Ya sana biçilmiş sınavların gerçekliği kadar, onları geçebileceğin gerçeği de masada duruyorsa? Canınızı yakmak istemem ama en büyük hastalıklarınız bile avuçlarınızın içinde.
Kural şu ki, yaradan yarattığını geri almak istiyorsa aniden, vadesi geldiğinde alıyor. Ölmediysen ve başından kötü bir şey ya da bir hastalık geçiyorsa bil ki o ölüme ya da mutsuz sona giden bir yol değil, o bir sınav. Üstelik sınavı geçebilmen için ipuçları yaşamın içinde, geçebilmek için yaradanın kendinden bahşettiği tanrısal tılsımlar da ruhunun içinde.
Mesele sınavın neden geldiğine bakmak ve ardından kolları sıvayıp o hendekleri aşmak için oturduğun yerden kalkmakta.
Evrenin mutlak bir hesabı vardır. Nefes almamıza son verilmediği müddetçe olan her şeyde bir sebep vardır. Sadece ölümün vadeyle ilgisi olan bu koca evrende neyi neden yaşadığını çözmek en sevdiğin Pazar bulmacaları gibi keyifliyse?
Önce bu dediklerime bir inanın derim ben. Cebimde onlarca tecrübem ve örneğim varken, bu söylediklerime inanın. İnanın ki, inanırsanız yapabileceklerinizi ruhunuzda duyarak yeni bir haftaya yeni bir aya yeni bir yıla ve hatta yeni bir yaşam hikayesine başlayıverin.
Ya kendine iyi davranmadın ya birine; ya bir
Geçenlerde Kıbrıs’ta eğlencesine bir casinoya girdim. Şimdi, ben aşkta kazanmayı tercih eden biri olduğum için, kumarda kaybetme ihtimalinden mütevellit hiç oynamamıştım :) Neyse yazmak için bana bir malzeme verecekmiş, iyi ki kokladım havasını. E bilirsiniz benzetme sanatını öyle çok severim ki, bir hikayenin tam ortasındayken bile yakalarım hayatın diğer ucundan benzerliği. Hal böyle olunca kumarın hesap kitabını alıp aşkla çarpıştırmadan da duramazdım.
Öncelikle orada ben dahil oyun oynayan herkes için iki net durum vardı: biri sürekli hesap yapmak ve ikincisi ise hiç hesapların tutmaması. Kazansan dahasını istediğin için, kaybetsen kaybettiklerin için hezeyandır netice çoğu zaman çünkü.
Kumar oynayanın sürekli hesap yapması, bu hesaba göre türlü hamleler belirlemesi yahut beklentiye girmesi, hatta görüp arttırması, görmezse beti azaltması falan, her şeyi ilişkiler dünyasında mesela kaçan kovlanırcılık hesapları, kendini ağırdan almalar, geri durmalar ya da selam verip kuytuya kaçmalar; yakınlık
Yıllar sonra bir arkadaşımla kahve içerken anımsamış ve yıllar sonra ilk defa ona anlatmıştım anımı.
Her zaman dilimdeydi lise ve öncesinde çok çirkin olduğum gerçeği. Dostlar tebessümle “o zamanlar herkes çirkindi” dese bile, gönülleri sağ olsun, üzülüyorum diye söylediklerini düşünüyordum. Bu epey gerçek bir durumdu çünkü. Çirkinliğin tarifini kendi geçmişimden yola çıkarak yapabilirdim. Ama yıllar sonra az biraz bunun kendi kafamda yarattıklarımla büyüdüğünü de anlamıştım.
E tabi fakirlik, fakirlikten gelme bedenine olmayan büyük kıyafetleri katlayarak giyme, sırf ucuz diye makası tutmayı bilmeyen bir kuaförün kestiği dümdüz kesim papaz saçları ve bir de Allah vergisi tarla kaşı:) geriye dönüp bakınca bunlar vahim görünüyor gözüme. Geriye dönüp bakmaya da gerek yok hani, fotoğraflar da baya anlatıyor, hayal lazım değil.
Diğer konularda dediğim gibi bu aslında hissetme şeklidir. Söylemek ya da söylememek değil mesele, hissetme biçimidir. İnsan kendini güzel hissedebilir, güzel hissetmeyebilir, hissederek ya da hissetmeyerek sadece söylüyor olabilir. Ben hangi kategoride olduğuma da hiç karar veremedim.
Bir gün ortaokul arkadaşlarımdan bir erkek arkadaşımla, memlekette sohbet ederken
Düşünsene aksini “asla” ile söylediğin kaç tane yalanın var. Yeryüzünün en dürüst yüreğine sahip olsan bile.
Belki onu ölünceye kadar seveceğini söyledin boşanmadan bilmem kaç yıl evvel, nikahında dünya alem huzurunda. Belki “o ölürse ben de ölürüm” dedin, sözünden bilmem kaç yıl sonra toprağa verdiğin sevdiğin için. “Asla yıkılmam” dedin, yıkıldın. Düşmeyeceğini düşünüp düştün, sevmeyeceğini söyledin sevdin.
Kaç kez yanıldın kendi beyaz yalanlarında. Diğer renkleri saymıyorum bile.
Dostluğa inandın ama o dostun sana yaptığı kötülükten olma yaranı asla unutamadın. Gitmez sandın sevdiğin ve tam o sıralar yarım kaldın.
Hayatına dair çok düşünmeden hayaller yarattın ama onlara ulaşınca mutlu olmadın.
Kendi özüne bakmadan toplumun virüsü girdi ruhuna, istemeden evlenmeyi istemeye başladın, anne ya da baba oldun. Senden olan canın, evladının yüzüne bakmadığı ve hor gördüğü günleri gördü gözlerin... Sen bir ömür verdin sevdiklerine ama ömrünün bilinmeyen sonlarını hiç o zamana kadar tanımadığın akranlarınla geçirmeye mahkum edildin huzurevlerinde...
Yaradan ne de güzel yaratmış bedenini ama o en hayvan dürtüsüyle tecavüz etti her bir tenine ve dahi hücrene... Belki çok uzaklarda habersizce
Dünya öyle bir hal aldı ki, elimizin altında olan her şey hızla gelişirken, benlikler en ilkel güdülere doğru geriledi.
Teknolojinin, modanın ya da estetiğin tutkusu artarken, yediklerimize, içtiklerimize ya da giydiklerimize kendimizi adamışken, ilişkiler ve iletişimlerde sevgi ve tutku yerini “güdülere” bıraktı.
En ilkel güdüler devreye girince, temel yaşam fonksiyonlarında ilkel yaşam kodları bizi yönlendirir oldu. Yaşamak istediğimiz hayata sahip olmaya çalışırken “hayatta kal kodu” bize her şeyin mubah olduğu güdüsünü getirdi. Bu güdüyle herkes isteklerine ulaşabilmenin kolay yollarını seçmeye başladı. Bunun en iyi örneği de fenomenlik kültürü. Ne kadar komik ya da ne kadar kamera karşısında yaşıyorsan o kadar kazanıyor oldun çünkü.
Dostluklar istatistik derslerindeki tablolara döndü, arz-talep ve fayda analizleriyle örüldü. Yani dostluklar için bile “ne kadar ekmek o kadar köfte”. Destekliyorsa, yormuyorsa ve eğleniliyorsa sağlam kaldı. Çünkü dostluklar için “yaşam kodu” varlığını bu şekilde oluşturmaktan geçiyordu.
İlişkiler, en vahim yeri bu çift yönlü ileri-geri dünyasının. İnsanların bir diğer cinse ulaşabilirliği ne kadar çok arttıysa ilkel ve cinsel güdüler tek başına
Geçen hafta mutlu olmaya dair yazdığım yazıda suçlu aramaktan bahsetmişken, inkar ve kurban psikolojisini yazmadan geçemezdim. Yaşamın temel şekli olarak, insan hep sorunlarla karşılaşır ve bu sorunları çözmek ister. Her bir insan sorunlar karşısında farklılık gösterir aslında. Kimi sorun çözmekten haz alır, kimi sorun yaşayınca aşırı derecede mutsuzluk yaşar. Kimi sorunların çözümünü arar, kimi ise sorunları çözmek yerine kaçmayı seçer. İşte burada, kaçan kişilerde “inkar” dürtüsü devreye girer. Sorunu önemsizleştirir dilinde ya da eylemlerinde ama içeride sorunu körüklüyordur ve gizliyordur.
Sorunlardan kaçıyorsa insan, kendine mutlaka gerçek dışı durumlar yaratır. Çünkü inkar için inanacak bir şeyler gerekir. Kendini iyi hissetmek için sorunu kendi açısından reddeder ve sebebi değiştirir. Örneğin, ilişkilerde ayrılığın başkaca bir sebebi vardır mutlaka. Ve bir de sorun her ne ise, zaten onun için sorun değildir. Bu “sorunlar” konusunda egonun devreye girdiği durumlardır. Kişiye sorun ağır gelmişse, zaten sırf bu yüzden egosu zedelenir ve bu ego zedelenmesiyle sorunu önemsizleştirir, inkar eder ve başkalaştırır. Geçici rahatlama olur ama gerçek değişmez.
Bir de başkalarını suçlama
Şimdilerde şifalar revaçta olunca, her ne varsa geçmişe çapa atıp, orada bir neden buluyor ve arkasına dönüp ona el sallayarak veda ediyor herkes. Ve sanılıyor ki, geçmişten bugüne taşınmış bir kod vardı ve onu serbest bırakınca uçtu gitti kül oldu. Hatta daha da ilerisi “ay şifalandım, yenilendim.” sözlerine o an aşırı inanlar bile oldu.
Geçmişe el sallamak ve dönüp bugünü yaşayarak yarınlara yürümek şahanedir ama böyle yapılıyor olsaydı. Sürekli geçmişte yaşanmışlıklarda sebep aramak, “suçlu aramak” gibidir. Bugün, her ne kötü ya da eksikse geçmişte olmuş bir şey ya da duyulmuş bir söz bulmak ve bunu onun tam karşısına koymak en kolay iştir. Üstelik bu niyete girerseniz, aradığınız sebep her ne ise o duyguyu ya da nedeni mutlaka yaşam hikayenizde bir yerlerde bulursunuz. E insanız, bir duyguyu yıllara sari en az bir kez yaşamışızdır. Hayatında hiç utanmamış ya da pişman olmamış biri olabilir mi mesela?
Şimdi birincisi, sürekli geçmişte olmuş bir olay ya da tadılmış bir duyguyu şu anın mimarı kılmak yanlıştır. İkinci yanlış ise, hadi diyelim buldunuz, mimarı belirleyip ve suçlayıp “bundan oldu, şifa olsun” diyerek onu yenilemeden, yok etmeden ve yerine doğruyu koymadan el sallayıp