Düğünler, bayramlar, taziye ziyaretleri, halaylar-horonlar gırla gidiyor. Sosyal mesafe tanınmıyor. Kafeler, restoranlar dolup taşıyor.
Maskeyi koluna bilezik, boynuna kolye gibi takıp, 900 liralık cezadan kurtulacağını sanan ahmaklar, pimi çekilmiş bomba gibi aramızda dolaşıyor. Virüs taşıyor, virüs yayıyor. Bırakın başlarına gelecekleri, kurallara uyanları da tehlikeye atıyor.
Sağlık Bakanı her gün bas bas bağırıyor. Bilim Kurulu üyeleri, “Yapmayın, etmeyin, daha kötü olacak” diye dil döküyor.
Maalesef ülkenin yarısı, basit bir grip ile korona arasındaki farkı anlamayacak bir cahillik içinde yaşıyor.
Niye mi yazıyorum herkesin bildiği gerçekleri?
Bir spor insanı olarak endişe duyuyorum. Seyircisiz futbolun tatsızlığını, stada gidip maç izleyememenin burukluğunu çok iyi biliyorum.
Bu hafta ligler bitiyor. Eylül ayında yeniden start alıyor.
Türkiye Futbol Federasyonu yeni sezonu seyircili (belli kotada) oynatmayı planlıyordu. Lakin bu koşullarda imkanı yok.
Fırsat olsa da, kuralları ihlal edenler arasında bir anket yapılsa... Yarıdan fazlasının tuttuğu bir takım vardır. Yarın maçlara bedava girilecek deseniz, kadını erkeği, yaşlısı genci koşarak gider.
Bu insanları tribüne alarak mı maç oynatacaksınız? Resmen intihar olur. Alenen cinayete teşvik olur. Virüsü öyle bir patlatırsınız ki, sonunuz hakim karşısında sanık sandalyesi olur! Gelecek sezon da seyircili maçı unutun.
Para mı, sağlık mı?
Bakın; kulüplerin naklen yayınlardan sonra en büyük geliri seyircidir. Kombineler, biletler, localar, stat içlerindeki lisanslı ürün satışıdır. Tüm dünyada küçümsenemeyecek bir gelir akışıdır.
Toplumlar pandemi sürecinde kurallara uymaz, “yeni yaşam tarzı” denen tanımlamayı “normal yaşam” olarak algılamaya devam ederse, bırakın statlara gidip maç izlemeyi, çok daha katı kısıtlamalarla hayatın cehenneme dönmesine çanak tutmuş olacaklar.
Bu arada büyük bir tehlikenin de altını çizmek gerek. UEFA, Kovid-19 nedeniyle Şampiyonlar Ligi’ni yeni formatı ile Portekiz’in Lizbon kentinde oynatacak ya, (iyi ki İstanbul’dan almışlar) eğer seyirci de girerse statlara, ülkelerine dönecek olan taraftar ile birlikte yeni bir virüs dalgası tüm Avrupa’yı kasıp kavurabilir!
Vurdumduymazlık sadece bizde değil, dünyanın her yerinde ekonomiyi sağlığın önüne koyanların ruhunda var.
Kupasız olmaz!
Trabzonspor’un tek hedefi kaldı; o da Ziraat Türkiye kupası.
Eğer sezona bir anlam yüklenecek ise, 10 yıl sonra gelecek başarı, onca özverinin karşılığı olur.
Emaneten takımın başına geçen Eddie Newton bunu futbolculara nasıl anlatır bilemem. Başkan Ahmet Ağaoğlu’nun final öncesi oyuncuları karşısına alıp, anlayacakları dilden durumu izah etmesi şart gibi görünüyor.
Bodrum marinasındaki yatlar!
Futbol Federasyonu’nun yabancı kısıtlamasıyla ilgili kararına tepki gösterip, “örgütlenmeye” çalışan teknik direktörlere soruyorum;
“Hazıra konmak kolay. Şunu alalım, ötekini satalım demek ne âlâ. İyi de; kaçınız genç oyuncu yetiştirmek için emek harcadı, kaç tane yerli oyuncuda alın teriniz var?”
Kaliteli sekiz yabancı, neyinize yetmiyor kardeşim?
Ne oldu sakatlıklar başınıza gelince? Antrenmana dahi almadığınız çocukları sürmediniz mi sahaya?
Karizmanız mı çizildi? Yoo, mecbur kaldınız, insanlar da gerçekleri gördü sadece.
Son yıllarda futbolcu ihraç eden ülke olduk. Altyapıya değer veren az sayıda kulüp sayesinde daha da ileri gideceğiz.
Peki; madem bu kadar bilgili, deneyimli ve donanımlısınız, neden Avrupa’dan birileri kapınızı çalmıyor? Koca koca takımları çalıştırıyorsunuz ya, niçin “kartvizitinize” talep yok?
Lafa gelince mangalda kül bırakmayanlara sözüm; niyetiniz Türk futbolunda iz bırakmak değil, Bodrum marinasına demirli yatlarınızın kalibresini yükseltmek!
Millet uyandı, haberiniz ola...
Çimşir bunları hak etmedi!
Şampiyonluk kaçtı diye Trabzonspor’da illa bir suçlu aranacaksa, ilk sıraya teknik direktör Hüseyin Çimşir’i koymam asla.
Gerçi yönetim faturayı ona kesti ve camianın tepkisini azaltmaya kalktı ama, önce şu sorulara yanıt vermeli insanlar:
“Ünal Karaman’ın ayrılmasından sonra Çimşir’e görevi kim teklif etti? Hocanın bir talebi oldu mu?” Çimşir’in böyle bir isteği yoktu. “Gel” dediler, o da elini taşın altına koydu.
Korona öncesi işler yolunda giderken, daha doğrusu Trabzonspor, Hüseyin Hoca ile zirveyi zorlarken alkışlayanlar, şimdi sosyal medya üzerinden onu linç etmeye ve hakarette bulunmaya devam ediyor. Ayıptır, ayıp!
Tek sorumlu o mu?
Trabzon bir futbol şehridir ama, futbol kültürü giderek zayıflıyor. Klavye delikanlıları almışlar ellerine akıllı telefonları hakaretler yağdırıyor, kendilerine söylenmesini kabul edemeyecekleri küfürleri Trabzonspor’a yıllarca hizmet etmiş bir insana hiç düşünmeden sıralıyorlar. Şehir girişindeki tabelaya kendi ayıplarını yazıyorlar! Neden? Yaşananların sorumlusu Hüseyin Çimşir imiş.
Yönetimin, futbolcunun günahı yok mu? Hakem hatalarını nasıl görmezden gelirsiniz?
Evet, ilk kez yaşadığı Süper Lig deneyiminde yanlışları olabilir. Eleştirebilirsiniz. Bir adım öteye gidip kızabilirsiniz. Fakat nedir bu öfke, nasıl bir ruh halidir o insanı aşağılamak? Bunları yapanların Trabzonspor sevgisinden şüphe ederim ben.
Daha önce nice örneklerini gördük. Kimler yuhalanmadı, kimler dışlanmadı ki aynı güruh tarafından? Sonu gelmez bu trajedinin.
Hüseyin Çimşir teknik direktörlük kariyerinin henüz başında... Hiç üzülme hocam. Canının ne kadar yandığını tahmin edebiliyorum. Senin de kulağına küpe olsun. Bu sektör çok zalimdir, dün yüzüne gülenler yarın sırtına hançeri saplar.
İnanıyorum ki parlak bir geleceğin olacak. Sakın küsme. Gün olur devran döner, çok daha güçlü ve iddialı olarak hak ettiğin yerlere gelirsin.
Yolun ve şansın açık olsun hocam!
Günün sözü
“Dil sürçmesi yoktur. Bilinç altında saklanan gerçeğin, bilinçsiz bir anda ağızdan kaçması vardır”
(Sigmund Freud)