Devlet Tiyatroları’nda “Cyrano de Bergerac”ı izledim. Şiirsel metni, görkemli dekoru, zengin kostümleri, güçlü oyuncu kadrosu ile baş döndürücüydü.
Sabri Esat Siyavuşgil’in harikulade çevirisi, Işıl Kasapoğlu’nun coşkulu rejisiyle seyirciyi lirik bir dünyaya çekip heyecandan romantizme, kahkahadan melankoliye sürükledi.
Bin bir zorlukla boğuşarak ayakta durmaya çalışan özel tiyatrolara haksızlık etmek istemem, ama “Cyrano”, son dönem Devlet Tiyatroları’nda izlediğim “Genç Osman” gibi, “Galile” gibi, bize tiyatronun büyüleyici şaşaasını hatırlattı.
* * *
Oyunu izlerken, Durukan Ordu’nun mükemmelen canlandırdığı uzun burunlu kahramanı, Devlet Tiyatroları’na benzettim.
Tarihsel bir ağırlığı vardı, asildi, şıktı, ama yoksuldu.
Parasızlığını pahalı kostümlerle örtüyor, eski itibarlı günlerindeymiş gibi heybetli duruyordu.
Hatırlarsınız: Önceki yıl, Van depremzedelerine giden bir yardım paketindeki montun cebinden şu not çıkmıştı.
‘Geçmiş olsun kardeşim. Ben de Gölcük’te, aynısını yaşadım. Maddi, manevi ne sıkıntın olursa bana telefonumdan ulaşabilirsin, hiç çekinme.”
Üç gün sonra mont sahibinden şu mesaj gelmişti:
“‘Allah razı olsun kardeşim. Şu an, gönderdiğin montla ısınıyorum. Sana söz: Bir gün sen düşersen, ben de seni kaldıracağım.”
* * *
Bu toplumdan umudu kesmiyorsak, bu örnekler sayesinde...
Bu coğrafyada ırkçılığın kök salamayacağına inanıyorsak, işte bu kardeşlik ruhuna güvenerek...
Bazı erkekler için bu Sevgililer Günü’nün bir farkı var:
Onlar bu gece, “Gri’nin Elli Tonu”nu okumuş kadınlarla buluşacak.
Ve korkarım, “Bay Gri” ile kıyaslanacaklar.
* * *
“Bay Gri”, çağımızın en çok ve en hızlı satan kitabının kahramanı...
Zengin bir işadamı... 22 yaşındaki bakire edebiyat öğrencisi ile kurduğu şehevi ilişki, aylardır dünyayı sallıyor.
Hangi ülkede kitapçıya girsem “Gri”, liste başında...
2 ay önce TRT’de kapılara asılan bir yönetmelikle çalışanların, özellikle de kadınların giyim standartları duyuruldu.
Açık yaka, yırtmaçlı etek yasaktı.
Tayt da... Askılı bluz da...
Sandalet ayakkabı da... Aşırı topuk da...
Etek dizde, göğüs kapalı, baş açık olacaktı.
TRT, ekrana çıkanlara ekstra şartlar koşuyordu:
Murathan Mungan, vaktiyle Macide Tanır için şu satırları yazmıştı: “Kuyumcular çarşısının kepengi kapanmamış birkaç dükkanından biriydi sizinki... Tarih ile magazin arasındaki seçimde siz tarihi seçtiniz. Yeteneğim yetseydi sizin için bir oyun yazmak isterdim. Mohikanların ölmediği bir oyun...”
* * *
Yıllar önceydi. İstanbul’daki mütevazı evindeydik.
“Devlet Tiyatroları” belgeseli için anılarını kaydediyorduk.
Konu, emekliliğine gelince “Sanatçı emekli olmaz” demiş ve kendisi için yazılmış en güzel yazı olarak, Murathan’ın satırlarını, ağlayarak okumuştu.
“Mohikanların sonuncusu”, önceki gün perdesini kapatırken, o sahneyi anımsadım.
“Ne mutlu ki onu izleyebildim, onunla tanışabildim” diye içimden geçirdim.
AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik Amerikan elçisine diyor? “Siz nasıl bir ülkenin içişleriyle ilgili ahkam kesersiniz?”
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Cumhuriyet’e ne demişti geçen yaz:
“İçişlerimize karışan herhangi bir davranışı kabul etmeyiz.”
Pozisyonlar farklı, yaklaşımlar aynı...
Türkiye, Esad’ın zulmünü Suriye’nin iç işi saymayacak, ama kendi hukuksuzluğunu kimsenin karışamayacağı iç meselesi sayacak.
Çifte standart değil mi bu?
* * *
Genç çocuklardı. “Terör örgütü üyeliği”nden içeri alınmış, yeni salınmışlardı.
Bileklerinde hâlâ kelepçe izi vardı.
Suçları büyüktü:
İsyan türküleri söylemiş, tecridin filmini çekmişlerdi.
Polis, “nefes kesen bir operasyon”la “hücre evi”ni, basmış, “11 çelik kapı ile korunan kozmik oda”ya girip “suç aletleri”ni ele geçirmişti.
Kendilerininkiyle birlikte, eylemlerde kullandıkları bağlamanın üzerindeki parmak izleri de alınmıştı.
Baskın Oran hocamın sık tekrarladığı sözdür: “Mühtediler (din değiştirenler), daha mutaassıp olur.”
Sözü, “Trene sonradan binen, eskilerden hızlı gider” diye de tercüme edebiliriz.
Yeni Ak Partili Süleyman Soylu, “aslanlar gibi” kükreyerek, Erdoğan’ı “meseleleri çözecek yegâne lider” ilan edince bu sözü hatırladım.
Soylu, Başbakanlık’tan duyulacak kadar bağırarak diyor ki:
“Allah’a yemin ederim ki Erdoğan, Türkiye’nin ilelebet, ezeli ve ebedi başkanıdır.”
* * *
Kendisi sonradan düzeltmeye çalışsa da sözleri, Soylu’nun “Şef” tutkusunu belgeledi.