Hepimiz kusurlarımızla biziz ve güzeliz ama bu klişeden daha fazlası var:
Kusurlarımız bizim etiketimiz, fişimiz, ismimiz, tanınma ve sevilme aracımız. Kusur saydıklarımızla ya da sayılanlarla biliniriz bize dair her şeyden önce.
Doğru bakabilseydi insan, kusur saydıklarının kusur olmadığını, öyle olsa bile onun bu hayattaki özelliği olduğunu ve gerekirse onu kullanarak yükselebileceğini çözerdi.
Hiç kimse kusur saydığı şeyi istemez kendinde, azı ve çoğu olacak şekilde hepimizde problemdir kusur bildiğimiz şeyler. Yanlış bakmışızdır ve yönetmişizdir mevzuyu esasen, bu yüzden.
Geçenlerde Hasan Can Kaya’nın "Konuşanlar" isimli programını izledim, Selin Şekerci vardı. Gelen soru üzerine Şekerci, çocukken en çok gözlerinin pörtlek oluşuna güldüklerini söyledi. Hasan Can’ın ona cevabı netti, oysaki gözlerinin güzelliğiyle tanınıyor ve para kazanıyordu artık. (mizahen)
Belki Tarkan’ın buğulu sesine gülmüştü ilkokul arkadaşları ya da Beyaz’a en çok “r” harfli kelimeleri söylettiler her fırsatta. Ancak onları
Erkekler bazı kadınlara hayran olup bazısına da sadece bakar ama baktıkları ya da hayran oldukları özellikleri taşımayan bambaşka bir kadına da aşık olurlar.
Onlar daha çok güçlü kadın profiline hayranlık duyar. Ancak istisnaları olmakla birlikte güçlü kadın genel olarak hayran olunan, bakılan kadın olsa da kendisinden uzak durulan ve ilişkiden kaçınılan kadındır.
Erkekler güçlü kadınlara hayran olup bakmakla kalmaz, o hayran olduğu kadının dikkatini çekmek ister. Onun gücünün yanında güçsüz kalacağını bilir, güçsüz kalmamak için kendinden güçlü kadını seçmez çoğu erkek bu yüzden. Ama güçlü kadının beğenisini almak güç verir erkeklere, hatta kendinden hoşlanması inanılmaz büyük bir egodur! En azı uzaktan hayran olur, en fazlası onun ilgisini kapıp kaçar bu erkekler, ardından da son çıkıştan sıvışıverir. Güçlü kadınlar üzülmesin, o erkeklerin de gücü ve kendine güveni o kadardır işte.
Erkeklerin çoğu dış güzelliğe
Sosyal medya ile değişen iletişim dünyası onunla değişmeyenleri şaşırtmaya devam ediyor:) Bu işin devamının ne olabileceği ise endişeyle karışık bir merak konusu açıkçası.
Efendim geçenlerde bir ünlü yakışıklıyla bakışarak flört ettik, ben de hani daha fazla keşif peşindeyim o sıralar. Sonra benim “story”’e baktı kendisi ve bu bakış sizin gibi bizi de tebessüme sürükledi. Ardından “bu ünlülerin flört adımı” diye bir yorum duyduğum da oldu “üç adet fotoğrafını beğen ve sen de karşı adım at” diyen de oldu. Kendimi tuhaf bir komedya içerisinde hissediyorum.
Nasıl yani, gerçekten ilişkiler ve flört iletişimleri böyle mi olacak artık? Bir reset atıp eskiye dönebilir miyiz rica etsem? Şöyle şeyler var:
-Hikaye paylaşımına biri baktığında sık bakıyorsa üstte çıkıyor ve bu çok anlamlı, seyrek bakıyorsa kendini gösteriyor ve dikkat çekmeye çalışıyor.
-Eğer bir flört başlangıcı olmuşsa ve ardından hikayen bakmıyorsa “kasıtlı” bakmıyor ki sen ona daha çok çekilesin.
-Paylaş
Seni tanıyanlara sorsalar “Nasıl biridir?” diye, cevapların ne olacağını düşündünüz mü hiç? Benim epey zorlandığım bir konu aslında ve en iyi kendi üzerimden anlatabilirim bu yüzden.
Yaptığımız iş, mesleğimiz, hayatın değişik yerlerinde uzun süreli üstlendiğimiz misyonlarımız kimliklerimiz haline geliyor. Anneliğimiz, kadınlığımız, erkekliğimiz, sorumluluk alan evlat misyonumuz, ciddiyetimiz, mizahımız ve bir sürü türlü vasıf ve varlık biçimi bizi de kendine göre biçimlendiriyor ve ardından o kimlik oluyoruz.
Bunda bir yanlışlık yok aslında ama oluşan kimliğin geldiği yer ve yayıldığı alan dikkate alınınca sıkıntı kendini belli ediyor. Benden örnek vereyim, on beş yıldır avukatlık mesleğinin içinde oluşum, toplumsal misyonum, mesleğin getirdiği ciddiyet gibi birçok unsur beni artık sosyal yaşamımda bile aşırı ciddi ve tedirgin edici olarak yansıtıyor. Evvel ilişkilerimde tepkilerimden korkanlar olduğu gibi annem ya da yakın dostlarıma bile bu imajı verdiğimi birçok örnekten alabiliyorum. Neyse ki yine beni çok yakından tanıyanlar aynı zamanda
Daha gazla kapılıp gideceksiniz değil mi? Bunun daha ilerisi ne olacak sizce? Oturup bir konuşsak diyorum.
İnanılmaz bir ruh kıyımı gerçekleşiyor. Kişisel gelişim güzel, farkındalıklar iyi ama her şeyi vurup belini kıracak dozajda yaptığımız gibi burada da tüm ayarları bozmak neden?
Farkındalıklarla hayatın güzelleşeceğini sandık ve öyle de olmalıydı ama durum biraz yanlış gitti:
İyi düşünmeyi aşılayan yöntemlerdeki “kendini düşün ve kendine değer ver” mottosu biraz bencilliğe sürükledi herkesi. Oysaki bir bütün içinde olmayı benimsemek ve o bütünlüğün içinde kendini unutmamak gerektiği anlatılıyordu. Yani “kendini unutma ve kendine de değer ver” diyen algıyı, “kimseyi umursama, bencilce kendine değer ver” olarak alıp koydu herkes hayatına.
“Kendini sev” dedi birçok kişisel gelişimci ve haklıydılar ama kendini severken diğer insanları sevmenin de ne kadar önemli olduğunu söylemeyi mi unuttular acaba, çünkü kimse kimseyi sevmemeye başladı nedense!
İnsanlar alma-verme dengesini konuşmaya başladı evrenle
Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya devam ediyorum. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri alırsınız.
Bu haftaki test egonu ve duygusal egonu sınayacak ve bu test sadece “evet/hayır” cevabı vermekle bitmeyecek. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:
1. Aynı işi yaptığınız bir arkadaşın bulunduğunuz ortamda işi hakkında kendini överse ya da ortamdaki insanlar onu överse ne hissedersin/yaparsın?
a. Övgüyü hak ediyorsa överim, diğer insanlar onunla ilgili konuşurken iş konuşarak sohbete dahil olurum.
b. Övgüyü hak ediyorsa ben de mutlaka överim, diğer insanlar onunla ilgili konuşurken ya dinlerim ya arkadaşımla ilgili dahil olurum.
2. Bir ortama, topluluk içine girdiğinde:
a. Bütün ilginin bende toplanmasını tercih ederim. Kendimle ilgilenirim.
b. İlgi görmek elbetteki güzel hissettirir. Birlikte olduğum insanlarla ilgilenirim.
Hangi toprakta yaşıyorsanız yaşayın bu bir Dünya meselesidir. Çocuklarınıza ve tüm sevdiklerinize insan olmayı, paylaşmayı ve değer vermeyi öğretin.
Bizim toplumumuzun inancı haline gelen “sağlamcılık” yüzünden değil mi sürekli bir refah planı yapmak? Kızlarınıza refahın bir adamın gücüyle değil, kendi ayakları üzerinde durarak sağlandığını öğretin. İşi gücü yerinde kocalar aramak yerine, işi gücü yerinde olan bir kadın olmayı, kendini ve sevdiklerini her kim olursa olsun kötülükten sakınmayı öğretin.
Erkeklerinize insana değer vermeyi, bir kadının onu doğuran ana kadar kıymetli olduğunu öğretin. “Gelin” diye tanımlamayla ötelenen algının sonucu olamaz mı erkeklerin de anneden ayrı bir varlık gibi görüp kadına hor davranması? Kocanın sana yapmasını asla istemeyeceği şeyleri evladının katiyen bir kadına yapmaması gerektiğini öğretin ona.
Öğrettiğiniz refah algısına uyuyor diye alelacele evlenmesinler, boşanmak kötüdür diye her ne olursa olsun evliliği sürdürmeye kendilerini mahkum etmesinler, bedenlerine şiddeti
Herkesin bildiği gibi önyargı, yeterli bilgi olmaksızın erkenden ve peşinen bir karara ve düşünceye varmaktır. Önyargı çoğunlukla beyinde otopilot bir yaşam şekline döner. Önyargılı insan geçmiş deneyimlerini ve etrafından satın aldığı hikayelerin tanımlarını beyninde bir listeye dönüştürür ve bu listeyle yaşar. Karşısına çıkan her kişi ve olayı bu listedekilere göre bir gruba dahil eder ama bunu daha olayları görmeden, ilk bakışta yapar.
Önyargı bir düşünce biçimidir ve davranışa dönüşürse “dışlama” dediğimiz eylemsellik ortaya çıkar. Yani insan önyargıda bulunduğu bir kişiyi tanımayı seçmiyor, erken verdiği kararla hareket ediyorsa bu bir dışlamadır. Aslında bir “varsayım” olan önyargısına kesin inanmış seviyeye erişmeye meyillidir ve bunu bir inanca dönüştürdüğünden bu varsayımın değişme olanağı yoktur. Örneğin birey, bir olayın ya da ilişkinin kendisi için doğru olmadığına dair bir önyargıya inanmışsa, muhtemelen bu kişi bu girişimde bulunmayacak, o kapıyı kapatacak ve