Koronavirüse karşı bugünlerde herkeste bir vitamin takviyesi çılgınlığı olduğundan dün bahsetmiştik. Bugün de, ilaç olarak çokça tüketmekten çekinmediğimiz vitaminleri detaylı inceleyecek olursak...
Vitamin A: Bağışıklık sistemini güçlendirir. Hayvansal gıdalardan ya da beta-karotenden elde edilir. Beta-karoten, vücutta vitamin A’ya dönüşen oranj pigmenttir. Havuç, koyu yeşil sebzeler, tatlı patates ve mangoda bulunur. Ancak aşırı beta-karoten seviyesi kanserojendir. Sigara içenlerde beta-karoten takviyesiyle akciğer kanseri arasında ilişki olduğuna dair yayınlar vardır.
Vitamin B: Hücre bölünmesi için gereklidir. Tahıllarda, kuru meyvede ve süt ürünlerinde bol miktarda bulunur. Takviye olarak alınan fazla B vitamininin kanser yaptığına dair yayınlar var. Özellikle akciğer kanseriyle ilişkilendirilmiştir.
Vitamin C: Takviyesini en çok almaya çalıştığımız vitaminlerden biri. Sebze ve meyvelerin çoğunda bulunuyor aslında. Serbest radikallerin etkisine karşı antioksidan etki taşıyor. Son dönemde de kanser
Bugünlerde herkeste bir vitamin takviyesi çılgınlığı var; her soruna hazır bir iksir bulma gayretimiz bu durumu körüklüyor. Alacağımız tek bir vitamin veya besin takviyesinin, tüm kötü beslenme alışkanlıklarımızı, boş verdiğimiz sporu, uyumadığımız uykuyu telafi edeceğini düşünüyoruz. Gerçekten böyle sihirli bir reçete olabilir mi? Vitamin takviyeleri alarak sağlıklı ve uzun yaşayabilir miyiz?
Vitamin kelimesi, Latince ‘vita’ kökünden doğmuştur ve yaşam anlamına gelmektedir. Adlarıyla müsemma, vücuttaki yaşamsal olayları düzenler. Bu sebeple, vitaminleri göz ardı ederek sağlıklı bir yaşamdan söz etmek imkansızdır. Normal şartlarda, vücudumuzun ihtiyacı olan vitaminleri, gıdalar aracılığıyla alırız. Ancak besin değerlerindeki yetersizlik, yanlış beslenme alışkanlıklarımız ve her gün medyada gördüğümüz ‘pazarlama karakterleri’, bizleri bu vitaminleri ilaç yoluyla almaya teşvik ediyor.
Doktorunuza danışın
Vitamin takviyesini ilaçlarla almaktansa tükettiğimiz gıdalardan almak çok daha doğru bir yol
Kanserin sebebinin genetik mutasyonlar olması, aileden, yani kalıtsal yollarla geçtiği izlenimini uyandırsa da sadece yüzde 10-15’i kalıtsaldır. Yani bilinenin aksine, kaderimiz değildir.
Ama yeterli önlemi almadığımız için bizzat kendimizin sebep olduğu bir hastalıktır. Kanser oluşumunun yüzde 85-90 sebebi, dengesiz beslenme, kendi yaşamımıza duyarsızlık ve çevresel faktörlerdir. Hayat tarzımızda yapacağımız, spor, hareketli bir döngü, dikkatli beslenme gibi küçük değişikliklerle korunabiliriz. Kanserin kaderimiz olduğunu düşünüp, teslimiyetçi bir yaklaşıma girmek aslında sadece kendimizi kandırmaktan ibarettir.
Büyüklerimize çektirdiğimiz vicdan azabı da cabası...
Bir ailede kanserin çok görülmesi, o ailede kalıtsal olduğu anlamına gelmez. Bu durum, aile bireylerinin bazı kanserojenlere birlikte maruz kaldığı bir hayat tarzından kaynaklı olabilir; ailedeki sigara alışkanlığı, geleneksel yapıdan kaynaklanan beslenme alışkanlıkları, belli meslekleri devam ettiren aile gelenekleri, coğrafya olarak talihsiz durumlarla yüz yüze kalmak ya da asbest
Kanser, tarih boyunca vardı ve tarihteki ilk vakası, M.Ö. 1600’de Mısır’daki mumyalarda tanımlanmıştı. Kemik kanseri olduğu düşünülen ilk mumyadan yaklaşık bin yıl sonra, yine mumyalardaki ilk meme kanseri vakası kayıtlara geçmiştir. O çağlarda kanserli insanların iyileşebileceğine inanılmıyordu. Trajik olan ve en büyük engeli oluşturan, bugün de hâlâ geniş bir çevrede inanılmamasıdır. Cerrahi yöntemler uygulanarak kanserli dokudan kurtulmaya çalışılır, hastayı tedavi etmenin dışında, şikayetlerini yok etmeye yönelik teknikler uygulanırdı.
İnsanlığın tanık olduğu en eski hastalıklardan biri olan kanserle ilgili geçerli teorilerin neredeyse tamamı ise modern dünyaya aittir.
Kanser Yunanca'daki 'carcinos' yani yengeç kelimesinden gelir ve ilk defa Hipokrat (M.Ö. 460-370) tarafından kullanılmıştır. Hipokrat, kanseri parmak gibi uzantılarından dolayı yengece benzetirken, daha sonra Celcus (M.Ö. 28-50) bu Yunanca terimi Latince'ye çevirerek 'cancer' yani yengeç demiştir. Daha sonraları Galen (M.S. 130-200), tümörleri tanımlamak için
Kanser, tarih boyunca vardı ve tarihteki ilk vaka, M.Ö. 1600’de Mısır’daki mumyalarda tanımlanmıştı. Kemik kanseri olduğu düşünülen ilk mumyadan yaklaşık bin yıl sonra, yine mumyalardaki ilk meme kanseri vakası kayıtlara geçmiştir. O çağlarda kanserli insanların iyileşebileceğine inanılmıyordu. Trajik olan ve en büyük engeli oluşturan, bugün de hâlâ geniş bir çevrede inanılmamasıdır. Cerrahi yöntemler uygulanarak kanserli dokudan kurtulmaya çalışılır, hastayı tedavi etmenin dışında, şikayetlerini yok etmeye yönelik teknikler uygulanırdı.
İnsanlığın tanık olduğu en eski hastalıklardan biri olan kanserle ilgili geçerli teorilerin neredeyse tamamı ise modern dünyaya aittir.
Kanser Yunanca’daki ‘carcinos’ yani yengeç kelimesinden gelir ve ilk defa Hipokrat (M.Ö. 460-370) tarafından kullanılmıştır. Hipokrat, kanseri parmak gibi uzantılarından dolayı yengece benzetirken, daha sonra Celcus (M.Ö. 28-50) bu Yunanca terimi Latince’ye çevirerek ‘cancer’ yani yengeç demiştir. Daha sonraları Galen (M.S. 130-200),
Bu yazıyı, 'evinizde' kahvenizi yudumlarken okuyor olmanızı yürekten diliyorum. Malumunuz Çin Wuhan kaynaklı yayılan korona artık tüm dünyayı etkisi altına aldı. İnsanlık tarih boyunca dönemsel salgınlara alışık, ancak bu virüsün bulaşıcılığı çok daha yüksek, daha fazla seyahat edebiliyor olmamız, virüsün de hareket kabiliyetini artırarak hızlıca yayılmasına ve ardından binlerle ifade edilen kayıplara neden oldu.
Koronavirüs, soğuk algınlığı veya grip gibi kolayca yayılıyor. Enfekte bir kişi yakındaki insanların gözlerine, burnuna veya ağzına girebilecek zerrecikleri öksürdüğünde veya hapşırdığında virüs bulaşıyor. Önce yüksek ateş ve öksürük, ilerleyen evrede ise solunum güçlüğüyle seyrediyor. Ek olarak diğer koronavirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi bulantı-kusma, diyare, kas-eklem ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtiler de gösterebiliyor.
Koronavirüs, diyabet, yüksek tansiyon, kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalığı olanlarda ve yaşlılarda daha şiddetli seyrediyor ve ölümle sonuçlanabiliyor. Bu gibi
Bu yazıyı, ‘evinizde’ kahvenizi yudumlarken okuyor olmanızı yürekten diliyorum. Malumunuz Çin Wuhan kaynaklı yayılan korona artık tüm dünyayı etkisi altına aldı. İnsanlık tarih boyunca dönemsel salgınlara alışık, ancak bu virüsün bulaşıcılığı çok daha yüksek, daha fazla seyahat edebiliyor olmamız, virüsün de hareket kabiliyetini artırarak hızlıca yayılmasına ve ardından binlerle ifade edilen kayıplara neden oldu.
Koronavirüs, soğuk algınlığı veya grip gibi kolayca yayılıyor. Enfekte bir kişi yakındaki insanların gözlerine, burnuna veya ağzına girebilecek zerrecikleri öksürdüğünde veya hapşırdığında virüs bulaşıyor. Önce yüksek ateş ve öksürük, ilerleyen evrede ise solunum güçlüğüyle seyrediyor. Ek olarak diğer koronavirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi bulantı-kusma, diyare, kas-eklem ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtiler de gösterebiliyor.
Koronavirüs, diyabet, yüksek tansiyon, kalp hastalığı, kanser gibi kronik hastalığı olanlarda ve yaşlılarda daha şiddetli seyrediyor ve ölümle
Bütün kanserler bir tümör oluşumuyla başlar. Basit tabiriyle her kanser bir tümördür ama her tümör bir kanser değildir. Tümörlerin kanserle olumsuz ilişkisini, insanların tanı aldığında sordukları o ilk soru belirler; “Dişi mi?” veya “İyi huylu mu, kötü huylu mu?”
Tümörün yayılım göstermediği durumlara ‘Benign’ yani iyi huylu diyoruz. İyi huylu tümörler kontrolsüz hücre büyümesinden kaynaklanır ve büyümeleri kontrol altında tutulduğundan kötü huylulardan çok daha az tehlikelidir. Alındıktan sonra, genellikle tekrarlamazlar ve vücuda yayılmazlar. Ancak bulundukları yerde büyüyerek yakın bir organın işlevini bozabilir veya bası etkisi oluşturabilirler. İyi huylu da olsa bu tümörler, beyin sapı gibi nefes alıp vermeyi kontrol eden bir organın yakınında, hasta hayatını tehdit edebilir. Olasılık olarak yazma ihtiyacı duyduğum bu duruma son derece nadir rastlanır.
İyi huylu tümör, kötü huyluya dönüşür mü?
İyi huylu bir tümörün