Yıllar sonra bir arkadaşımla kahve içerken anımsamış ve yıllar sonra ilk defa ona anlatmıştım anımı.
Her zaman dilimdeydi lise ve öncesinde çok çirkin olduğum gerçeği. Dostlar tebessümle “o zamanlar herkes çirkindi” dese bile, gönülleri sağ olsun, üzülüyorum diye söylediklerini düşünüyordum. Bu epey gerçek bir durumdu çünkü. Çirkinliğin tarifini kendi geçmişimden yola çıkarak yapabilirdim. Ama yıllar sonra az biraz bunun kendi kafamda yarattıklarımla büyüdüğünü de anlamıştım.
E tabi fakirlik, fakirlikten gelme bedenine olmayan büyük kıyafetleri katlayarak giyme, sırf ucuz diye makası tutmayı bilmeyen bir kuaförün kestiği dümdüz kesim papaz saçları ve bir de Allah vergisi tarla kaşı:) geriye dönüp bakınca bunlar vahim görünüyor gözüme. Geriye dönüp bakmaya da gerek yok hani, fotoğraflar da baya anlatıyor, hayal lazım değil.
Diğer konularda dediğim gibi bu aslında hissetme şeklidir. Söylemek ya da söylememek değil mesele, hissetme biçimidir. İnsan kendini güzel hissedebilir, güzel hissetmeyebilir, hissederek ya da hissetmeyerek sadece söylüyor olabilir. Ben hangi kategoride olduğuma da hiç karar veremedim.
Bir gün ortaokul arkadaşlarımdan bir erkek arkadaşımla, memlekette sohbet ederken bana dönüp “kız sen çok çirkindin” demişti ve epey gururum incinmişti. Ama meğer devamı daha önemliymiş: “Ama sen çocukken çirkindin, şimdi çok güzelsin. Bense güzel bebek suratlı yakışıklı bir çocuktum, şimdi kaşlar başta olmak kıllı çirkin bir şey oldum” demişti. Güldük ama ben aydınlandım bir yandan da. Ben geçmişimdeki çirkinliğimin farkındaydım ama öyle mi kalmıştım, ya bugün? Yıllara sari güzelleştiysem de tam olarak beğenilecek biri olduğumu düşünmemiş olabilirim. Bazı dostlar giyinip süslenip evden çıkarken aynaya bakıp “çok güzel oldum” dediğinde garipsemem de bundandı. Hiç kendimle ilgili güzellik cümlesi kurmamıştım sesli ya da sessiz.
Ben o kadar çirkin olunca tabi hep çirkin çocuklara bakardım. E tabi yakışıklı çocuklar bu çirkin kıza bakacak değil ya hani. Neyse ben çirkin olup da bu yüzden yakışıklı hiçbir çocuğa bakmamışken lise yıllarımda hatırlamadığım bir tanışma hikayesi üzerine bir sevgilim olmuştu. Nasıl olmuştu hatırlamıyorum bile. Ama hayal bile edemezsiniz, galaksiden düşmüş bir yakışıklı. Keşke adını hatırlasaydım:) Çocukla yanlış hatırlamıyorsam 3 gün çıkabildim ve ayrılan ben oldum. Hazırsanız neden ayrıldığımı anlatacağım: Ben bu çocuğun benimle neden sevgili çok sorgulamıştım. Mantıklı hiçbir açıklama bulamayınca en iyi ihtimal böbreğimi falan çalacak diye en kötü senaryoları üretmeye başlamıştım.
Hiç aklıma başka bir ihtimal gelmemişti. Çünkü her şeyin güzellikle ilgili olduğunu sanıyordum. Lise yıllarımda çok başarılıydım oysaki. Arkadaşlarımın telefonlarında “Tümay Betül” ya da “trigonometri Betül” olarak kayıtlıydım. Birinciliklerim vardı ve sayısal zekam bilinirdi. Mesela belki o çocuk zekam için benle olmuş olabilirdi. Ne bileyim şimdiki gibi komiksem keyifli bulmuş da olabilirdi. Ama yok bütün her şeyi tezgaha yatırmıştım ve ihtimal yoktu. Çocuk çok yakışıklıydı ve belki böbreğimi çalacaktı.
Yani kendi hikayemden vereceğim nasihat şudur, zihnimizde bizi nasıl yaratmışsak öyle yaşatıyoruz kendimizi, hikayelerimizi. Neyin olacağını senaryo haline getiriyorsak onu yaşıyoruz. En kötüsü, yarattığımız senaryolardan korkup hikayelerden kaçıyoruz. Ama işin özü o ki, bir kere kendimizi bir şekilde yaratmışsak, üstüne çalışmazsak öyle yaşamaya mahkum kılıyoruz kendimizi.
Üstelik değişim de söylemlerle olmuyor. Yarattığınız bir kimliği üstünüzden atmak için yeni kimliği hissetmeye başlamanız lazım. Söylemek yetmez yani, sürekli hissetmek ve hissetmeyi hatırlamak gerekiyor anlayacağınız.
Mesela söze gerek yok görseniz şimdi beni, epey güzelim yani:)
Betül Yergök /Mentalizasyon
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon