İnsan, kendi öz benliğini bulmaz ve hiç duymazsa ya da duymazlıktan gelirse, kendi iradesiyle yarattığı yalanları yaşar.
Bir beden ve bir ruhun içinde çokça hal, çokça değişkenlik taşıyoruz. Özgüven, zayıflıklar, yükselen ego, yalnızlık, neşe, hava, nahoşluk, istemler, hayaller, başarı, hayal kırıklığı... Kısacası ne ararsan var. Kusursuzca yapamadığımız ise, hepsini tüm olağanlıkta görmek ve bir de onları olduğu haliyle kabul etmek, yaradılışın olağanlığı saymak. Öz benliğimizde olan biteni görmemek, iç gerçekliğimizi bilmemek, dış benliğimizin de mekanik tepkimelerle çalışmasına sebep olur. Ruhu duymamak, sadece bedensel yaşam biçiminde kalmak ve sadece bedeni ihtiyaçları ya da rutinleri bilmek gibi sonuçlar doğurur. Yaşadığın bir an veya bir olay karşısında hissettiğini düşündüğün duygunun, çoğunlukla gerçek hissin olmadığını çok iddialı bir biçimde masaya koyabilirim. Çünkü büyük oranda (ki bu dünyanın geldiği hızlı yaşam stilinden kaynaklanmaktadır.) duygusal ve eylemsel tepkilerimiz, alışagelmiş, görülmüş, başkaları tarafından denenmiş, genellikle mekanikleşmiş tepkiler oluyor. Soluksuzca koşarken beynin çokça düşünceyi üretemeyip, bedenin eforuna odaklanması gibi aslında. O kadar tempolu yaşıyoruz ki, bu tempo içinde öz varlığımız ne hissetti, ne istedi, ne diyor, bunları bilemiyoruz.
Savaşa çıkan komutan kuşatmak istediği toprakları çevrelemiştir. Asker sayısı az ama inancı fazladır. O sırada bir ulak gelir. Derki “Komutanım, havan topları çok, ittifakları da arkamızdan gelip saldırmak üzere anlaşmışlar”. Komutan düşünür, savaşı kazanmak gerçekten imkansızdır. Bir komutan inanırsa kazanılır derler ama, imkansızlığı da inançla kırmak imkansızdır. Yine de komutan, geri çekilmeyi, olağan bir önlem olarak görmek yerine yenilgi olarak yorumladığından “saldırın” emri verir. Üç gün süren bu savaşta komutanın binlerce askeri ölecektir.
Doğacak güneşe inanmak lazım ama doğmuş ayın karanlığını da görmek ve kabullenmek bir o kadar gereklidir. Bir kabul ediş, bir yıkımı önleyebilecek ve dahi aslında bir zafere güneş olacaktır. O yüzden içinde olan her duygu, düşünce ve durumu zayıflatıp zayıflatmadığına bakmaksızın kabul et, önce ezebilir ama sonra güçlenecek ve kendini tam bilerek zaferlerine doğru tüm cephelerinle yürüyeceksin.
Öz benliğine erişirsen, hayal üstü güzellikler yaşayacağını vaat edemem. Benliğine kavuştuğunda iyi mi olursun kötü mü bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki, her insanın özündeki yaratılmış saf ruh, her olasılıktan daha “iyi”dir. Şu an taşıdığın bedenin geçen zaman içinde aldığı bilmem kaçıncı şekilden daha iyidir. Üstelik de hiç bilmediğin “kendin”!
Ben sana güzel şeyler olacak diyemem! Kılavuz edersen beni, yolun sonunda kendini bulduktan sonra ben oturur dinlenirim, oradan sonraki yolculuğunda güzelliklere ulaşmak senin işin. Senin kendinde iki güç keşfetmeni sağlamış olacağım, için gücünü yitirse dış benliğin elinin altında olacak.
Tek yapman gereken öz benliğini her daim duymak! Bir an için dinlemeyi bırakırsan, seni fiziki dünyanın yarattığı bir hale dönüşmüş robotik dış benliğin yönetecek.
Yolun uzun mudur kısa mı ben bilemem! Ama bilirim ki yolun sonu çiçekli bahçeler, pötikare örtüler... Sen öz benliğine kavuşmak için geçecek süreye “gönüllü müsün” önce onu söyle! Yol kendini adadıkça kısalır, küsmüş ve derinlere gömülmüş benliğin yolda karşına çıkıverir!
Ona kavuştuğun ilk zamanlar kolay olmayacak, demeden edemem! Ama derim ki, bildiğin tüm hallerinden bambaşka bir iç benlikle, öz gerçekliğinizle yüzleştiğinde varsın biraz başı dönsün ve hatta bu da birkaç hafta sürsün... Milli Piyangodan trilyonlar kazanmış olsan da şaşırmaz mıydın ve hatta bayılmaz mıydın mesela?
Bizler aslında farkında değiliz, bugün bir olay yaşıyoruz ve bu olaya karşı, belki toplumsal kaideler belki geçmiş deneyimlerimiz ya da arkadaşlarımızın gösterdiği reaksiyonlar olmak üzere bir bütün halinde benliğimizin dışında işleyen şeyler oluşuyor ve bunu sergiliyoruz.
Birisi bize bir söz söylediğinde hemen öfkelenebiliyor, kızabiliyor, küsebiliyor ve üzülebiliyoruz. Ama gerçekten benliğin buna ne tepki veriyor, buna karşı ne hissediyor, biliyor musun? Bilmiyorsun!
Çünkü iç ve dış benliğimiz birbirinden ayrı işliyor. Dış benliğimiz koklama, duyma, görme, hissetme eylemlerini kendi durağan akışında, standardın içinde yapıyor. Ama asıl içerisi, iç benliğin ne diyor işte bunu keşfetmek gerekiyor diyorum.
O yüzden bugün senden ricam; bir sokakta yürürken önce sokağın tadını, sokağın kokusunu, hissini almaya başla, 5 duyunun cevaplarını almaya başla. Bir çocuğu gördüğünde ne hissettiğin, çocukluğunu mu, bir üzüntünü mü? Bir çift gördüğünde yalnızlığı mı? Bunları hissetmeye çalış. Sokağa bak, kaldırımlara bak, esnafa bak, evlere bak ve o sokaktan gökyüzüne bak! Önce bulunduğun yerin 5 duyuya karşılık cevaplarını al, sonra daha ne kadar genişleyebilirsin bunu dene! Bütün duyularınla yaşadığın bir anı, bir günü, bir hissi yorumlamaya başla. Gerçekten ne hissettirdi, ne düşündürdü, nasıl bir tat bıraktı, sana ne söyledi, kulağına ne fısıldadı, bunların cevabını bulmaya çalış. Böylece sezgilerin, empati gücün de yükselecek.
Ve bir gün kendini bulmakla kalmayıp, karşında biri sana bir şey anlatırken, onun da o an ne hissettiğini, ne duyduğunu, nasıl bir tat aldığını, ne gördüğünü anlayabilecek, onun adına da bu duyuların cevaplarını verebiliyor olacaksın. Kendine alacağın cevapları da bulabileceksin.
O yüzden niyetlenirsen eğer, kendi öz benliğinle tanışmak, onu duymak ve hep onunla yaşayabilmek çok zor değil. Ve hatta itirafım olsun ki çok şahane bir şey. Bu yaşam döngüsünde tüm erlerini kaybeden komutan gibi alışılmış kararlar almamak, kendi yazdığın mağlubiyetleri yaşamamak, bu ne kadar yaşayacağını bilmediğin evrende bir saniye bile olsa kim olduğunu, ne istediğini, hangi şarkı olduğunu, hangi tadı sevdiğini bilerek ruhsal şeffaflık içinde şahane bir şekilde yaşayacaksın. Hayatta sahip olmak adına en fazla ne için mücadele verdin düşün, ondan kat kat fazlası çabaya özüne kavuşmaya değmez mi sen cevapla!
Eğer çıkacaksan bu yola, duyularını çalıştırmakla başla! İlk soru bu yazımı okuyup bitirdiğinde ne hissettin sorusuna şunlarla cevap ver: (yazı değil, sendeki hissi)
- Sence bu yazının sende yarattığı his bir ezgi ya da şarkı olsa ne olurdu?
- Bir kokusu olsa bu hissin, ne kokardı?
- Hissetmeye çalış, gerçekten içinde nasıl bir tat oluşmuştur. Yani okuduğunda hissettiğin ve düşündüğün şeyler hangi tatlar olabilir: ekşi, acı, tatlı ya da hangi yemek mesela?
- Gözlerini kapat ve bu yazıyı okuduğunda hissettiklerinle dolu kendini hayal et, dışardan nasıl görürsün onu? Sence nasıl görünüyorsun şimdi?
- Hangi açığına ya da yarana, hangi hayaline veya gerçekliğine dokundu mesela, bulabilir ve söyleyebilir misin?
Merakımla kalmak istemem, gerçekten cevaplarıyla doğru ilerleyip ilerlemediğini bilmeyenlerin iletişime geçmesini bekler ve dahi tavsiye ederim.
Sevgilerimle.
Betül Yergök /Mentalizasyon
http://mentalizasyon.com/
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon