Hatırlarsınız: Önceki yıl, Van depremzedelerine giden bir yardım paketindeki montun cebinden şu not çıkmıştı.
‘Geçmiş olsun kardeşim. Ben de Gölcük’te, aynısını yaşadım. Maddi, manevi ne sıkıntın olursa bana telefonumdan ulaşabilirsin, hiç çekinme.”
Üç gün sonra mont sahibinden şu mesaj gelmişti:
“‘Allah razı olsun kardeşim. Şu an, gönderdiğin montla ısınıyorum. Sana söz: Bir gün sen düşersen, ben de seni kaldıracağım.”
* * *
Bu toplumdan umudu kesmiyorsak, bu örnekler sayesinde...
Bu coğrafyada ırkçılığın kök salamayacağına inanıyorsak, işte bu kardeşlik ruhuna güvenerek...
O kolilerden, bayrağa sarılı taşlar da çıktı; ancak bir kan davasını tetikleyemedi.
Türkler ve Kürtler, çok örselendiyse de aklını, vicdanını, kardeşlik bağını yitirmedi.
Yoksa 30 yılda 30 bini aşkın cana mal olan bir çatışmadan, parçalanmadan çıkabilir miydik?
* * *
Çıktık mı?
Henüz değil...
Ama hiç değilse yola çıktık.
Şiddetle sonuç alınamayacağını, ağır bir bedelle öğrendikten sonra barışın peşine düştük.
Kindarlığın çığırtkanlığına rağmen, toplumun büyük kesiminin, “Kan dursun artık” diye haykırdığını gördük.
Yeni doğmuş bir bebek itinasıyla üstüne titredik barışın...
Eller tetikten çekilince, çehreler gevşedi, diller yumuşadı.
Diyarbakır Emniyet Müdürü, “Dağda ölene ağlamıyorsanız, insan değilsiniz” diye konuşturdu vicdanını...
BDP Eşbaşkanı, şehit ana babalarının “ellerinden öperek”, sürece destek istedi.
BDP’nin Siirt İl Kongresi’nde konuşmacı, kazara düşen Türk bayrağının asılmasını bekledi.
Daha geçen ay Van’da, 3 çocuğunu dağda kaybeden anne ile kardeşini Şemdinli’de şehit veren baba, aynı masada yan yana oturup “Artık çocuklarımız ölmesin” dedi.
* * *
“Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” tekerlemesi, Türk siyasetinin asırlık alfabesidir.
Genelde baskı dönemlerinin bahanesidir.
Ancak galiba en çok bugün, digergamlığın günü...
Acıları paylaşma, hemdert olma, barış için kucaklaşma zamanı...
Bu yola mayın döşemek, süreci torpillemek isteyen çok olacaktır.
Bize düşen, çatışmada bırakmadığımız kardeş eline, barış yolunda daha da sıkı sarılmaktır.
“Barış”ı, uzak bir adada yapılan pazarlık olmaktan çıkarıp topluma yaymaktır.
Kanayan yaraları sarmak, kapanan kapıları açmaktır.
* * *
Yarın bir BDP heyeti, “süreci anlatmak üzere” Karadeniz’e gidiyor.
Heyettekilerden Sırrı Süreyya Önder’le görüştüm dün...
“Karadeniz, barışın lokomotifi olacak insanların yurdudur. Oraya kalbimizi elimize alarak gidiyoruz” dedi.
Tehditlerden ve daha önce Ahmet Türk’ün başına gelenden endişeli olup olmadığını sorunca da ekledi:
“Devlet kışkırtmazsa hiçbir şey olmaz. Karadenizlilerin sitemleri olursa da başımız gözümüz üzerine...”
* * *
Bir sivil toplum girişimi olan “Türkiye küçük Millet Meclisleri” de bir öneri yaptı:
İzmir’deki Meclis, 1 Mart’ta Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’i İzmir’e davet ediyor. Evsahibi Kocaoğlu olacak.
Ertesi gün Diyarbakır’daki küçük Meclis, Kocaoğlu’nu, Baydemir’in konuğu olarak Diyarbakır’da ağırlayacak.
Ardından Topbaş’la Baydemir birbirine gidip gelecek.
Harika olmaz mı?
* * *
Baharın arifesinde, buzların çözülme mevsimindeyiz.
Gün, “Bir gün düşersen, ben de seni kaldıracağım” deme günüdür.