Günümüz insanının sağlıklı beslenme konusunda giderek artan takıntısı Covid-19 ile zirve yaptı; yediğimiz her şeyi daha da çok sorgular hale geldik. Bu yeni akımda ezeli sorulardan biri de, sebze-meyve yetiştiriciliğinde hormon kullanımı...
Artan dünya nüfusuyla çoğalan besin ihtiyacını karşılamak ve tarımsal verimliliği artırmak adına, hormonlar zorunlu ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Doğal yolla üretilenlerinin çok pahalı olması sebebiyle de sentetik türevleri uygulanmaktadır. Bunların yanlış kullanımı, fazla ürün almak mantığıyla aşırı doz uygulamaları, tatbik ve hasat zamanının doğru belirlenememesi insan sağlığını tehdit edebilmektedir. Burada kişinin eğitimi de oldukça önemlidir. Yanlış uygulamalar sadece insan sağlığını tehdit etmekle kalmayıp hava, toprak ve suyu yani tüm ekosistemi kirletmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı, hormonları pestisitler sınıfına alıp denetlemektedir. Ek olarak son yıllarda -hem daha ucuz hem de daha sağlıklı olması sebebiyle- çiftçiler hormon kullanımı yerine arıcılığa yönlendirilmektedir. Bu konuda da Tarım ve Orman Bakanlığı
Yağlar alışılagelen algısıyla ilk etapta bize zararlıymış gibi gelse de vücudumuzun önemli yapı taşlarındandır. Isısını korur, enerji metabolizmasının ana maddesidir, vitaminlerin emilimini sağlar. Yani ne olursa olsun vücuda alınması gerekir. Ancak tüm yiyecek ve içecek çeşitlerinde olduğu gibi, fazla tüketimi sadece kansere değil, kalp ve damar rahatsızlığı, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, migren gibi rahatsızlıklara sebep olur.
Yağ ve yağların kanserle ilişkisinde, cinsi ve miktarı önemlidir. Yağ asitleri karbon zincirlerinden oluşur. Doymuş yağlarda karbon bağları hidrojenle bağlanmıştır. Hangi yağların doymuş olduğunu soracak olursanız; oda sıcaklığında bile katı halde kalabilenler doymuş olanlardır. Margarin, tereyağı, hayvansal yağlar (sakatat, yumurta, peynir, süt), kakao yağı gibi... Kişiden kişiye değişse de genel olarak doymuş yağ oranının günlük toplam alınan kalorinin yüzde 10’nunun üzerinde olmamasını önemle tavsiye ediyoruz.
Doymamış yağ asitlerinde ise bir veya daha fazla karbonda hidrojen yoktur, daha çok sıvı formdadırlar. Tekli doymamış veya
Süt ve süt ürünleri (peynir, yoğurt, yağ, krema) ile kanser arasındaki ilişkiyi inceleyen çok sayıda çalışma var. Bunların bir kısmı, kanser yaptığını söylerken diğer kısmı da tam aksine, koruyucu olduğunu iddia etmektedir. Ancak yayınlanan çalışmaların gözlemsel olduğunu ve bunların,
‘İlişki var mı, yok mu?’ sorusuna verdiği cevapların dikkatle yorumlanması gerekmektedir.
Çıkardığımız sonuç; süt ve süt ürünleri kolorektal kanserlere karşı koruyucu bir etki yaratırken, prostat kanserine sebep olabilir. Yine meme kanseri üzerinde, özellikle süt ürünlerinin koruyucu olabileceğine dair de spekülasyonlar var.
Ne kadar tüketmeli?
İnsani yaratıcılığın kaçınılmaz bir biçimde gerektiği meslekleri saymamız gerekse, eminim mimari, grafik, müzik, resim gibi, bilumum görsel, işitsel sanatları bir çırpıda sıralayabiliriz.
Polislik, öğretmenlik ve doktorluk aklımıza gelmeyeceği gibi, uygulama sınırlarının yasalarla, bilimle, müfredatla çevrili olduğunu düşündüğümüz benzer bir sürü meslek de aklımızın ucundan bile geçmeyecektir.
Doktorluk sınırları içinde kalmam gerekirse, bir sanatçıyla tanıştıklarında, “onların yeni, yaratıcı fikirlerle, heyecan dolu bir hayat yaşadığını” gıptayla dile getiren meslektaşlarıma bile hep şaşırarak baktım. Doktorluğun zaman zaman bizzat doktorlar tarafından, rutinleri olan bir meslek olarak algılanması beni hep üzdü. Çünkü bu yazının konusu bu olmasa bile; ben doktorluğun, yaşamı her gün yeniden formüle etmeye dayanan bir yaratıcı zeka gerektirdiğini düşünüyorum. Üstelik bunun biraz da insan üstü ve sabırlar ötesi bir tutkuyla bezenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bizler, cıvatadan
Yapay zekâ, çağımızın bütün sektör ve mesleklerinde olduğu gibi onkolojik yöntemlerle açılımlarda da kendisine bir yer arayışında... En basit tanımla; bir bilgisayarın veya bilgisayar kontrolündeki bir robotun, çeşitli faaliyetleri, zeki canlılara benzer şekilde, önceden edinilmiş maksimum veriyle etüt ederek yerine getirme kabiliyetidir.
Sevimliliğiyle ilgili yorucu tartışmalara girebileceğimiz bu kavramın hayatımıza girmesi ise, Apple logosuna bile ilham verdiği söylenen İngiliz matematik dehası Mathison Turing’in, 1950’lerde sorduğu ve üzerinde dikkat çekici olumlamalar gerçekleştirdiği o ünlü soruya dayanır: “Makineler düşünebilir mi?”
Makineler düşünebilir ama bizleri daha ne kadar düşünebilir veya insani aymazlıklarımızı daha ne kadar tolere edebilir, onu bilmiyorum. Yine de yapay zekâ ve radyoterapinin bir süredir bizlere çok zaman kazandıran bir iş birliği içinde olduğunu söyleyebilirim.
Özellikle 2000’li yılların başından bugüne, kliniklerde kullandığımız otomatik atlas bazlı
Bilimsel bir devrim; İnsan Genom Projesi (İGP), 26 Haziran 2000 tarihinde ABD Başkanı Bill Clinton ve İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından dünyaya açıklanmıştı. Geçtiğimiz 19 yılda onkolojik yaklaşımımızda da devrimsel değişiklikler oldu. Biraz hatırlayalım... Projenin temel amacı, DNA’mızdaki 3 milyar kadar baz çiftinin dizilimini ve bunların yüzde 2 ila 5‘ini oluşturan genlerin yerini bulmaktı. Elde edilen veriler, DNA bilgisinin yüzde 99.9’unun, tüm insanlar için ‘ortak’ olduğunu ortaya koydu. Şok edici olan ise, geriye kalan bu küçük farkın, birbirimizden bu kadar başkalaşmamıza yetmesiydi.
İlk amaç, 3 binden fazla genetik hastalığa yatkınlığı belirlemek, günümüzde çoğunun tedavisi olmayan bu rahatsızlıklarla ilgili genlerin yerlerini, durumlarını aydınlatarak tanı ve tedavi için gerekli altyapıyı hazırlamak, aynı zamanda da mümkünse genetik düzeltmeleri yapmaktır.
Ayrıca bazı kanser türleri, Tip 1 diyabet, skleroderma, lupus ve bazı tiroit hastalıkları başta olmak üzere birçok rahatsızlığın da tanı ile tedavisi
Protein, vücudun her hücresi için gereklidir. Ancak (hep söylediğimiz gibi) tüketilen miktar önemlidir; fazlası böbreklerde yük oluşturabileceği gibi eksikliği de kötü beslenmeye sebep olabilir. Protein, köken olarak Yunanca bir kelimedir ve ‘öncelikli veya hayati olmak’ demektir. Sağlıklı bir erişkinin günlük 45-60 gram proteine ihtiyacı vardır. Diyetteki protein genellikle; meme, rahim, prostat, bağırsak, pankreas ve böbrek kanseriyle ilişkilendirilir. Ancak bulunduğu yiyecekler daha çok yüksek kalori ve yağ da ihtiva ettiği için bu bileşenlerden hangisinin kanserojen etkisi olduğundan bahsetmek zor olabilir.
Proteinin miktarı kadar, çeşidi, pişirilme şekli, ısıya maruz kalma süresi ile katkı maddeleri de kanser gelişimini etkileyebilir.
Et ve şarküteri ürünleri
Dünya Sağlık Örgütü, kırmızı et ve domuz etini, ‘muhtemel kanserojen’ olarak kabul ediyor. Salam, sosis ve jambon gibi işlenmiş et ürünlerini ise ‘muhtemel’ biçiminde yumuşatmadan direkt ‘kanserojen’ kategorisinde
Obezite, günlük harca-dığınız kalorinin üzerinde bir kalori miktarını almanız ve sonucunda orantısız biçimde aşırı şişmanlamanızla oluşur.
Medyada sıklıkla gördüğünüz sıra dışı şişmanlık örneklerine uzak olmanız içinizi rahatlatmamalı, çünkü size normal gelen bir tüketim ve beden biçimi de obezitenin temeli veya habercisi olabilir. Kişisel yorumlardan ziyade Vücut Kitle İndeksi oranına bakmanız ve kendi hesabınızı yapmanız doğru yöntemdir. Bunu küçük yaşlardan itibaren ve ergen dönemlerinde çocuklarımıza da benimsetmemiz daha da önemlidir.
Vücut Kitle İndeksi’niz 30’un üzerinde olmamalıdır. İdeali 21-24 arasıdır, ağırlığınız ve boyunuzla hesaplanır. Vücut ağırlığınızı boyunuzun karesine böldüğünüzde ortaya çıkan rakam, Vücut Kitle İndeksi’nizdir. Örneğin, boyunuz 170 cm. ve kilonuz 80 kg. Bu durumda; 80/(170)2 = 27,7’dir. Tehlike arz etmese de fazladır ve dikkat gerektirir.
Genel sebepleri
- Yüksek kalorili ve yağlı besin tüketimi,
- Tembel yaşam,
- Yeterince uyumamak,