Hadi yine iyisiniz, kasım ayı indirimleri başladı. Şimdi yine fiyatlar düşmüş diye gerekli gereksiz çokça şey kargolarla eve doğru yol alır.
Salgın gerçeğiyle normal yaşamımızı sürdüremediğimiz uzun bir dönem yaşamaya başlayınca düşüncelerin değişeceğinden umutluydum ama olmadı. Belki de karantinanın psikolojisiyle daha da kapıldık tüketim çılgınlığına.
Birkaç farklı noktadan ve kendimden anlatmak, irdelemek istediğim bir husus bu.
Bundan 12 yıl önce Bilişim Hukukçusu kimliğimle yabancı ülkelerdeki sanal dünyanın Türkiye’ye getirilmesi projelerinde yer aldığımda biliyordum bunun bir çılgınlığa döneceğini. Hediye çeklerinin, puanların ve indirimlerin hatta ünlülerin paylaşımlarının nasıl bir tüketim cevabı yaratacağını daha o zamanlar hesap etmiştik. O zamanlar hukuki kısmında yer aldım ama asla bu çılgınlığın bir parçası olmadım. Yani bu sistemi getirenlerin uzak olduğu bir çılgınlığın parçasısınız.
Tabi manuel alışveriş çılgınlığına kapılmadığımı söyleyemem. Kendimi sanal dünyadan kurtarmış ama
Salgınla ilgili bir şeyler okumaktan bile sıkıldık neredeyse. Ama salgından yola çıkarak analitik farkındalığı ve doğru-yanlış düşünce ayrımını ortaya koyalım.
“Herkes hayatını yaşıyor bir ben mi evde duracağım”
Bu söz hayatımızda salgın dışında da neredeyse çok yerde var olmaya başladı. “Nasılsa herkes yalan söylüyor, ilişkiler hep böyle ve bu yüzden ben de takılacağım, herkes kolay yoldan para kazanıyor nasılsa” gibi tonlarca söylem ve düşünce bizi olduğumuzdan daha yanlışa meyilli ve daha umarsız yapıyor. Herkesin yaptığı yanlışı önce normalleştirip sonra aynısını yapmayı seçiyoruz.
Analitik farkındalık doğru ve yanlışı sadece sayısal çokluğa göre ayırmaz. Analitik farkındalığımız yüksek ise evrensel mutlak doğruları, kendi doğrularımızı, esnek yanlarımızı biliriz. Kendimize de doğrularımıza da sahip çıkarız. Başkalarının yanlışı sayısal çokluğa erişse bile sürü güdüsüne kapılmaz, analizle eriştiğimiz farkındalığımızı sürdürürüz. İnsanların umarsızca hayatını sürdürmesi (zorunlu çalışan
İnsan aşktan yana pişman olmaz. Pişmanlık dediğimiz şey bir aşka dair yapılan ve yapılmayan eylemlerin yarattığı duygudur. Belki fazla ısrarcı olmuşsundur, sevdiğini göstermek ve ikna etmek için. İçine atmış ve ardından gereksiz yere patlamış olabilirsin veya söyleyemediğin cümleler içinde koca koca dağlar gibi sıralanmış olabilir.
Ya gerçek duygularımızı saklamış ya da gerçek duygularımızı biraz saklamamız gerekirken aşırıya kaçacak şekilde ifşa etmişizdir. Ya zamanı yakalayamamış ve sevdiğimiz kişiyle bir olasılığı kaçırmış ya da kendi yarattığımız koşullarla arkamızı dönüp içimizde bunun sesini susturmaya çalışmışızdır.
Aşka dair bir duygudan pişmansak, örneğin birini sevdiğimizden pişmansak onu gerçekten sevmemişizdir. Kendimizi bir sevme eylemine sürüklemiş ve ardından bunun farkına varıp bu eylemden pişman olmuşuzdur. Bazen de karşımızdaki insanın eylemleri yüzünden onun sevgimizi hak etmediğini düşünmüşüzdür. Burada da onun eylemleri ve onun hak edip etmediği devreye girmiştir yani.
Üniversite yıllarımda bir sevgilim vardı ve
Bu yazıyı yazmadan evvel o herkesin ekrana kilitlendiği Masumlar Apartmanı dizisini izlemiştim. Gördüğümüz, yaşadığımız her şey bize hayatın doğrularını ve yanlışlarını her seferinde başka bir yerden hatırlatır ya, bana da öyle oldu işte.
Çocuklarımızı kötülüklerden koruma yöntemi saydığımız çok şey ve koruma içgüdümüz hep yanlış sonuçlar veriyor. Üstelik neredeyse tüm ebeveynler bir dizi sahnesinde yahut bir günün haberinde buna hak veriyor ama uygulayamıyor.
Çocuklarımızın hata yapmasından korkuyoruz ve onlara “hata yapmaktan hep korkacakları” bir kod ve güdü yerleştiriyoruz. Hata yaptıklarında yıkılacakları, utanacakları, başarısız hissedecekleri ve artık korkarak yaşayacakları bir algı hediye ediyoruz. Haklı çıkarız ya da çıkmayız, hata yapar ya da yapmaz çocuk ama nihayetinde onu böyle bir hayata sürüklemenin hangi doğru sonucu alkışı hak edebilir ki? Yanlış adamı ya da kadını sevmedi diyelim, sevdiğine cesur olmayı, iş hayatında cesur olmayı ya da hayalleri için mücadele etmeyi ve
Daha önce erkeklerin nasıl kadınları beğendiğini ve sevdiğini yazmıştık. Bu hafta da tam tersi kadınların nasıl erkekleri beğendiğini ve sevdiğini yazalım isteriz.
Erkeklere kıyasla kadınların sorunsuz seçimleri var diyemeyiz. Kadınların isteklerine bakacak olursak yine bir orta nokta arayacağız belli ki.
Kadınlar her güzel olan şeyi hem duymak hem de görmek ister: sevildiğini, beğenildiğini, o an güzel olduğunu… Üstelik ilgi görüyor ama güzel ses duymuyorsa ya da tam tersiyse yetmez, yani ikisini de alabilmelidir. Hem ilgi görecek hem de ağzından duyacak! Ama örneğin sevildiğinin durduk yere söylenmesini de sevmez ya da sürekli hissettirilmesinden de hoşlanmaz (bunun adı da şüphedir?). Yani anlayacağınız onların duymayı ve görmeyi arzu ettiği zamanları ve zamanlamasını iyi yakalamak lazım.
Kadınlar iletişimde olmayı severler. Öyle hafta bir iki mesaj yazıyorsanız, size belli etmiyorsa bile evde duvarları kemiriyor olabilir. Duvarlarla da kalmaz, ilk fırsatta öfkesinden nasibinizi alırsınız. Kadınlar gün içinde ailesi ve dostlarıyla bile her fırsatta konuşan varlıklardır, ne
Her yaşadığımız an bir hikaye oluşturuyor. Her bir hikayede başka bir insanız ve her yeni biz ile de yeni birer hikaye yaşıyoruz.
Yazarlığımın ilk zamanlarında sadece beni benden eden aşk hikayemi yazmaya başlamıştım. Ardından her tanıştığım ve içinde bulunduğum hikaye sayfalarıma akıverdi. Yaşamı yazmaya başladığımda fark ettim aslında her anın bir hikaye olduğunu! Sonra “en güzel hikayem” ne olmalı dedim ve yaşam yoluma bu arzuyu ektim. Bakmaya başlayınca görmeye, görmeye başladıkça da daha fazlasını arzu etmeye başladım. Hikayelerimi sevmeye başlayınca yaşamayı istediğim hikayelere koşmam gerektiğine inandım ve bu inançtan da yolumdan da hiç çıkmadım.
Benim hikayem sizlere örnek olsun, hepimizin hikayeleri bir başkasına emsaldir zaten. Satın alacaksanız da güzel hikayeler satın alın, ben öyle yaptım.
Zamanı paradan daha hızlı ve umarsızca harcıyoruz, ama yine de güzel bir hikaye hayaline gidecek zaman insanların gözünü korkutuyor. Ben hiç korkmadım, zaman başıboş akıp gideceğine bir hayal ve bir hikaye uğruna akıp gitsin istedim: 3 yıl ve 5 kitap!
Bugün “Hikayedeki
“A”! Geçmiş bir önceki harfi seslendirdiğiniz andan öncedir. Şu an okuduğunuz her kelimeyi okuduğunuz an bile geçmiştir. Siz an’ı yaşadığınızı hissedene kadar, o an çoktan uçup gitmiştir.
“Anda kalmak” yanlış bir tarif ve tabirdir aslında. Çünkü gerçek anlamda hiçbir zaman an’ı yakalayamayız. Yine de şuan diye bakacak olursak olaya karşılaştığımız durumlara hiç bakmadan hafızamızı yitirmişçesine yaşamaya devam etmemiz gerekir. Bu yüzden yanlıştır, “anda kalmak” derken anlatılmak istenen şey farklıdır. Tam da bu farklılık anlaşılmadığından yanlış uygulanır.
Aslında “anda kalmak” derken, karşılaştığımız durumla ilgili geçmiş tecrübelerle kıyaslayarak hızlı ve olumsuz akışlara kapılmamak beklenir. Sakin kalmak ve analiz etmek için söylenir. Beynin her hikayeyi kaydetme biçimi zaten geçmiş tecrübelerle şimdi olanın kıyaslaması sonucunda olduğundan zaten beyin geçmiş deneyimlerimizi her yaşadığımız olayda ele aldığı için bunu hissediyor ve düşünüyor olacağız mecburen.
Erkekler de kadınlar da aşkın artık kolay bulunmayacağına, kimsenin aşık olmayı seçmediğine inanıyor. İlişki arayışları ya da evlilik kararları bile “mantık” kelimesinin sıfata dönüştüğü denklem olarak karşımıza çıkıyor. Yani artık herkes aklına göre birini arıyor, aşkın acısı olacağına akıl uyuşması olsun diyor.
Peki hala neden aşk şarkılarından etkileniyorsunuz? “Mantığımı dinledim” diye bir şarkı yazsınlar bakalım aşkın kalp çarpıntısı mı mantığın sesi mi nakaratı dile dolayacak!
Duyguların karşılıklı olması, üzülmemek, terk edilmemek, kaybetmemek için arzular ve beklentiler en aza indirildi. “Sohbet edebilelim, aklımız ve tenimiz uyuşsun yeter” dendi! “Şöyle kalbimi alıp yakıp kavursun ve o da öyle olsun” sözlerini hala söyleyebilen (aşkın en acı halini yaşamış olsam da) bir ben miyim:)
E o zaman bir meydanda buluşalım ve aklı uyuşanlarla eşleşip evlere dağılalım, ne dersiniz? Aşk böyle bir şey değil, kabul edin. İçiniz ve ruhunuz bana katılıyorken dilinizle ve aklınızla bu gerçeğe karşı savaş açmayın. Bu savaşı