Sevdiğim bir dizinin kadın kahramanı birkaç hafta önceki bölümde ağlamaklı bir yüzle yolda yürürken birden durdu, kameraya dönüp hayatta mutlu olmak için bir sürü neden olduğunu söyleyiverdi.
“Nerden çıktı şimdi bu” diye düşünürken reklamlar başladı ve bunun bir içecek firmasının reklam sloganı olduğunu anladık.
Dizinin senaristleri, uyup uymadığına bakmaksızın, o sloganı kahramanımızın ağzına yapıştırıvermişti.
Ardından yine sevdiğim bir dizinin polis kahramanları, durduk yerde, yine adını vermeden bir arabayı övüp pazarlayıverdi laf arasında...
Sonra bir anda bütün ünlü dizi kahramanları manasız yere tuhaf sloganlarla konuşmaya başladı.
* * *
Reklamcıların yeni stratejisi bu...
Sevdiğimiz dizilerin kahramanlarının kredisini satın alıp onlar üzerinden “çaktırmadan” ürün tanıtmaya çalışıyorlar.
Sloganı onlara söyletip ürünü reklamda pazarlıyorlar.
Dizilerin, filmlerin, hatta haberlerin reklam için bölünmesine alışmıştık.
Dizideki karakterlerin reklamda, dizideki tiplemeleriyle ürün pazarlamasına da alıştık.
Giderek reklamlar dizilerin içine sızdı; olayların geçtiği yerde kocaman reklam panolarında markaları gördük. Dizi kahramanının durduk yerde falanca deterjanı övmesine ya da çocuğuna kavanozdan filanca çikolatayı yedirmesine de alıştık.
Hatta haber kanallarının stüdyolarında, herkesin elinde aynı bilgisayarla gezinmesine bile alıştı gözümüz... “Haberciler nasıl reklama alet olur. Yarın o firmayla ilgili bir haberde nasıl inandırıcı olabilecekler” filan demeden izledik.
Gazetelerde haberle reklam arasındaki sınır çizgilerini tamamen ortadan kaldıran, haberin inandırıcılığından beslenen haber görünümlü reklam sayfaları icat edildi; TV reklamları “son dakika” logosuyla sunularak haber süsü verildi; ses etmedik.
Kadınları, kocalarının getir-götür işini yapan hizmetçiler gibi sunan halı reklamlarını, suya kafa batırmalı işkenceye atıf yapan poşet çay tanıtımlarını protesto etmedik.
“Protest müzik”le kitlelerin gönlüne girmiş müzisyenlerin, pazarlamacılığa soyunmasına, en sevdiğimiz şarkıların yağmalanıp reklam cıngılı yapılmasına omuz silktik.
Reklam giydirilmesiyle pencereleri kapatılmış belediye otobüslerine bindiğimizde “Dışarı bakma hakkımız engelleniyor” diyerek itiraz etmedik.
Üniversite öğrencilerinin göğüslerini kiralayıp onları logolu tişörtlerle kampüse saldılar, “Bari üniversitede yapmayın. Çocukları ayaklı reklam panosu haline sokmayın” demedik.
Reklamcıların çoğu halkın ruhunu bilen, solcu geçmişten gelen, yaratıcı arkadaşlarımızdı; üstelik medya için reklam dokunulmazdı, maaşımızı biraz da onlar sayesinde alıyorduk; yaratıcı reklamları da çok beğeniyorduk; sustuk.
* * *
Ama bu sonuncusu yeni...
Belli ki eski mecralarda potansiyel tükendi.
Şimdi marka adı da vermiyorlar; sloganı söyletiyorlar.
Bize ne pazarladıklarını bilmiyoruz; ürünü görmüyoruz.
Bilinçaltımıza kaydettiğimiz sloganı sonraki reklamda duyunca, kahramanımızın dilinin kiralandığını anlıyoruz.
Markalar için akıllıca...
Diziler, oyuncular ve seyirciler için tatsız.
Çünkü o kadın kahramanın bana bakıp gizlice meşrubat satmaya çalıştığı günden beri hiçbir dediğine inanmıyorum. Ne zaman ağzını açsa, “Du bakalım yine ne satacak” diye bakıyorum.
Reklama alet edilmiş şarkıları, kendini böyle kullandırmış sanatçıları dinlemiyorum.
Değer mi?