- Savra, Bitez: Mimar Ahmet Tolan’ın Bitez’de 20 dönümlük bir mandalina bahçesinde rafine bir köy hayatı yarattığı butik oteli. 15 odalı. Mutfağa ve müziğe önem veriyor. Mutfakta kullanılan domates ve bitkiler kendi bostanlarından, yumurtalar kendi besledikleri tavuklardan. Her akşam olmasa da sık sık konserler düzenleniyor bahçede. Denize yakın değil ama taş kaplama havuzu da serinlemek için yeterli.
- Boho Otel, Yalıkavak: İstanbul’da farklı tasarımcıları bir araya getiren ilk butiklerden Midnight Express’in yaratıcılarından Daniela İpekel’in Yalıkavak’ta yeni açtığı oteli. 70’lerden kalma bir binayı dört yılda istediği hale getirmiş. Fransa ve Türkiye’den tek tek vintage parçalar toplamış. Otelin sadece beş odası var ama plaj restoran ve bar olarak da hizmet veriyor. Özellikle DJ’li partileri konuşuluyor.
- Değirmen 81, Gümüşlük: Geçen yaz Bodrum Maki’nin yerine No. 81 otel ve Daze restoran açılmıştı. Şimdi ise bu yıl No. 81’e Gümüşlük’te bir kardeş mekan geldi. Değirmen 81, konumuyla ve bir rüzgar değirmeninde olmasıyla Bodrum’da alıştığımız mekanlara benzemiyor. Üç yatak odası da rüzgar değirmeninde. Yüzme havuzu, organik sebze ve baharatın yetiştirildiği bahçesi ve serasıyla
Pazartesi detoksa başlıyorum dediğimde herkes güldü.
Bayramda, Bodrum’da, Ramazan sonrası...
Herkesin kendini gezmeye-eğlenceye verdiği günlerde, yeme-içmede limitler zorlanırken, Şeker Bayramı diye tatlı krizlerine hazır bahane bile varken...
Zoru severim dedim, güldüm geçtim.
Daha Bodrum’a gelmeden, kararımı vermiştim, Detoks by Gül Kaynak’ın Bodrum’da eve servis edilen kutularını gördüğümde.
Hem bir yere kapalı kalma zorunluluğu yok, hem gün boyu yiyeceğim içeceğim her şey önüme hazır gelecek, hem de bunu yaparken bütün toksinlerden arınacağım.
Zaten, tatilin ilk hafta sonunu son hızla bütün yeni açılan plajları, restoranları gezmeye ve denemeye ayırdıktan sonra bünye hem bir yeme-içme detoksuna hem de sosyal hayat detoksuna ihtiyaç duyuyordu.
Yine de kolay oldu sanmayın, neyse ki emin ellerdeydim.
Tam 30 yıl önce, daha yolu ve suyu bile yokken gitti Türkbükü’ne.
Deniz kenarında yıkık dökük bir taş evi aldı, gözü gibi baktı, kendi zevkini kattı.
Önce eşi dostu ağırladı, sonra baktı ki böyle bir yere ihtiyaç var, Ship Ahoy’u açtı.
Uzun yıllar kimsenin adını bile telaffuz edemediği bir yeri bir marka haline getirdi. Taş ütüyle tost yaptığı günlerden bohem müdavimleri ve iyi müziğiyle bilinen günlere geçildi.
Sonunda Nihal Acar dayanamadı, çılgın ruhu ağır basınca dünyayı gezmeye devam etti.
İşte ne olduysa o arada oldu, Nihal Acar’ın işletmeyi devretmesiyle Ship Ahoy bambaşka bir şeye dönüştü, varillerden yapılan standlarda şişeler açılan, eski
güzel müziğinden eser kalmayan, eller havaya yapılan bir yer haline geldi.
İşin acıklı kısmı, birçok kişi Ship Ahoy’u o haliyle tanıdı, son 13 yıl boyunca seveni kadar sevmeyeni de oldu.
Tatilin ilk günlerinde Bodrum’da en çok konuşulan şey Cennet Koyu’nda açılan Blue Marlin İbiza’nın fiyatları oldu.
65 liralık yeşil salata, 95 liralık pizza, 125 liralık ızgara somon, 225 liralık ızgara çipura, 410 liralık ıstakozlu menü...
Şimdiye kadar, Blue Marlin gibi İbiza’nın önemli bir beach club markasının Türkiye’ye yatırım yapmasının ne kadar önemli olduğunu konuştuk.
Yatırım Alchemy Project adlı Ortadoğulu bir organizasyon firmasına ait.
Alchemy Project’in CEO’su Mac S. Far ile açılışta tanıştık, kendisi fiyatların yüksek olduğunu kabul etse de yemekler çok lezzetli diyor.
Mutfak, Tom’s Kitchen ve Nopa’dan tanıdığımız şef Deniz Ahmet Köse’ye emanet.
Yemekler iyi ama bu fiyatlardan beklenenin altında.
Yaşananlardan sonra kim inanırdı ki sadece beş saat sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi havaalanının vızır vızır işler hale gelmesine? Brüksel’de yaşananlardan sonra havaalanının kendine gelmesi tam 12 gün sürdü. Bizde ise malum, her zaman olduğu gibi tamamen isteğe göre, ya yavaştan alma ya sonsuz hız... Her şeye rağmen hayat devam ediyor, hem de son hızla. Peki ama bu yaz şimdilik nasıl geçiyor?
- Turizmciler kan ağlıyor, peki ya tatilciler? Evet, kriz üstüne kriz yaşanıyor. Bütün programlar iptal edilir sanılıyor. Peki ya sonra? Bayram için İzmir, Bodrum, Antalya, Dalaman; uçaklarda yer bulmak mümkün olmuyor. Trafikten Bodrum’a, Ortakent’e inemiyor, Yalıkavak’a ulaşılamıyor. Giriş ücreti 150 lira olan plajlarda bile hafta içi bir günün kalabalığı Florya Halk Plajı’nın kalabalığını andırıyor, Bozcaada’dan Bozburun’a otellerde yer bulunamıyor. Hem de astronomik fiyatlara rağmen. Bu durumda şaşırıyor muyuz plajlarımızı Arapların istila etmesine? Ve bunun sonucunda Mandarin Oriental, Kempinski Barbaros Bay gibi otellerin plajlarında da, Yalıkavak Palmarina gibi marinaların ortasındaki Huqqa’da da nargile keyfi yapılmasına... Tabii ki hayır.
- Uluslararası markalar umut veriyor:
Zaha Hadid’in Bakü’de yaptıklarını heyecan ve biraz da kıskançlıkla izlemiştik.
Neyse ki bu mimari ofiste bir Türk çalışıyor diye övünmüştük.
Hemen akabinde ise Bakü’de Haydar Aliyev Havalimanı’nın yeni terminalini izledik YouTube’dan.
Üstelik bu sefer havalimanı terminali Autoban Mimarlık imzalıydı.
Seyhan Özdemir ve Sefer Çağlar’ın 2003’te kurduğu Autoban’ı önce The House Cafe’lerle, sonra MüzedeChanga’dan Münferit’e birçok mekânla tanıdık. Mobilya tasarımlarına da aşina olduk kısa sürede.
Atatürk Havalimanı’nın tıklım tıklım dolan ve dünyada eşi benzeri olmayan CIP Lounge’unu da tasarladılar.
Londra’da Hakkasan’ın kurucusu Alan Yau’nun Soho’da açtığı pideci Babaji ve Çin gastropub’ı Duck & Rice’ın mekân tasarımını da yaptılar.
En son olarak da Babyloncuların Bomontiada’da açtığı Kilimanjaro’ya imza attılar.
İki arkadaş oturmuş dertleşiyoruz, bahsettiğimiz şeyler öyle kolay yenir yutulur da değil.
Bize göre ölüm kalım meselesi olabilecek kadar ciddi sorunlar.
İşte tam o sırada haber geliyor, bir anda her şey önemini yitiriyor, her şey boş geliyor.
Bir dakika önce üzüldüğümüz şeyler ne kadar anlamsızmış meğer.
Bir yandan havaalanındaki tanıdıklarımı arıyorum, bir yandan yurtdışından gelen destek telefonlarına cevap yetiştiriyorum.
Tüyler ürpertici ama artık birbirimizi “Neyse, sadece İstanbul’da değil, Brüksel’de, Paris’te de oldu” diye teselli ederken buluyoruz.
Nasıl bu kadar saçma bir hale geldik?
Başka ülkelerde, başka şehirlerde de terör var diye kendimizi avutacak kadar şuursuz olduk?
Birkaç yıl önce, eski Fransa Başkanı Valery Giscard d’Estaing’in oğlu, Fransız tatil köyü zinciri Club Med’in CEO’su Henri Giscard d’Estaing ile Bodrum’da röportaj yapmıştım.
Dünyanın her yerine tatile gidebilecekken ailesiyle tatil için Bodrum’u seçmesine şaşırmış ve nedenini sormuştum.
“Bodrum’un dünyada güçlü bir repütasyonu var. St. Tropez’yle mukayese ediliyor. Tarih, kültür mirası, doğal güzellik, gece hayatı çok önemli. Bodrum ideal bir kombinasyon” demişti.
Ardından da eklemişti, “Fransa’daki Côte d’Azur’la karşılaştırınca Côte d’Azur’da insan eli değmemiş yer bulmak neredeyse mümkün değil. Her yer betonlaşmış. Bodrum’daysa kıyıdan giderken çok kısa bir süre sonra tamamen çevrenin korunduğu ormanlık alanlar görüyorsunuz.”
Burnundan kıl aldırmayan Fransızlar bile ormanlık alanlarımızı övüyordu.
Üstelik bunu söyleyen herhangi biri de değil, Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkanların başında gelen siyasetçi bir ailenin üyesi.
Dışarıdan görünen manzara bu, peki ama içeride durum nasıl?
Yangın Olimpos’a sıçrayınca gündeme geldi