Mutluluk için hep bir sebep olmalı gibi gelir. Ya yeni bir gelişme olmalı ya da çözdüğümüz yeni bir mesele. Bu yüzden, yeni bir şeyler aldığımızda ya da saçımızı kestirdiğimizde, araba ya da evde değişiklik olduğunda mutlu olmak için bir sebep olur. Bir sorun bulur ve çözeriz, mutlu oluruz. Hayatımızda kimse yoksa biri bizi beğenirse mutlu oluruz, işimiz rutin gidiyorsa mutsuz, terfi alırsak mutlu oluruz.
Bazen tek başına rutinlik bile mutsuzluk verir. Yani olduğumuz halimizden daha iyi edecek bir şey yoksa mutsuzluk vardır. Zihin aktivasyonuna göre bunun nedeni, beynin mükafat sisteminde mutluluğa karşılık bir etkenin yerleşmesidir. Mutluluk, bir eylem ya da olay sonucuna bağlanmıştır yani. Mutluluk, bir duygu değil bir mükafat olmaya başlamış demektir.
Hepimiz hayaller kurarız. Üstelik bunların çoğu mutlu bir zaman ve sahiplik üzerinedir. Ev aldığımız, araba aldığımız, muhteşem bir iş ya da eş, muhteşem bir fizik veya ilgi… Varmak istediğimiz bir yer vardır çoğunlukla mutlu olmak için. Mutluluğa çok fazla taktıysak, hedefe varamadığımız sürece mutsuz hissederiz. Hayalin sonucunu mutluluğa sıkı sıkıya bağlamışsak, hayalin gerçekleşmemesi sadece bir hayal kırıklığı yaratmakla
Büyük çoğunluğunun yanlış anlamak ve yanlış anlaşılmaktan korkan bir toplum olduğumuz halde, bir o kadar da gerçeklikle alakası olmayan anlam yükleme furyasına yakalanmış bulunuyoruz.
Son yıllarda en az bir kez instagramdan kimi takip ettiğine, kimi beğendiğine bakmışsınızdır mesela (ki İnstagram artık bunu kaldırdı, bence baya global kaos yaşıyordur meraklılar:)) Storyler, yorumlar, tweetler, whatsapp çevrimiçi takipçiliği, mesajlara verilen cevaplar, aradı ya da aramadılar… Her türlü duygu, davranış anlam potasından geçmeden varlığını kanıtlayamıyor adeta.
Senaryo konusunda da şahaneyiz üstelik. “Kesin biriyle birlikte, kesin bu saatte biriyle yazışıyor, bence benden ayrılacak, aldatıyordur mutlaka, bana gönderme yaptı, kuduruyor kesin, pişman ve özlüyor biliyorum, beni taşıyamayacağını düşündü…” diye aşırı polyanna ve aşırı kara haberci kurgularımız yüzünden yazılıyor TV’lerde izlediklerimiz. Eh biraz ayna olsun dizilerde gördükleriniz, onlar sizsiniz, onlar biziz, fark ediniz.
Dahası da var, mesaja hemen cevap verirse ya da geç cevap verirse farklı anlamlar var. Birine bir mesaj atıp mutlaka çevrimdışı olursunuz mesela, öyle bekliyor gibi görünmemek için. Hikayelerini geç açayım,
Çokça yazımda ve videolarımda temas ettiğim bir konunun tam esasını da yazıyor olmak istedi parmak uçlarım: Kusursuz bir “olma” hayalinde herkes. Gelin nasıl bir kusursuzluk yanlışlığına düştük, ona bakalım.
Herkes kendi varlık ağacını şekillendirme peşine düşerken, kurumuş yaprakları, çürümüş meyveleri toplamak, toprağı eşeleyip sulamak yerine ağaçlarına baltayla gelişigüzel dalma yanlışında. Herkes istiyor ki korkusuz, kaygısız, stressiz, aşk acısı olmadan, her şeyin en mükemmel haline sahip bir varlık olalım.
E her şey gözler önünde olduğundan, normalde ilgisi olmadığı halde insanın bir yerde canı çekiyor ya da bir sorunu olduğunda kendisinin de “diğerleri” gibi yapması gerektiği kanaatine varıyor.
Mesela hayatı tiye alan ve öyle görünen olmak istiyoruz, öfkelenmeyen ve hayatı yaşayan. Şimdilerde, en yaygın hastalık “hayatı çok güzel yaşayan görüntüsü” vermek oldu bile. Neredeyse her kesimde var bu. İlişki istiyoruz ama içimizden; dışımızda bekarlık sultanlıktır söylemleri. Aşık oluyoruz ama istemiyoruz tavırları…
Ama en önemsediğim noktalardan biri, benliğimizden atmaya çalıştıklarımızı belirlerken düştüğümüz hata. İnsan, benliğinden “gereksiz” olanları atmalıdır, gereksiz
Bu yazımızda Durugörü ile ilgili sorulara cevaplar yazmayı seçtim. Bakalım bilinen ve bilinmeyen yönleriyle Durugörü mucizesi bize neleri anlatıyor?
Durugörü kısaca nedir?
Durugörü, canlı ve cansız nesneleri, enerjiler ve olayları beş duyu yardımı olmadan algılamaktır. Duyu dışı algılama denilen bu teknik ile kişilerin enerjileri, geçmiş, şimdi ve yarını öngörmek mümkün hale gelmektedir.
En önemli faydası nedir?
Durugörüde bir şeyin olabileceğini ya da nedenlerini ya da olmayacağını okumaktan daha önemli nüanslar var aslında. Benim için en kıymetli detayı, detaylarında belki de. Durugörüde cevabını aradığımız soru ya da hikayelerin geçmiş oluşumlarını, mevcut durumunu ve akışın gelecek ihtimallerini görürken, bütün bu olan ve olması muhtemel yaşanacakların arka planındaki korkuların, kaygıların, davranışsal hataların, algıların okunmasıdır.
Örneğin bir ilişkinin sekteye uğramasında, sadece karşı tarafın düzeltmesini bekleyen bir danışanın, kendisinin farkında bile olmadığı bir nedeni yarattığının yakalanması önemlidir. Eğer karşısındaki kişi, bir davranışı yanlış anlamış ya da hiç anlamamışsa bunu öğrenmek seyrin devamına etkilidir. Bazen anlatmaya çalıştığımız şeyleri karşımızdakinin
Şimdi, bütün sorunlarınızı ya da çıkmazlarınızı toplayın gelin, hepsinin ortak nedenini anlatıyorum diyeceğim size. Siz söylemeden ve hatta kendinizde fark etmeden bağımlılıklarınızı ve sonuçlarını yazacağım. Elbette ki çözüm için sihirli bir zihin matrisi bırakıp çıkacağım.
Öncelikle en önemli noktaya parmak basayım. Bedenin enfeksiyon ya da ödem üretmesi gibidir bağımlılık üretimi. Bir konuda bağımlılık göstergesi var ise her türlü problem kaynağında bağımlılık kökü bulunur.
Nedir her yere yayılan bağımlılıklar?
Bağımlılık sadece uyuşturucu, alkol, sigara ya da ilişki bağımlılığı gibi konular değildir, ilk aklınıza gelenler gibi. Bunlar dışında çokça bağımlılık bulur zihin, kendi matrisinde düğümler yapacak.
Bağımlılık virüsü kapmışsa kişi, hayatının her alanında izleri var olacaktır.
Nörobilim sevdalısı olarak zihni hep anlatırım ve kayıp-kazanç ile mükafat sistemlerinden de hep bahsetmişimdir. Her birimizin zihninde bazı hedefler oluşur ve bu hedef için gereksinim kodları matrise yerleşir. Bu kodlara bağlılık artınca da bağımlılık başlar.
En bariz bilindikleri saymayacağım bile. Mutlu olmak için paraya olan tutku bağımlılıktır. Hayatında biri olmadan mutsuz olduğunu düşünür insan ve
Sayı vereceğimi düşündüyseniz yanıldınız. Ben size bu sorudan daha fazlasını vermeye geldim. Bu soruyu soranları başka pencereden baktırmaktır niyetim. Haydi açalım ve çözelim mevzuyu:
Genelde kadınların sorusudur ilişkinin şans sayısı. Çünkü daha önce de söylediğim gibi, kadının doğasından gelen bir yanılgıdır ilişkiye yüklenen “emek” kavramı. Kadının doğası gereği, ilişkiyi yaşarken yaptığı tüm eylem “emek” olarak can bulur ve bu emeğin hep bir karşılığı vardır, karşılığı olmuyorsa hesabı sorulmalı ve görülmelidir. Ha emek gösterdiğimiz ilişkide hata gördüysek de emek kavramı yüzünden yaptığımız eylemin adı “gereğini yapmak” değil “şans vermek” oluyor haliyle.
Hatta soru belki de yanlış kimilerinize göre. Birçoğunuz muhtemelen ilişkide olduğunuz kişiye şans verdiğini düşünüyordur, ilişkiye bile değil.
Peki doğrusu nedir bunun?
İnsan bir ilişki için şans verecekse, kendi “kalbine” şans veriyor olmalıdır. İnsan kalbinde hissettiği duyguya şans veriyor olmalıdır. Kalbinde duygu kalmadığı hiçbir konuda “şans vermek” diye bir gereksinim doğmayacaktır zaten.
Kalbinize bakmayı unutuyorsunuz!
Kalbinizdeki duyguya bakmak yerine, karşınızdakinin emeğine, duruşuna, eksikliklerine, karşılıklarına
Şimdilerde herkes değişim rüzgarına yakalanmış durumda. Değişmek iyidir ama değişimin niyetini de doğru belirlemek gerekir.
Sanki eskiden hayatın yaşattıkları insanları kötü olma konusunda değişime sokuyordu gibi. Şimdilerde, en azından bu yönüyle kıyasladığımda herkes kendisi ve evren için iyi olan şekilde değişme gayretinde. Bu iyi bir şey evet.
Ama bu kadar değişmeye çalışmak ve daha doğrusu buna abanmak doğru mu?
Değişimi belirlemek gerekir aslında. Sadece değişim niyetiyle sürekli değişmeye çalışmak maalesef ki kaybolmakla sonuçlanıyor. Bu noktayı özellikle belirtmek isterim. Bir noktadan sonra insan nereye varmak üzere değişime kalkıştığını unuttuğu gibi, eski halini ise neredeyse hatırlayamıyor. Hatırlasa bile dönmek zaten mümkün değil.
Haklısınız, artık yaşadıklarımızdaki kayıplar, başarısızlıklar ve hayaller bizi daha farklı olmaya itiyor. Üstelik zamanın en çok konuşulan şeyi olunca da, hemen herkes bu değişim rüzgarına atıveriyor kendini. İşte bu plansız ve hızlı dalış, insana en başta kendini kaybettiriyor. Sonunda başarılı olma ihtimali var ise de, bu yolda kaybolma ihtimali de yüksek oranla karşısında duruyor ama göremiyor insan.
Hedefe varma niyetiyle kalkışılan değişim
Herkes Leyla olmak peşindedir. Kimse Mecnun’un çilesine katlanmayı göze almaz zira! Bilirler ki Leyla olmak sevilmenin en güzelidir ama kimse Mecnun’un mücadelesindeki hazzı bilemez mesela...
Her şey daha kolay akmaya başlayınca hayatta, her alan savaşsız kaldı sanki. Savaşmadan sevişmek istiyor Dünya. Sevmekten önce sevilmeyi garantilemek, sevileceğinden eminse sevmek, karşılık bulacağı garantiyse yürümek, bırakmayacağını söylerseler elini tutmak gibi şartlı sevdalar revaşta.
Çoğunun buna sebep kalp yorgunluğu ve kırgınlığı var elbet, anlarım. Ama çocukken düşünce annemize gidip “ben düştüm, olmamışım yürütmeyin beni, geri gönderin hatta” demediysek ve emeklemekle yürümek arasındaki o zorlu mücadeleyi o minnoş ayaklarımızla sürdürdüysek eğer, sevda yorgunu kalbi tekrar sevgiyle kavuşturmak da yaşamaya dair, unutmamalıyız.
İlişkilere yüklediğimiz “emek” kavramının aynısını da o halde hayata da yüklemek gerekmez mi? Mesela “ben az düşüp yürümeye çalışmadım çocukken, gazımı bile çıkarmaya muhtaç oldum, ağladım ve güldüm, sevildim ve sevilmedim ama büyüdüm” diyebilmek gerekmez mi? Ve daha anlamlı değil midir cenininden erginine yol kat etmiş varlığımıza “yürü” demek! (Günümüz