Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya karar verdim. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri alırsınız.
Bu haftaki test ikna yeteneğini sınamak için olacak ve ardından sana fısıldayacaklarımı duyacaksın. Bu testte ikna kabiliyetinin temel kurallarını uygulayıp uygulamadığın üzerine sorular yer almaktadır. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:
1- Bu akşam dışarıda eğlenmek istiyorsun ve fakat yakın arkadaşın dışarı çıkmak istemiyor, evinde oturmak istiyor. İkna etmek konusunda ne yaparsın?
a. Ona günlerdir evde olduğunu, evde olma seçeneğinin sıkıcı olduğunu örneklerle anlatırım. Haftanın diğer günleri evde olacağını hatırlatır bugüne dikkat çekerim.
b. Ona kendisinin de eğlenmek isterse gelebileceğini, evde kalmak isterse evde kalabileceğini, çıkarsak nerelere gideceğimizi ve nasıl eğleneceğimizi anlatırım.
2- Elinde kişisel gelişim üzerine yazılmış bir kitap var ve bu kitabı birine satacaksın. Satacağın bu kişi, kişisel gelişim gibi konulara
Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya karar verdim. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri yaratırsınız.
Bu haftaki test bir flörtte nasıl biri olduğunu görmek üzere olacak ve ardından sana fısıldayacaklarımı duyacaksın. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:
1. Aynı ortamda olduğun birinden hoşlanmaya başladın, ne yaparsın?
a. İletişim kurar, birbirimizi tanımamız ve yakınlaşmamız için fırsat yaratırım.
b. Hoşlandığımı belli etmemek için hiç bakmam. Olacaksa olur zaten!
c. Kendimi gösterir, cool durur ve o benim için çabalasın diye beklerim.
2. Beğendiğin kadın/erkek de sana karşı boş değil ve iletişim kuruyor, hangisini yaparsın?
a. Görüşmeye başlarım, daha yakından birbirimizi tanıyalım isterim, iletişime açık olur, arar ya da mesaj atarım.
Birden fazla yengecin koyulduğu sepetin kapağı kapatılmazmış. Çünkü her bir yengeç diğerini içeri doğru çeker ve böylece hiçbiri dışarı çıkamazmış. Başarı ve başarısızlık takıntısı olduğunda yani daha doğrusu bu algıda bozukluk olduğunda kapağı açık bir yengeç sepetinde yaşamaktan farkımız kalmaz.
Başarısızlık korkumuz ya da başarı takıntımız yüzünden, yaşadığımız her mini olayın bir yengeç gibi olduğunu düşünün, her an ve her konuda bu korku ya da takıntı bizi ilerlemekten ve sepetimizden çıkmaktan alıkoyar.
Yıllar önce evliliğimi bir türlü bitiremediğim zamanlar destek almıştım. Yaptığımız çalışmada benim “evliliği başarı ve ayrılmayı başarısızlık” olarak tanımladığım sonucuna varmıştık. Çok doğru bir cümle çınlamıştı o zamanlar kulağımda: “olmayan bir durumun içinden çıkıp yeniden hayata akmak da bir başarı olamaz mı?”. İşte bana yeni bir “başarı” veren bu cümleden sonra bunu başarmıştım. Her ne kadar sorunumu çözse de gerçek sorunum devam etmişti.
Şimdilerde karantinadan hızla çıkıp bir o kadar hızla da normalleşiyoruz. Bu normal olsa da yanlış elbetteki. İnsan doğası gereği her haber her dert unutulduğu gibi aylarca evimizde kaldığımızı, o günlerde yüreğimize ve aklımıza yazdıklarımızı çoğunlukla unuttuğumuzdan eminim.
Neyse konumuz bu değil, serzenişimi yapıp konuya geçelim. Karantina bitti ve eski hayatımıza döndük, virüs bile hayatın olağanı oldu hani; tam buradan tutun istiyorum ruhunuzu.
Bir salgın üzerine, dünyanın dört bir yanında türlü türlü davranan insanlar gördük, umarsızı da oldu çok korkanı da ve üstelik bu süreçte en çok da binlerce ölümü normal sayabildik, kabul edebildik. İşte bu hayatın kendisi ve bunu buradan alıp ruhunuza işleyelim gelin.
Birlikte çalıştığım insanlara en önce aşılamak istediğim şeydir bu: “normalleştir”. Önce olan biten her şeyi hayatın normali olarak görmek gerekir. Alışmak, kabul etmek ve ona göre hareket etmek gerekir. Bu her önümüze geleni de kabul etmek anlamına gelmiyor. Nasıl salgında
Beyni bir şeye inandırmak aslında çok kolay. İyi bir oyuncu olmak ve rolüne gerçekten inanmakla başarı neredeyse kesin.
Beynimizde sınırlı sayıda nöronlara sahibiz ve bu nöronlar bir matris gibi belleğe anıları ve kayıtları işler, birbirleriyle bağlantı kurar, bağ oluşturur. Bu nöronlar olumsuz düşünce yaratımlarında çok hızlı hareket ediyor ve birbirlerine hızlı bağlanarak kalıcı hale geliyor. Geçmiş kayıtların ve blokajların oluşması da bu yüzden. Madem beynimiz böyle çalışıyor, bunu tersine döndürmeyi de becerebiliriz. Nasıl mı?
Eğer istersek beynimize olmamış bir anıyı yerleştirebilir ve inanabiliriz. California Üniversitesi’nde test edilmiş bu gerçekliğe göre belirli bir kısmı belirlenmiş bir anıya beyin aldanabiliyor ve aldanmakla kalmayıp bu anının detaylarını bile yaratabiliyor.
Bu yüzden istediğin bir şeye, bir konuya ya da hisse beynini inandırabilirsin. Bunun için deneme bile yapabilirsin benim gibi. Yıllar önce beyni incelemeye başladığım ilk zamanlarda, bir gün bir otobüse binmeden önce biriyle kavga ettiğim ve oldukça fazla
Yeter ki niyetin olsun, her ne ise ve mutlaka iyi ise.
Sürekli bile isteye, söyleye söyleye ve inanan bir kalple.
Özellikle bir şeylerin olmasını da isteyebilir ve niyetlenebilirsin ama, gel sen en çok da kendin için niyetlen.
Örneğin karantina bitmeye yüz tutmuşken, bu karantinadan hangi sen olarak çıkmaya niyet edebilirsen ona niyet et işte. Kurtulmak istediğin ya da sahip olmak istediğin şeylerden çok daha derin anlamda, sen nasıl olmak istersin onu düşün önce.
Bir dilek ağacına bir parça bezi bağlar gibi renkli renkli bezler ve ipler bağlı olsun ruh ağacında.
Ben mesela, kendime dair daha inançlı, daha sevgi dolu olmayı, o mevcut deliliğimden daha coşkulu ve arzulu olmayı ama en çok da kendi ruhumu duymayı ve evrenle bütünleşmeyi, bunu da bir ömür sürdürmeyi diledim, bağladım ağacıma. Saymanın ve dilemenin sınırı yok ki! Dilek ağaçlarının bekçisi de yok, sınırsız hak yani. Say hepsini, her nelerin olmasını istiyorsan. Ama sadece hayatın verecekleriyle ya da insanlara bağlı umutları bağlamakla kalma. Herkesin unuttuğunu yapma gel sen de dediğim
Bir hayat boyu kaç kez aşık olabilir insan acaba, hep merak ederim. O kadar güzel bir şey ki çok kez ihtimali olsa keşke. Aşık olmaktan kaçan ve korkan insanları anlamak da çok zor. Aşkı ıstırap hali olarak gördüklerinden belki de.
Ya hiç aşk diye bir şey olmasaydı. Düşünsenize, kalbimiz atmıyor, kelebekler karnımıza dolmuyor, birinin koynunda uyuyabilmek için yanıp tutuşmuyor bedenimiz, birini görmek için sabahın erken saatinde güne aşkla uyanmıyor gözler ya da ne bileyim titremiyor eller güzel bir şey için. Çok yavan geliyor aşkı çıkarınca hayat.
Tuzsuz yemek gibi, güneşsiz gün, zifiri gece gibi, hazsız ve duygusuz bir ömür olurdu içinden çıkarırsak aşkı hayatın. Onu yok saymak ya da kaçmak da nedir? Üstelik bir kişinin hayatına kaç tane düşeceği bile belirtilmemişken. Metrekaremize kaç aşk düşüyor, bilmeden geleni kovmak büyük cesaret.
Elbette ki en güzeli, karşılığının da olması ama karşılığı yoksa da ona kangren muamelesi yapıp defetmeye çalışmak en yanlışı. Aşk sen
Yaradılışımızda var çukurlar, engebeler, kayıplar, acılar ve niceleri... İlginç olan yaratılma biçimi ise her ruhun kaldırabileceği kadar acının ölçülmüş olması. Buradaki ilginçlik herkesin bildiği bu gerçeklik değil, sistemin bizim ruhumuzu bizden iyi biliyor olması ve fakat bu dengeye rağmen bizim yaşadıklarımızı kaldıramadığımızdır.
Esasında, yaşadığımız acılar, sınanmalar ve kayıplar bizi yerden yere vurma kastıyla verilmedi bize hiçbir zaman. Yaşadıklarımızın iki sebebi var aslında. İlki yaşamanın dengesi. Yani bu dengede biri kaybedecek diğeri kazanacak, birileri ölecek birileri doğacak... İkincisi ise bizi gelecekteki hikayelerimize taşımak, öğretmek, eğitmek ve oldurmak. Ama biz acılarımızdan ya kaçtık ya da onların tam altında kaldık.
Peki acılarımıza ya da bu tümseklere nasıl bakmalıydık?
Acılardan, başarısızlıklardan, düşüşlerden kaçmak yerine onlara iyi bakmak lazım. Zira hem bunların devamı olacağına göre, yeni savaşlarda daha güçlü olabilmek hem de bu sınavlara dipnotları öğretileri de görebilmek gerekiyor. Görmek için de