Geçtiğimiz perşembe günü İstanbul’da iyi yemek meraklılarını ilgilendiren bir şey oldu. Nişantaşı’ndaki Kantin, 20 Ocak 2000’de açılmıştı, tam 16 yıl 5 ay 3 gün sonra Akkavak Sokak No: 30’daki yerine veda etti. Hem de mercimek çorba, fırın köfte-püre, ballı kuru fasulye, dereotlu bezelye, yeşil salata ve cheesecake’ten oluşan ilk günkü menüyle...
Şemsa Denizsel’in Kantin’i bulunduğu bina yıkılıp yeniden yapılacağı için Teşvikiye Milli Reasürans Pasajı’nda yeni yerine taşınıyor. Eski Zanzibar’ın yerine. Bayram Usta’nın başını çektiği aynı şahane ekip ile birlikte. Yeni mekanda yeni bir dönem de başlıyor, Kantin büyüyor, sadece gündüzleri değil, akşam da servisi olacak artık.
Peki ama Kantin neden bu kadar önemli? Sadece öğle servisiyle 16 yıl ayakta kalabilmeyi başaran sayılı yerden biri. Üstelik bunu her telden çalan bir menüyle değil, son derece sınırlı seçeneklerle yaptı. Bir süre önce Bebek ve Kemerburgaz’da da şubelerini açarak müdavimlerini sevindirdi.
Geçen yıl Akkavak Sokak’ta Kantin’in 15’inci yılını kutlamıştık; yılların müdavimlerinin sohbetleri, beş genç şefin Kantin’e özel hazırladığı menü ve Bülent Erkmen imzalı “Kantin’de Bir Gün On Beş Yıl Her Gün” kitabı eşliğinde...
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkma kararı aldığı gün, Londra’da bir İngiliz markasının Türkiye’ye gelmeye hazırlandığını öğreniyoruz.
Ünlü isimlerin balmumu figürlerinden oluşan Madame Tussauds, aralık ayında Grand Pera’da açılacak.
Grand Pera, Emek Sineması nedeniyle İstanbul’un tartışmalı binalarından.
Madame Tussauds, bir müze değil, 250 yıllık bir eğlence merkezi.
Londra’da tarihi bir banka binasındayız, baretlerimizi takıp projeyi yerinde görme fırsatı bulan ilk Türkler olmanın heyecanıyla şantiyeyi gezmeye başlıyoruz.
12 katlı binanın giriş katında minik bir orkestra çalıyor.
Biraz ileride Tepebaşı’nda da bir şubesi olan İtalyan restoranı Cecconi’s bu geceye özel inşaatın ortasına kurulmuş.
Önce alt kata iniyoruz, James Bond ‘Goldfinger’ filminde Sean Connery’nin meşhur kovalama sahnesinin geçtiği kasanın önündeyiz.
Karaköy’deki eski Sümerbank binasındaki The Vault’u hatırlatıyor bana.
“İşte burada kulüp başlıyor, bu kasada bir restoran ve bar olacak, yandaki kasada ise spor salonu” diye anlatıyor Umut Şengün.
Kısa süre önce Soho House İstanbul’dan Londra’ya, Avrupa marka işbirliklerini yönetmek üzere transfer olan Umut, milli gururumuz.
Önemli bir yatırım: The Ned
Her cümle böyle başlıyor artık, en insani duygularımızı, dileklerimizi dile getirirken bile.
Milli maçta bizim taraftarlar Arda’yı yuhalarken, İspanyollar sahip çıkıyor.
“Arda’ya yapılan ayıp” derken bile, itinayla başına “Başıma bir şey gelmeyecekse”yi yerleştiriyoruz.
Yine milli maçta hezimeti hazmedemeyen taraftar Fatih Terim’e kızıp, Buse Terim’e korkunç şeyler söylüyor, biz yine “Bu kadar da olmaz” derken, başına “Başıma bir şey gelmeyecekse”yi ekliyoruz.
Maç sırasında haber geliyor, Cihangir’de Koreli bir plakçının dükkânı basılıyor, içeridekiler ölümle tehdit ediliyor, bunu yapanlara “Yok artık” derken bile temkinliyiz; ramazanda içki içenlere saldırmak en doğal hakmış gibi, yine aynı kelimeleri sıralıyoruz cümlenin başına, “Başıma bir şey gelmeyecekse”...
Cihangir’deki küçük dükkânda olanları Radiohead bile duyuyor, üzüntüsünü paylaşıyor.
Bazıları dünyaya rezil olduk derdinde, bazıları “Başıma bir şey gelmeyecekse, dünyaya rezil olmak değil önemli olan, önemli olan bizim hayatımız” diyor.
İstanbul’da ilk Taksim’deki Changa’da görmüştük, bir restoranın da sanat koleksiyonu olabildiğini. Daha sonra Lucca başlattı, sergi açarak genç sanatçıları desteklemeyi. Şimdi ise birçok mekanda sergiler düzenleniyor, çağdaş sanat başlıklı organizasyonlar yapılıyor. Üstelik, Changa ve sonrasında Lucca’nın ilk yıllarında Türkiye’de çağdaş sanat bu kadar popüler de değildi.
Şimdi Bebeköy Backyard’da sergiler düzenleniyor, Arnavutköy’deki Hudson’da da... Doğuş Grubu, “Sanata bi yer” projesiyle genç sanatçıları destekliyor. La Petite Maison’dan Kitchenette’e grubun yeme-içme ve eğlence şirketi D.ream’e ait olan mekanlarda bu işler sergileniyor. Doğuş Grubu’nun aplikasyonu Zubizu, alışveriş şenliklerinin yanı sıra Doğuş Grubu mekanlarında sanat konuşmaları da düzenliyor. Soho House, Miro, Braque, Chagall’dan Sean Scully’ye uzanan koleksiyonuyla dikkat çeken restoran-otel Colombe d’Or’un izinden giderek sanatçıları ağırlayarak işlerini topluyor, Damien Hirst’ten Elif Boyner’e uzanan bir koleksiyonla. Bodrum Yalıkavak Xuma Village’ta bu hafta sonu Muse Contemporary Art Festival yapılıyor. Saydığımız örnekler nispeten iyi olanlar, akılda kalanlar.
Özel “Ekrem” kokteyli
Şimdi daha da ileri
Son zamanlarda en heyecanla beklediğim kitap, Aslıhan Lodi’nin kaleminden Ali Nesin: ‘Matematik Köyü’nün Delisi’.
“Bir adanmışlık hikâyesi, tüm hayata yayılan bir mücadele. Ders vermekle yetinmeyen, inşaatlarda taş taşıyan, öğrencilere, gençlere, ülkesine en iyisini verebilmek için sabahlara kadar uğraşan bir hoca” diye özetliyor Aslıhan Lodi, Ali Nesin’i.
Bir gazete röportajı için bir araya geliyorlar ve hemen akabinde Aslıhan Lodi kararını veriyor.
“Bu kitap projesine herkese biraz olsun umut vermek için; en çok da iyiliği, üretimi ve paylaşımı dolaşıma sokmak için başladım. Ülkemizin koşullarındaki türlü imkânsızlık ve zorluklara rağmen kendini mesleğine, öğrencilerine ve ülkesine adayan büyük hoca; Prof. Ali Nesin’in anlattıkları, bireysel mücadelenin her geçen gün daha da yüceltildiği günümüzde inanıyorum ki benim kadar sizlere de ilham verecek, şaşırmanızı ve güzelliklere yeniden inanmanızı sağlayacak” diye düşünerek başlıyor çalışmaya.
Hocayı Şirince’den Bilgi Üniversitesi’ne, hatta Çatalca’daki Nesin Vakfı’na kadar farklı çalışma alanlarında soru yağmuruna tutuyor, hoca da içtenlikle cevaplıyor.
İlk aşkından tren vagonları sayarak başlayan matematik merakına, babası Aziz
Dünyanın 1 numarası olabilirsiniz ama Türkiye’de bırakın 1 numara olmayı, ayakta bile kalamayabilirsiniz.
Bkz. Massimo Bottura.
Dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde bu yıl ikincilikten birinciliğe yükseldi, Moderna’daki La Francescana ile.
Zorlu Center’da Ristorante Italia di Massimo Bottura’yı açtığında İstanbul için ne kadar önemli olduğunu konuşmuştuk.
Gastronomi turizmine katkısı olacağı bekleniyordu.
Çünkü Massimo Bottura, diğer yıldız şefler gibi restoranını sahipsiz de bırakmadı, İstanbul’a sık sık geldi, mutfağın başındaydı, bütün müşterilerle tek tek ilgilendi, bazılarıyla arkadaş bile oldu.
‘Never Trust A Skinny Chef’ adlı kitabıyla mutfağımıza kadar girdi.
Seri katil Atılay Filiz’den daha ürkütücü olan onunla selfie çeken emniyet ve hastane personeli.
Daha da fenası, bu selfieleri çekenlerin biri can güvenliğimizi, biri sağlığımızı emanet ettiğimiz kurumlarda görevli.
Peki ama neden bir popstarla hatıra fotoğrafı çektirir coşkusuyla bir katille objektife gülümsüyorlar?
Söz konusu, üç kişiyi öldürdüğü iddia edilen ama yaşadıklarına rağmen objektifler karşısında rahatça poz verebilen soğukkanlı bir seri katil.
Üstelik son yılların en zeki, en organize, en sistemli seri katili ilan edilmiş, bir minibüste yakalanmasına rağmen.
Tabii bunda kabul etsek de etmesek de medyanın da etkisi çok.
Türkiye’de seri katil örneklerine alışık değiliz.
Seri katil denince Hannibal filmlerinden öteye geçmiyor bilgimiz.