Bağışıklık sisteminin bakteri ve virüslerle olağan alışverişinden, aksiyon dolu hayat stratejisinden bahsettik. Sonuçta paradigmayı yeni tanımlarla değiştirmemiz gerek; bağışıklık sistemi güçlendirmemiz gereken bir yapıdan öte, zayıflatmamamız gereken bir kurgu. Yani yanlış seçimlerle bozmadığımız sürece arkamıza yaslanıp başarısını izleyebiliriz. Bu durumda bu mucizevi sistemi ‘Nasıl rahat bırakırız?’a bakmakta fayda var.
Genel olarak ilk refleksimiz, yani vitamin takviyesi almak doğru değildir. İlk kural, yeterli ve dengeli beslenmeye çalışmaktır. Öncesinde yazdığım gibi kutularla tüketsek de alacağımız vitamin veya besin takviyesi, kötü beslenme alışkanlıklarımızın, boş verdiğimiz sporun ve uyumadığımız uykunun telafisi olamaz. Vitaminlerin ve besin takviyelerinin keyfi kullanımları, bulantı, kusma yapabilir, karaciğer fonksiyonlarınızı bozabilir, kanamaya eğiliminizi artırabilir, özellikle sigara bağımlılarında kanser riskini artırabilir.
Dinlenme: Yeterli uykunun ve egzersizin büyük ölçüde sorun çözücü olduğu unutulmamalıdır. Vücut yeteri
Bakteriler, tek hücreli mikroorganizma grubudur ve yeryüzünde her ortamda bulunur. İnsan vücudunda, hücre sayımızdan daha fazla oranda bakteri bulunduğu tahmin ediliyor ve bizimle bir denge halinde yaşıyorlar. Varoluşları 4 milyar yıl öncesine dayansa da hayatımıza bir veri olarak girişleri, Antonie van Leeuwenhoek’in tanımlamasıyla 1676 yılı...
Virüsler ise, bakterilerin aksine sadece canlı hücreler içerisinde varlığını sürdürmesine rağmen biyolojik varlıkların en kalabalık türüdür. Canlı hücreler içinde çoğalıp enfeksiyon oluştururlar ve hücrelerimizde bakteriler gibi karşılıklı fayda içerisinde bir yaşam sürdürdüklerini söyleyemeyiz. Kendileriyle tanışmamız, Martinus Beijerinck sayesinde 1898’de gerçekleşmiştir.
Bu hap bilgilerin ardından, mikrop (germ) teorisi Robert Koch ve bağışıklık üzerine onlarca çalışma yaparak Nobel kazanan Paul Ehrlich’ten bahsetmemek olmaz, onları da analım...
Bugün zamanımızın neredeyse tamamını marke eden, her ortamda sohbetimizin odağında yer alan virüsler, aslında hayatımızda hep vard
Hep sorarız ya! “Bu kanserojen mi?”, “Şu kanser yapar mı?” Bugün başka türlü soralım: “Ben kanser yapar mıyım?” Hemen “Hayır” diye haykırmayı isterdim ama kısmen evet... Kendi hayatımızın kanserojeni olabiliyoruz ve iyi haber buna engel olabiliriz. Kanser oluşumunun (yüzde 85-90 oranında) sebebi, beslenme ve çevresel faktörlere bağlıdır. Özetle, kanser olmak aslında bir kader değil, büyük oranda hayat tarzımızın etkili olduğu bir sonuçtur. Küçük değişikliklerle; spor yaparak, uyuyarak ve beslenmemize dikkat ederek yani hayata özen göstererek kanserden korunabiliriz.
Doğru beslenme ve egzersizin yanında aşağıdaki önerilere dikkat etmek bizim için yararlı olacaktır.
Güneş ışınları: Deri kanseri, en sık görülen rahatsızlıklardan biridir ve güneşe maruz kalmakla direkt ilişkilidir. Alışılagelmiş inancımız, güneş ışınlarının en güçlü olduğu 10.00-16.00 saatleri arasında güneşte kalmamak yönündeydi, ancak son yıllarda, D vitaminin öneminin anlaşılmasıyla bu yaklaşımımız değişti. D
Kanser olmayı engelleyemediğimizde ve artık onunla Kanser olmayı engelleyemediğimizde ve artık onunla yüzleştiğimizde elimizde hâlâ çok güçlü ve önemli bir silahımız olur; erken tanı. Bu yolla hastalık başka doku veya organlara yayılmadan fark edilip, tedavi edilirse kanserden rahatlıkla kurtulmak mümkün olabilir. Üstelik hastalık daha olduğu yere bile yayılmadan, cerrahi ya da radyoterapi gibi lokal şekilde tedavi edilirse, yan etkiler de ortaya çıkmamış ve hayat kalitemizden ödün vermemiş oluruz.Cerrahi ve radyoterapi, etkisini daha çok uygulandığı yerde gösterdiğinden, uzman ellerde gerçekleştirildiğinde hayat kalitesinin etkilenmesini beklemeyiz. Ancak kanserin ilerlediği dönemlerde uygulanacak sistematik tedaviler hem hasta hem de bizim için çok daha yorucu olacak, rahatsızlığın kontrol edilme şansı azalacaktır. Erken dönemde fark etmek ise, asla zor değil... Bakın bugünlerde koronavirüs uzmanları nasıl ‘Test, test, test’ diye kendilerini paralıyorsa, ben de bu satırlardan sizlere haykırıyorum! Kontrol... Vücudumuzu,
Pek de farkında olmadan; kalitesine, süresine, hangi şartlarda yaptığımıza hiç dikkat etmediğimiz önemli bir zaafımız var: Uyku. Uykusuzluk, sadece günümüzün zor geçmesine sebep olacak hafif bir ihmal değildir. Kalp hastalığından obeziteye, şeker rahatsızlığından inmeye ve kansere varan riskler yaratabilir. Son yıllarda yapılan birçok çalışma; uykusuzluk ve meme, prostat, bağırsak kanserleri arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.
Yapılan incelemelerde, uykusuzluğun inflamasyon hücrelerini artırdığı ve normal bağışıklık sistemini bozduğu rapor ediliyor. İnflamasyon bağışıklık sisteminin vücuda yabancı ve zararlı bir ajan girdiğinde verdiği yanıttır. Giderek sayısı artan bilimsel veriler gösteriyor ki, kanser dahil birçok hastalık kronik inflamasyon zemininde gelişiyor.
Uyku kaliteniz, düşünsel fonksiyonlar, iyi çalışan bir bağışıklık sistemi ve iyileşme süreçleri için çok önemlidir. Bunun için de erişkinlerin günde en az 7.5 saat, çocukların ise 12 saat karanlık ortamda uyumaları gerekmektedir. Gece en geç saat 23.00’te
Koronavirüs pandemisiyle bloke olduğumuz şu günlerde, virüsün nasıl bulaştığı veya tedavisi kadar tartışılan konulardan biri de, laboratuvarda üretilip üretilmediği... ‘Yaşlı nüfus mu hedef alındı?’, ‘Aşısı gizleniyor mu?’ gibi onlarca komplo teorisi zihinleri meşgul ediyor. Hariri’nin dediği gibi, insan söylenceyle yaşayan tek canlı ve komplo teorileri her zaman ilgisini çekiyor...
Dünyada, bilinmeyen faktörlerin, kanser kadar fazla olduğu bir başka hastalık olmadığı için; kanser ve tedavisiyle ilgili komplo teorilerinin de son derece fazla oluşu normal bir durum. Bu teorilerin en ünlülerinden biri; tedavisinin bulunduğu, ancak ilaç endüstrisinin ilaçlarını satmak için bunu açıklamadığıdır.
Kanser dünyanın en kompleks hastalığı, ortaya çıkması da, tedavisi de tek veya birkaç faktöre bağlı değil.
Hastalığın belki de binlerce ayrı ve henüz tamamını bilmediğimiz faktörle ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Emin olduğumuz şeylerden birincisi, hastalığı tanımaya devam ettikçe, böylesi kompleks bir
Koronavirüse karşı bugünlerde herkeste bir vitamin takviyesi çılgınlığı olduğundan dün bahsetmiştik. Bugün de, ilaç olarak çokça tüketmekten çekinmediğimiz vitaminleri detaylı inceleyecek olursak...
Vitamin A: Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hayvansal gıdalardan ya da beta-karotenden elde edilir. Beta-karoten, vücutta vitamin A’ya dönüşen oranj pigmenttir. Havuç, koyu yeşil sebzeler, tatlı patates ve mangoda bulunur. Ancak aşırı beta-karoten seviyesi kanserojendir. Sigara içenlerde beta-karoten takviyesiyle akciğer kanseri arasında ilişki olduğuna dair yayınlar vardır.
Vitamin B: Hücre bölünmesi için gereklidir. Tahıllarda, kuru meyvede ve süt ürünlerinde bol miktarda bulunur. Takviye olarak alınan fazla B vitamininin kanser yaptığına dair yayınlar var. Özellikle akciğer kanseriyle ilişkilendirilmiştir.
Vitamin C: Takviyesini en çok almaya çalıştığımız vitaminlerden biri. Sebze ve meyvelerin çoğunda bulunuyor aslında. Serbest radikallerin etkisine karşı antioksidan etki taşıyor. Son dönemde de kanser
İnsan vücudu yaşadığımız coğrafya hatta gezegenimiz gibi... Her şey, her canlı türü bir denge içerisinde ve hiçbiri tam anlamıyla sütten çıkmış ak kaşık değil! Faydalı, faydasız milyonlarca mikroorganizma, hücre, bakteri, derimizde, bağırsaklarımızda, aklınıza gelebilecek bir sürü yerde dile getirilmemiş bir barış ve fayda alışverişi içinde yaşamlarını sürdürüyor. Onlar hep vardı, varlar ve var olacaklar.
“Nasıl olur?” dediğinizi duyuyorum ama dengeyle olur. Bu denge bozulduğunda ise malumunuz hastalıklar olur. Dengeyi bozan, bağışıklık sisteminin bozulmasıdır veya bünye içinde ya da dışardan müdahalelerle bazı mikroorganizmaların yok edilirken bazılarının sayısının artmasıdır. Örneğin, cildimizde hep olan Stafilokokus aureus bakterisi, bir yara oluştuğunda patojen hale gelebilir; özellikle de diyabet gibi, yara iyileşmesini geciktiren bir hastalık varsa geçmeyen bir yara haline dönüşebilir. Ya da bir antibiyotik kullandığımızda bazı bakterilerin sayısı azalırken bazılarına yer açılır ve gereğinden fazla çoğalmaya başlayıp, hastalık