı daraltarak rakibin hareket alanını kısıtlamayı bildi.
Bu denklemi çözmek zor değildi. Çimşir keşke uyarılara kulak verip, gerekli
Sezonun son haftası olmasına karşın, final gibi bir maç olmalıydı. Trabzonspor’un en az bir puan alarak ligi ikinci tamamlaması, Kayserispor’un ise mutlaka kazanması ve diğer rakiplerinin yenilgisini beklemek zorunda olması, doksan dakikanın önemine işaret ediyordu.
Pandemi sonrası inanılmaz bir düşüş gösteren bordo-mavili ekip şampiyonluğu kaçırsa da, Avrupa’nın en büyük liginin elemelerine katılmak, elbette UEFA’dan gelen cezanın kaldırılmasına bağlı idi. Bunu yapmalıydı, yaptı.
Haftalardır söylüyorum; artık futbol kalitesi değil, sonuç önemli. İkisini bir araya getiren zaten mutlu sona ulaştı.
Lige verilen aranın ardından bordo-mavili ekip tam 14 puan kaybetti. Ne demişler; kendi düşen ağlamaz. O puanların yarısını kazansa, dün akşam şampiyonluğunu ilan edebilirdi.
Final maçı dedik ya. Trabzonspor’un adına, şanına, unvanına yakışır bitirmesi gerekiyordu. Kayserispor’u bir alt lige gönderirken iyi mi oynadı? Asla. Hücumda yine etkisiz, savunmada inanılmaz hatalar yaptı. Kaleci Uğurcan ve taraftarın yerden yere vurduğu Hüseyin’in çok
Düğünler, bayramlar, taziye ziyaretleri, halaylar-horonlar gırla gidiyor. Sosyal mesafe tanınmıyor. Kafeler, restoranlar dolup taşıyor.
Maskeyi koluna bilezik, boynuna kolye gibi takıp, 900 liralık cezadan kurtulacağını sanan ahmaklar, pimi çekilmiş bomba gibi aramızda dolaşıyor. Virüs taşıyor, virüs yayıyor. Bırakın başlarına gelecekleri, kurallara uyanları da tehlikeye atıyor.
Sağlık Bakanı her gün bas bas bağırıyor. Bilim Kurulu üyeleri, “Yapmayın, etmeyin, daha kötü olacak” diye dil döküyor.
Maalesef ülkenin yarısı, basit bir grip ile korona arasındaki farkı anlamayacak bir cahillik içinde yaşıyor.
Niye mi yazıyorum herkesin bildiği gerçekleri?
Bir spor insanı olarak endişe duyuyorum. Seyircisiz futbolun tatsızlığını, stada gidip maç izleyememenin burukluğunu çok iyi biliyorum.
Bu hafta ligler bitiyor. Eylül ayında yeniden start alıyor.