Pereira, son 2 maçtır Nani’ yi hücuma dönük serbest orta saha olarak oynatıyor. Kanatlarda Alper ve Volkan, ileride RvP ile takım hız ve çabukluk kazanırken, Nani, sağa sola deplase olarak, top alıp verip, serbest sistemde çok daha verimli oldu.
Son 2 maçta 7 golün hikayesi esasen bu serbestlikten çıkıyor. Diğer bir sebep de, Nani’ nin kalan maçlarda iyi performans gösterip takımda kalma isteği. Ekstra motivasyon buradan kaynaklanıyor.
Alper ve Volkan’ ın enerjisi, Mehmet ve Souza ‘nın göbek hakimiyeti ile birleşince, orta saha hakimiyeti Fenerbahçe’ de olmakla kalmıyor, rakip takımlar orta sahayı rahat geçemiyor. Elbette, bu dörtlünün performansının artmasında da yine diğer sebep sezon sonu Başkan’ ın hışmına uğramamak motivasyonu etkili.
Fenerbahçe göbeği, Alves- Kjaer ikilisi, biraz da Kjaer’ in ekstra performansı ile resmen harikalar yaratıyor. Kademe, pozisyon alma, derinlik oluşturma, kaleci ile uyum dört dörtlük. Alves için elbette yine sezon sonu motivasyonu etkili. Kjaer’ i ayrı tutuyorum, sezon başından beri sürekli üzerine koydu. Müthiş faydalı bir transfer.
Fenerbahçe’ de Pereira, Nani’ yi serbest oynatmayı öğrendiği ve takım sezon sonu hışma uğramamak için
Yazıya başlamadan bu yazıyı kopyalayıp, bilgisayar veya telefonunuzda saklamanızı öneriyorum. Zira maçları, taktik sistemleri, hocaların felsefelerini ve performansları yorumlarken, buradaki bilgilerden faydalanabilirsiniz.
Futbol sürekli gelişen bir spor.
Futbol içinde taktik sistemler, anlayışlar, oyun yapıları, antrenman sistemleri, futbolcuların sahip olmaları gereken özellikler de zaman içinde değişiyor.
1860' lardan 1900' lü yılların başına kadar İngiltere' de ortaya çıkan 1-27 ve 2-2-6 taktik düzenleri çok poülerdi. Bu sistemler İngilizler tarafından ortaya atılmıştı. 1900' den 1940' lara kadar, dünyada yine, İngilizler' in ön plana çıkardıkları 2-3-5 sistemi vardı. Görüldüğü üzere, 1940' lara kadar futbol sadece hücum tarafı ile ön planda olan, takım oyunundan ziyade bireysel yeteneklere, driblinglere ve uzun toplara dayalı bir spordu. 1930' lu yılların sonlarına doğru dünya futbolunda defans konusu dikkati çekmiş ve bazı İtalya orijinli futbol teorisyenleri ve teknik direktörlerin ortaya 1-3-3-3 (Verrou) sistemini ortaya koymaları ile, futbolun savunma tarafında da bazı taktik sistemler tartışılmaya başlanmıştır.
Bir süre sonra, 1940' lı yıllar ile 1950'
Başkan Aziz Yıldırım yine bir basın toplantısı yaptı. Genelde gündem gerektirdiğinde basın toplantıları ile tansiyonu düşürmeye, taraftarı motive etmeye çalışıyor. Fenerbahçe düşmanlığından başlıyor, kulüp içindeki İrlandalılara dokunup, oradan Türk futboluna, en son da kulüp ile ilgili projelere salvo yaparak tamamlıyor. Bu artık klasik oldu. Ancak bu toplantıların medya ve taraftar üzerinde etkili olduklarını da belirtmek gerekiyor.
Bu çıkışlar genel olarak biraz da şaka yollu "Azizsilin" olarak tanımlanıyor. Azizsilin' i alan kendisine geliyor. Yalnız bu Azizsilin' lerin bir sıkıntısı var, tıpkı antibiyotikler gibi, gerekli durumda etkili oluyor ama gereksizken kullanılır ise bağışıklık gelişiyor ve etkisini kaybediyor.
Bugünkü basın toplantısında Azizsilin' in biraz etkisini kaybetmiş olduğunu gördüm. İşe yarayacağı noktalar mutlaka var ancak genele bakıldığında, camia bağışıklık kazanmış olduğundan arzu edilen etkiyi sağlayamayabilir.
Latifeyi bir yana bırakıp, basın toplantısını değerlendirelim.
Önce Sayın Başkan ile hemfikir olduğum konulara değineyim.
Öncelikle Türkiye gerçekten de zor günlerden geçiyor. Bir taraftan terör, diğer taraftan devlet içindeki
Mersin İdman Yurdu maçında futbol adına farklı birşey yoktu. Sezon başından beri ne oynadıysa onu oynadı takım. Tek fark 4-1' lik alışılmadık skor. Bu da Mersin' in lige havlu atmasından kaynaklandı. Yani normal.
Maç boyu 4 futbolcu yoğun tepki gördü. RvP, Nani, Diego ve Fernandao. Fenerbahçe taraftarı sağduyusu yüksek bir taraftardır. Tüm sezon verim alamadığı 4 futbolcuyu yuhaladı. Protesto hakları da var doğrusu. Ancak bu protestonun yönü ve zamanlaması hatalı.
Birincisi, sezon boyunca bu dörtlü kötü iken, takımın kalanı iyi miydi? Bence değildi. Diego protestoyu hak ederken, birkaç maç hariç tamamen düşük performans ile rölantide oynayan Gökhan Gönül, sürekli yana ve geriye oynayan verimsiz Souza, müthiş fırsatları kaçıran Volkan veya kapasitesinin yüzde 20' si ile oynayan Ozan çok mu hatasız?
İkincisi, bu futbolcu topluluğunun potansiyellerine ulaşmalarına engel olan, onları iyi çalıştırmayan, bu kadroyu defansif, takım futbolundan uzak ve taktik olarak tekdüze oynatan bir hocanın hiç mi suçu yoktur?
Üçüncüsü, bu hocayı seçen ve kadroyu kuran, en iyi ihtimalle transferlere onay veren, kötü gidişi erkenden fark edemeyen veya müdahele etme cesaretini gösteremeyen
Bir önceki yazımda, Fenerbahçe futbol takımının son 6 seneki performansını, futbola ayrılan kaynaklar ve harcanan paralar ile karşılaştırmış ve ortada ciddi bir sportif başarı olmadığını ifade etmiştim.
Sportif başarı için kişisel kriterlerim şampiyonluk sayısı, Avrupa performansı, karakterli ve sistemli bir futbol anlayışının tüm altyapı takımları ve profesyonel futbol takımında yeknesak olarak uygulanması ve altyapıdan çıkan, Türk futboluna kazandırılan futbolcu sayısı. Görüşümü bu perspektiften ortaya koymuştum.
İstatistik, analiz ve bilimsellik ile yorum yapmaya çalışan bir futbol yorumcusu olarak, ki bu maalesef Türk futbol dünyasında henüz takdir gören bir yaklaşım değil, ortaya çıkan sonucu bir başarı olarak yorumlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Sonuç odaklı kültürlerde, sürece bakılmaz. Süreçteki iyi niyete puan verilmez. ABD ve Avrupa' nın pek çok ülkesinde sonucu harcanan kaynaklar ile karşılaştırarak değerlendirirler. Girdiler, süreçler ve çıktılar. Bu üç kavram arasındaki ilişkilere bakarlar ve başarının derecesini belirlerler. Fenerbahçe' de girdiler ve çıktılar arasındaki ilişkiye baktığımızda, maalesef ortada ümit veren bir tablo yok.
Örnek vermek
Genelde uzun yazarım. Bu sefer kısa yazacağım.
Fenerbahçe' de sorun ilk düğme. 18 yıldır da böyleydi. İlk düğme yanlış olunca gömlek oturmuyor.
Pereira ve futbolcuların elbette hatası çok büyük. Ancak bu hocayı seçen, bu kadroyu kuran kimse sorumluluk esas onun olmalı. Olay oradan başlıyor.
Hizmetleri büyük, sevgisi büyük, tutkusu büyük. Ama bana göre çağdaş futboldan gereği kadar anlamıyor ve maalesef hata üstüne hata yapıyor.
Başarılı olmuş, ışık veren teknik adam ve sporcular ile anlaşamıyor. Yolluyor.
Yanlış hocalar seçiyor, yanlış transferler yapıyor veya onay veriyor, yanlış kişilerin arkasında duruyor.
Son 18 senedir, yanlışları, doğrularını geçti.
Daum başarılı oldu gitti, geri geldi, bir daha gitti. Zico başarılı oldu gitti. Aykut Kocaman başarılı oldu gitti. Ersun Yanal başarılı oldu gitti. O ve futbolcuları kaldı. Herkes haksız, o haklıydı. Herkes hatalı, o hatasızdı.
Fenerbahçe bu sezon klasik maçlarından bir tanesini oynadı. Yine çok verimsiz, keyifsiz ve organize olmayan bir futbol izledik. Tek farkla. Bu maçta Fenerbahçe en iyi yaptığı işi de yapamadı. Gökhan, Alves, Kjaer ve Hasan Ali dörtlüsünün sezon başından bu yana bireysel olarak en kötü oldukları maçtı. Maç boyu kademe hataları yaptılar, arkaya kritik bir iki pozisyonda adamlar kaçırdılar, hamleleri zamanında yapmadılar.
Gökhan ve Hasan Ali, özellikle de Gökhan Gönül, belki de Fenerbahçe' deki en kötü maçını oynadı. Daha önce de yazmıştım, Vitor Pereira' nın hiç bir oyun planı, hücumda hiç bir organize oyun düşüncesi yok. Beklerin performansı ve bireysel yetenekler ile buraya geldi. Bu maçta hem bekler kayıptı, hem de bireysel beceri sergileyebilen olmadı. Bir anlamda çekirge üçüncü kez zıplamadı.
Jozef, Mehmet ve Diego, fiziksel olarak Konyaspor karşısında zorlandılar. Orta saha yine çok top kaybı yaptı. Uzun ve isabetsiz paslar ile top kayıpları yaptılar. Yana ve geriye oynadılar. Oyun kurma ve topu rakip ceza alanı içine taşımakta yetersiz kaldılar. Geriden destek alamayan Volkan, Nani ve Fernandao ise tam anlamı ile kayıpları oynadı, kalabalıkların içinde kayboldu.
Kon
Biraz uzun bir yazı olacak ancak lütfen sonuna kadar okumaya çalışın. Zira bu yazı 3 Temmuz süreci ve Braga maçı ile alakalı önemli bir yazıdır.
Braga maçını ve o maçtaki rezaleti unutabilmiş bir Fenerbahçe' li olduğunu sanmıyorum.
Hırvat hakem Ivan Bebek, turu adeta göstere göstere Fenerbahçe' nin elinden çalmıştı. O gün tüm Türkiye, tüm yorumcular, hakemin hatalarının iyi niyetli olmadığı konusunda birleşmişti.
Hatta bazı mecralarda, maçın bu şekilde sonuçlanması ve turu Braga' nın geçmesinde, bahis mafyasının etkili olduğu iddia edilmişti.
Braga maçı sonrası, tam da bu iddialar ayyuka çıkmışken aklıma araştırmacı gazeteci ve yazar Andrew Jennings' in futbol dünyasında büyük ses getiren ve bir anlamda Sepp Blatter' ın sonunun başlangıcını sağlayan kitapları geldi. Kitapları daha önce bir kez okumuştum. Ancak Braga maçı sonrası tekrar dikkatle okuma ihtiyacı duydum. Ayrıca, gerek FIFA, gerek de UEFA ve bunların yöneticilerine ve bunlar ile ilgili iddialara ilişkin de bir miktar araştırma yaptım. Son 4-5 sene içinde bunlar ile ilgili yazılmış blog yazıları, forum tartışmaları ve gazete haberlerini takibe aldım.
Jennings' in bazı tespitleri ve kendi